20 Nisan 2019 Cumartesi

Fransız Kalmak

Fransız Kalmak

Notre Dame Katedraline övgüler dizerek, üzüntülerimi beyan ederek vakit harcamayacağım. Bu işi beşinci kol faaliyeti olarak medya ve iyi niyetliler dışında içimizde ki gâvur seviciler fazlasıyla yapıyorlar. ‘Oh olsun’ demeyeceğimi de herkes bilir. Ne olursa olsun insanın ‘oh’ demesi itici geliyor. Ayrıca her insanın, vicdani yönünü her şartta muhafaza etmesi gerektiğini de düşünürüm.

Fransa’da Notre Dame Katedrali’nin yanması, sarı yeleklilerin gösterileri, terör olayları derken bir hayli karışmış gözüküyor. Müslüman coğrafyalarda savaşlarla, iç karışıklıklarla milyonlarca insanın ölmesi, tarihi onlarca caminin bombalanması, yakılması, yıkılması dolayısıyla üzüntülerin, kınamaların çok kısır kaldığı bir dünyada yaşıyoruz maalesef. Yıkılan, zarar gören on üç asırlık tarihi Emevî Cami, Kilis Çalık Cami, Diyarbakır Kurşunlu Cami gibi yüzlercesini, Suriye başta olmak üzere birçok örneği Müslüman coğrafyalarda görmek mümkün.

Eğer bir insan Müslüman ise caminin zarar görmesine daha çok üzülür ve üzülmelidir de. Diğer din mensupları da böyledir. Eşyanın tabiatında ve insanın fıtratında bu böyledir. Yeter ki bu durum karşıya işkence etme ve gayri ahlaki durumlarda tezahür etmesin. İnsan fıtratında tarafgirlik hep olmuştur ve hep olagelmiştir. Diğer takımlara karşı kendi şehrimizin ve ülkemizin takımını tutarız. Bu gayet normaldir. Kendi şehir ve ülke takımlarını rakip durumlarda tutmaya kalkarsak burada bir tenakuz hali vardır. Gerek münafıkları gerekse de hainleri açık etmesi yönüyle de bir faydası vardır elbet.

 
Zaman zaman da olsa Fransa gibi gayri Müslim ülkelerde de bunun gibi büyük olaylar gösteriyor ki dünya onlar içinde güllük gülistanlık değil. Onlarında bizim kadar olmasa da türlü türlü dertleri var. Daha çok biz Müslümanlar savaşlara, karışıklıklara, açlığa maruz kalsak da onlarda bu kötü durumlara çok uzak değiller. Acıların yaşandığı coğrafyaların yer değiştirmesi çok zor değil ve olasıdır da. Siyonistlerin asıl hikâyeleri tam dibe vurduklarında başlayacak gibi gözüküyor.


Dünyayı sömüren, savaşların karışıklıkların ölümlerin baş müsebbibi ülkelerde yaşanan felaketlere ‘oh’ demek yerine öğrenilmiş çaresizliklerimize dur deyip dünyada bizde varız diyerek bunu hissettirmeliyiz. Hiçbir ülke ve halk mükemmel değildir. İllaki toplumların olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Bazısı iyi organize oluyor. Bazısı fırsatları iyi değerlendiriyor. Bazıları daha çalışkan ve gayretliler.  Bunu en iyi Aristotales özetlemiş; “Defalarca ne yapıyorsak oyuz. Bu yüzden mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır”

Yeni Zelanda da elli Müslüman’ın şahadetine sessiz kalan, hatta suçu Müslümanların üzerine atma gafletini gösteren, bu kadar camimiz yanmakta, yıkılmakta iken Fransa’ya fransız kalmayanların, sadece Fransa’da ki Notre Dame Katedraline gözyaşı dökenlerin vicdan muhasebelerini yapmaları gerekiyor. Sadece kendi yaşadığımız musibetler bize nasihat vermez. Fransa’da yaşanan Katedral yangınından, batılılar derslerini illaki alacaklardır ama bizlerinde almamız gereken dersler vardır.  

Bolu taraflarında söylene gelen bir söz var. ‘Mazlumu sıkmışlar, kırk okka yağı çıkmış’. Aynen bu sözde olduğu gibi sorunlarımızı çözmemiz için sorunlarımızın cinnet cihetinden daha çok sorunlarımızın acı boyutuna daha çok eğilmemiz ve çözümler üretmemiz gerekiyor. Sorunu kökünden halletmek bunu gerektirir. Nasıl ki karadut lekesini sadece kendi yaprağı temizleyebiliyorsa kendi yaralarımıza da sadece kendimiz derman bulabiliriz.

 
Her ne kadar batılı devletler vicdan yoksunu gibi bir görüntü sergileseler de toplumları oluşturan halkların illaki bir vicdanları vardır. Az çok toplumların insancıl, hümanist yönleri vardır ve olmalıdır. Kafatasçı anlayışların yanında insanlığın bütüncül sorunlarını dert edinmiş, bütün insanların aynı yaşam hakkının olduğuna inanan anlayışlar vardır ama bunların yetersiz ve etkisiz kaldıkları muhakkak.
 
Tembel, saftoros yanlarımızı kendimizden koparıp dünya ile yarışıp çalışkanlığa, üretkenliğe ve göz açıklığına ulaşmamız gerekiyor. İnkişafı bütün Müslüman halklarına yayıp maddi ve manevi sorunlarımızı çözmemiz gerekiyor. Bu gerçekliği Cenap Şahabettin, ‘ilim öğrenilen değil, yaşanandır. Yaşanmayan ilim, geçmeyen para gibidir’ sözüyle işin püf noktasını bize fısıldamış adeta.
 
Son kertede Haçlı ve Siyonist saldırılara ve ablukalara karşı tetikte ve uyanık olmalıyız. İntikamlarımızı her dem bileylemeyelim ama tarihimizi, dostumuzu, düşmanımızı unutma gafletine düşmeyip bizimle hesabı olanlara fırsat vermemeliyiz. Ayrıca biz Müslümanlar dini ve milli önceliklerimizin yanında hümanist, insancıl ve vicdan yanımızı da aktif tutarak iyi niyetimizi kendimizden büyük tutmayı öncelemeliyiz.

Kalın sağlıcakla.


İlkay Coşkun
 
22.04.2019
 

13 Nisan 2019 Cumartesi

Kızılderili Gözüyle

Kızılderili Gözüyle
 
Bir suda iki balık kavga ediyorsa, oradan beş dakika önce bir İngiliz geçmiş demektir. (Kızılderili Atasözü)

Nerede bir Kızılderili sözü görsem pürdikkat okurum ve en doğal haliyle payıma düşeni alırım. Saf saf kovboy filmleri izlediğim yıllarda dahi Kızılderililere içten içe bir hayranlığım hep olmuştur. Vakur, bilge ve tabiatla iç içe duruşları hep ilgimi çekmiştir. Ayrıca Moğolistan, Kırgızistan, Uygur Türkleri, Uzak Asya, Afrika ve zor şartlarda yaşayan kimi insanların vakur, bilge ve yaşından önce büyümüş hallerini hep hayranlıkla izlemişimdir.


İnsan ve dünya aynı sistemin paydaşı. İnsan varsa dünyanın anlamı var. Dünya varsa insanın anlamı var. Birbirinin tamamlayan iki sevgili gibi. Dünya şekillenerek de olsa içerisinde misafir ettiği insanı yüz yılda bir yeni nesillerle beraber yeniliyor. Mekân olarak dünya, insanı beden ve kalp ev sahipliğiyle ağırlıyor. 

Obezite, Hollanda hastalığı, rahatlık, bencillik, adamsendecilik gibi onlarca hastalığı kapitalist dünyada görmek pekâlâ mümkün ama doğanın bir parçası olan insanın bütün canlılarla birlikte kaynakları ortak ve adil kullanma felsefesini edinmiş Kızılderili anlayışını görmek ve yaşatmak gerekiyor. Maalesef ki kapitalist dünyanın aynılaştırıcı ve tüketime şartlandırıcı anlayışı en vahşi haliyle varlığını sürdürüyor. Ne yazık ki küçük dünyaları gasp etmeye devam ediyor.
Yeme içme, barınma, güvenlik, sağlık ve mutluluk insanoğlunun dünyada aradığı öncelikli şeylerdir. Afrikalı bir çocuğun ayakkabısının olması ile olmaması arasındaki kaybı ve kazancı sorgulamak gerekiyor. Enerjisini hep toprakla paylaşan bir çocuğun ayaklarına dikenlerin batmasının yanında enerjisini ayakkabılar, beton zeminlere hapis eden insanın kayıplarını da görmek gerekiyor. Dünyayı paylaşan bütün insanların acılarını duyumsayan, hak ve adalet değerlerini önceleyen felsefelerin yaygınlaşması illaki toplumların ıslahında çok büyük katkılar sunacaktır.
Başı, göklerde ki yıldızlara ulaşma hevesinde olan insanoğlu yerdeki gelinciklere, papatyalara, nergislere basma tezatlığını her dem gösteriyor maalesef. Savaş ile barış, iyi ile kötü, korku ve ümit, dostluk ile düşmanlık gibi tezatlar, zıtlıklar tekerrür ediyor tarih boyu olduğu gibi. Atomun yapısındaki elektronların, güneşin, ayın, mevsimlerin, gece ve gündüzün akışı ve dinamizmine insan aynı hareketlilikte katılıyor adeta.

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.(Kızılderili Atasözü)

Kızılderili sözlerinin birçoğu beyaz adama yönelik olması tesadüf değildir. Beyaz adam sanayi devrimleriyle beraber tabiat ve çevre ile hep savaş hâlinde olmuştur. Sömürgecilik mantığıyla da kendi dışındaki halklarla da daha büyük bir cephede savaşarak, zülüm mekanizmasını hep aktiflemiştir.

 
Demem o ki, dünya üzerindeki emperyalizmin ve beyaz adamın karşısında mazlumları desteklemek, önünden çeken arkasından iten olmak gerekiyor. Geri kalmış bütün ülkelerin insanları, ağaçlara kendi çabalarıyla tırmanan bireyler olmaları yönünde çalışmalar yapılmalı ki ağaçtan inişleri de kolay olsun. Kendi kendilerine yetsinler ve zalimlere muhtaç olmasınlar.

Söze Kızılderili sözüyle başladım. Sözü yine bir Kızılderili sözüyle sonlandırayım.

Yükün dürüstlükse gücün düşer belki ama başın düşmez. (Kızılderili Atasözü)

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
15.04.2019 
 

8 Nisan 2019 Pazartesi

Şairin Şiiri

Şairin Şiiri

Derdini, hayalini, itirazını şiire dökene şair denir. Bunun için ille de kalem kâğıt olması şart değildir.  İlham ve emek arasındaki sarkaçta yolunu almalı şair. Dildeki estetik, ses, yeni nefes ve farklı deyişleri yakalayabilmeli.

Yapılan her bir işin bir teoriği bir de uygulaması vardır. Şiir bilgisi şairin teorik altyapısıdır. Esin, ilham, yaşanmışlık ve emek, şiir yazma eyleminin uygulamaya dönüşmüş halidir. Gerek şiir bilgisi gerek şiir yazma eylemi şairi tamamlayan ve bütünleyen en önemli iki unsurdur. Birbirinden ayırmamak gerekir.

Yüreği besleyen şiir, gıda ve ilaç hükmündedir. Dil yoldaşlığında, sevgi ve sezgi kardeşliğini paylaşıp damakta tat bırakır. Şiir dışında illaki ısınma yöntemleri vardır. Şiir bunlardan biridir sadece.
 
Şiir, edebiyatın büyük kardeşidir veya başka bir ifadeyle edebiyat topluluğunun büyük ortağıdır. Şiir, edebiyatın diğer dallarıyla her zaman iletişim içerisindedir. Mesela öyküyü şiirsel bir anlatımla kaleme alabilirsiniz. Şiir, edebiyat dalları içerisinde en çok başvurulan zor bir alandır.
 
Şiir daha çok “olması gerekeni söylemelidir”. “Olması gereken” üzerinden hareket etme çabası dozundan fazla didaktikliği ihtiva etmemeli. Şiir bu bağlamda ille de bir şeyler öğretmemeli. Şiir, alternatifleri sunmalı ama “şu doğrudur” dememeli. Temizlik vurgusu yapılmalı ama su en iyi temizleyicidir vurgusu yapılmamalı çünkü şiirin görevi bu değildir. Mazi, şu an ve gelecek şiirin hasat tarlası olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Şairin hep mazide yaşaması ve şiirlerini bu çerçevede ele alması şiirini sıkıcı yapacağı kadar hep geleceğin hayalperestliği ile şiiri zorlaması okuyucuyu gerçeklerden uzaklaştıracaktır. Tercihin tadında, kararında olması daha yerinde olacaktır. Kurallar, eğilimler ve bilindik yöntemler üzerinden şiiri işlemenin de birçok temeli yıkarak yeni yapılar inşa etme çabasında olmanın da olumsuzlukları olacaktır.  Farklı sesler bulacağım diyerek gösterilen çabalar şairi yeni damarlara da götürebilir. Gürültülere, homurtulara da taşıyabilir.
Şiir; binalar, köprüler, hava alanları inşa etmez. Ülkelerde kurmaz ama mevcut durumda dili, kültürü, iletişimi zenginleştirir. Sevgi, aşk, özgürlük, adalet olgularının içini doldurur ve güçlendirir. Sorgulayan insanların sayısını artırır. Devrimleri, özgürlükleri başlatan ilk adım sesidir şiir. Müziğe söz olup insanları eğlendirir. Marş olur kavgada insanı cesaretlendirir. Dilde dua, ölümde ağıt, sevgiliye mektup olur. En önemlisi de insanların ruhlarının eğitilmesini ve zenginleşmesini sağlayarak insanları olgunlaştırır.
Şiir yazanlarda, evlat sahibi olmak isteyen bir insan veya ev almaya çalışan bir ebeveyn gayretini görürüm. Şiirden alınan hazzın yanında kuvvetli bir yazma dürtüsünü yaşarlar. En güzeli yazma dürtüsüdür bu. Sevgiliye yazılan bir şiirin anlamı ve gerekçesi yanında, toplumsal içerikli yazılan başka bir şiirin başka bir anlamı ve gerekçesi vardır. Bir yerde yaraya parmak basmak gibi bir değer taşırken başka bir yerde duygunun dışa vurumu hüviyetindedir. Bu bağlamda şiir yazanları daha çok duyarlı, daha çok âşık, daha çok hayalperest, daha çok uçarı, daha çok kırılgan ve daha çok insan olduklarını düşünürüm.
Şiirin sesi ve derinliği şiirin kalıcılığını belirler. “Her dem taze şiir” kıstasına uyan şiir kalıcıdır. Kimi şiirler vardır yazıldığı anda anlaşılmayabilir, değerini bulmayabilir. Yüzyıllar sonra keşfedilebilir. Kendini güncelleyen şiir tat verir. Tat veren şiir güncelliğini devam ettirir. Gönüllere dokunma ve yüreklerin sesi olma şiirin yaşam süresini belirler. Duyulara hitap eden, şaşırtan, aklı allak bullak eden şiirin yaşam süresi fazladır. Şiirdeki iç ses, ahenk ve ritim uyumu şiiri besler, şiirin tadını artırır.
Şiirin iç sesi, anlatımdaki akıcılığı, üslubu önemlidir. İyi bir şiir dili yakalanabilmeli. Çok bilindik şeylerden ziyade bilinmedik şeyleri akıcı, saf anlatımla okura sunabilmek önemlidir. Okuru şaşırtmalı şiir. Sağ gösterip sol vurabilmeli veya tersi olabilmeli. Tema, anlatım, imgeler, şiirde mimari, yenilik, zenginlik, kullanılan kelimeler okurun ilgisini çekmeli. Duyulara hitap edebilmeli. Duygu önde olmasa da tamamen duygudan arındırılmamalı. İmge ve sözcük örgüsüyle orijinalliği taşımalı. Okur için şiirde yeni bulunmuş bir damar çağrışımını yapabilmeli. Şiir kendi başına bir örnek teşkil edebilmeli. Benzerlik algısını okuruna vermemeli. Kalıcı ve güzel bir şiir düşüncesi okurda oluşabilmeli. Okur, tat almalı şiirden. Şiirleri daha çok bu ölçütlerde değerlendiriyorum.
İmgeleri oluşturma, şiirin temelini, çatısını inşa etme gibi yapım aşamalarında insanı düşünmeye sevk ediyor.  Şiir ayrıca okumaya ve araştırmaya yönlendiriyor. Bu durumda şiirle olmaya, şiirde kalmaya yönlendirerek insanı şair yapıyor. Dilde, kelimelerde zarafeti arayan şairin hayat kalitesi, düşünce dünyası zenginleşiyor. Şair adeta kelimelerle dans ederek huzura kavuşuyor. Cümlelerdeki melodiyi, sesi, raksı arıyor.
Şairin önsezilerinin daha kuvvetli olduğunu düşünürsek; insana, tabiata, dünyamıza gelebilecek olumsuz hâl ve şartların bertarafı için çaba göstermesidir. Şairin, yenilikçi yönünü muhafaza ederek insanın, toplumun, canlıların ve çevrenin sorunlarına karşı duyarlı olmasıdır. Her ne şartta olursa olsun adaletin, doğrunun yanında olmasıdır.
Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
08.04.2019

Yazı No: 20
http://www.yenidogruhaber.com/