24 Aralık 2014 Çarşamba

Buruciye’de Zaman

Buruciye’de Zaman
Duvarlarına sinmiş muhteşem tarihiyle yüreğe coşku verir Buruciye. Görkemli, sanatkâr duruşuyla Gıyasettin Keyhüsrev’den beridir kapılarını sonuna kadar açar misafirlerine. Yan yanadır hayatın ve ölümün gizemli birlikteliği. Işık huzmesi dolmuş türbe penceresinde, asırlar öncesi baki hayata yol almış ecdada dualar okunur. Tarihi iliklerine kadar yaşarsın doyasıya.          
Ağustosta esen poyraz gibi, ferahlık verir bunalan sinelere. Sarıya çalan taşlar, güneş gibi sıcağını salar dost sinelere. Eyvanda tütsülenir bütün ruhlar, gökyüzünde özgürlüğe ulaşır avlulardan. Güller tomurcuklanır şen gönüllerin simalarında.
Medresede geçirilen her an hafızalarda izler bırakır. Kanıt olur, katık olur hayatın lezzetine. İnce belli bardaklarda yudumlanır tavşankanı çaylar. Zamana, tarihe şahittir ahşap masa ve sandalyeler. Onlar şahittir koskoca bir ömre. Mektuplar yazılır sevgiliye, askerdeki evlada. Sessiz sessiz bir köşede anılar tazelenir, hayaller kurulur. Bir daha geri gelmeyecekler için gözyaşları dökülür.
Yol üstü selamlaşmaları, ayaküstü muhabbetleri gibi tatlıdır, gülücüklerin kardeşliğinde. Can sıkıntısından alışveriştedir kimileri. Bir tarafta gözünün takıldığı hediye reyonları vardır diğer tarafta camın saf parlaklığı ışıl ışıl gözlerini kamaştırır. Suyun üzerinde raks eden ebruli renkler, bakan tüm gözleri kamaştırır. Yüreğini okşar müziğin aheste aheste senfonisi. Türküler en saf en bakir haliyle tercümanlık yapar dinleyenlerin duygularına.  Saatler nasıl geçer bilemezsin Buruciye’de.
Yanında dostların vardır ama yinede her gelen geçen gözlerde farklı tanıdık ararsın. Arada bir garson bozar sessizliği. Uzun soluklu tarih dehlizinde bir katre de olsa, orda paylaşırsın zamanı nefes nefes. Anlarına değer katar taş sütunların mağrur duruşu. Selçukludan yadigâr aslan figürü bekçilik yapar kapında. Dantel dantel örülü motifler okşar gözlerini. Öyle çok insan geçer ki tarihin dehlizinden, duvarda boş yoktur. Hep dışına, dış sütunlarına saklarsın güneşin doğuş ve batış şualarını. Suyla demin armonisi gibi musiki oluşturur yüzyılların gizemli anlarına. Salınırsın tarihin haz ve mutluluk zamanlarına. Yüzyılların süzgecinde damıtılan eşsiz zamanları ikram eder sana. Yoğun, yorucu geçen günlerine huzuru, sükûnu salar en demiyle hayatın. 
Özlemler, hayaller dillendirilir masalarda. Her masa ayrı mekan ayrı bir dünyadır. Kimi masalarda devlet sorunlarının en hassaslarına çözümler ortaya konur. Kimi masalarda ise usta çırak edasıyla en güzel edebi sohbetler yapılır. İmbikten süzülerek sunulur hayat bahçesinde.
Akşam oturmalarında aranan gökyüzünde hep Zühre yıldızlarıdır. Kayan yıldızlar göz ucuyla takip edilir bir taraftan. Her şeyi güzel düşünmüş ecdadım, yâd edilir zamane bedenlerde. Güven duyar insan, sırtını döndüğü sütunlara. Hep umuda kapı aralanır. Mimiklere konan gülümsemelerde yaşatılır muhabbetin tadı.
Kepenek’in suyundan kana kana içersin
Cıbıllar’ın parkında soluklanıp geçersin
güzel hediyeleri Buruciye’de seçersin
--dost, yaren çayın yudumlayıp gönlünü alsın
--kadrini kıymetini bilmeyenler utansın
Umut doğurur mekânlar, canlı, capcanlı yaşar hayatı bizimle. Hafızalarda izler bırakan, damaklarda tatlar bırakan mekânlar vardır hayat sahnelerinde. Gelip geçen zamana şahitlik eder en saf haliyle. Ahmet Hamdi Tanpınar için Bursa’da zaman, Atilla İlhan için Karşıyaka’da zaman, Hz Mevlana için Meram Bağları’nda zaman ne kadar değerli ise, sıradan bir Sivaslı için de Buruciye’de zaman o kadar değerlidir. Akıp giden zaman süzgecinde, iki yudum çayla yaşanır en kıymetli anlar ve anılar. En nadide, en elit hazzı duyar Buruciye'de insan.

Sivas Buruciye Medresesi
İlkay Coşkun / 24.12.2014
İrade Gazetesi - Buruciye'de Zaman

 


16 Aralık 2014 Salı

Huzur Koleksiyoncusu

Huzur Koleksiyoncusu

Huzur Koleksiyoncusu, Cihat Albayrak’ın Mayıs 2013’te yayımlanan ilk şiir kitabı. Kitap, Serencam yayınlarından çıkmış.
İnsanlar doğarlar, büyüler, yaşarlar ve ölürler. İlkler çok önemlidir herkes için.  Çocukluktan sonra şekillenir yaşantımızla birlikte kimliğimiz. Southey der ki “Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın, ilk yirmi yıl ömrünüzün en uzun yarısıdır ” Huzur Koleksiyoncusu, şiirlerinin tamamına yakını şairi çocukluğuna, bizleri de çocukluğumuza götürüyor adeta.
 Barış küçüğündür /savaş büyüğün /budur sofra adabı yeryüzünün”  diyen şair, büyük olmakla çocuk olmak arasındaki farkı, gözler önüne sermektedir. Büyüyen insanoğlu kirleniyor, günahkârlaşıyor. “Ayakkabılarıyla giriyor işgalciler /abdestli şehirlere” mısralarıyla günümüzün resimlerini göz önüne seriyor bir taraftan şair.
Çocuğu aileden, sokaktan, topraktan, koparmaz şair. Çocuk hayatın merkezindedir.  “Ayağımız alışsın diye mi /elektriğimizi alır toprak” diyerek, çocuğun toprakla bağını oyunlarını imler adeta.
 “kesilen her ağaç, bir kadın cinayeti” mısrasıyla da anneyle çocuğu yan yana görmek ister şair. “İki şekerli bir çay gibidir aile olmak” mısrasıyla ailenin o eşsiz tadının tanımlamasını yapar. Aslında olması gerekeni imler bizlere. “rüzgârgülü olmalıyım ben /bir çocuğun ellerinde” mısrasında ise kendisini çocukluğun ellerine bırakır adeta.
Kendini her dem çocuk saflığında hisseden şair, “esnaf lokantasındaki peçete kadar temizim bu yüzden” der.
Küçük ama mutlu gözlerle dünyaya bakar şair. “sefer taslarında sıcak selamlar taşıdım” diyerek, küçük şeylerden büyük mutlulukların çıkarılabileceğinin formülünü verir bizlere mısra mısra. Çocuğa, çocukluğa sevgisini hürmetini özlemini seslendirir.  “Ellerinden öptüm ve /hoşça kal dedim çocukluğuma” mısralarıyla gülümsetir bizleri. Huzur Koleksiyoncusu isimli şiirin bir mısrasında ise “içinden bir mutluluk tut /ve bekle beni” diyerek her şeye rağmen çocukluğuna geri dönmek istemesinin en canlı örneğidir.
“elmaları sapanla vururduk küçükken” diyen şair sık sık kendi çocukluğunun mutluluklarına götürerek günümüz çocuklarının, sıkıntılarına parmak basar. “ama kime sarılırdı /anneleri çalışırsa çocuklar” der ve bu düşüncelerini destekleyen bir başka mısrada “Gökyüzü işyeridir bulutların /boya sandığını nasıl korursa bir çocuk, öyle”.
Hayattaki yenilgilerini, kayıplarını mısralarında imler şair. “geride kalan çocuğum ben, ötekiler koşarken”. Aynı şiirin başka bir mısrasında ise şimdiki çocukların kendi çocukluk kayıpları gibi olmasını istemez. Onların, kendisinin yaşadığı çocukluk kayıplarını yaşamalarını istemez belli ki.
“uçurtma yapmalı mahallenin çocuk ordusuna” diyerek engin gönlünü yansıtır bizlere. “yağmurlu havaları boyar mıyız /kar tanelerini rengârenk”  mısralarıyla da umudunu yitirmediğini görmekteyiz.
Bildiğimiz dört mevsim içine beşinci bir mevsimi de kendisi koyar şair, “uçurtma mevsimi ” şiiriyle. Salonda babasının işten dönmesini beklemenin ötesinde, Suriye’de barışı bekleyen çocukların gözüyle bakar dünyaya.
“Eskiciye vermişiz her birimiz çocukluğumuzu” mısralarında, değerli olması gerekenlerin artık değersizleşmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirir. “Bisikletin patlayan lastiğinin tamir et /mahalledeki çocuğun” çevremizde yaşanan, biz yetişkinlerin farkında olmadığımız birçok küçük detayın aslında çocukların dünyasını şekillendiren büyük mutluluklar olduğunu hatırlatır okuyuculara.
“Aile içi şiddet yoktur /bir çocukla oyuncakları arasında /evcilik oynarken, boşanmaz hiçbir çift /… / indirir yelkenleri /bir çocuğun nefesi itecek gemimizi /üfle küçük kız, uf olmuş dünya ” mısralarıyla çocukların farkında olmadan yaşama kattıkları değerlere vurgu yapılmaktadır.
“Şekeriniz misafir olsun diyen / bayram çocukları kelimeler” mısralarıyla şair bayramların merkezine koyar çocukları. Çocukların duaları kabul olur derler, günahsız, temiz oldukları için. “iyi niyeti beslermiş bir çocuğun /evsizleri ve sokak hayvanlarını” mısralarıyla bu düşünceleri bütünlenir.  
“çocuklar, hayatın tamircisiydiler” mısrasıyla çocuğa ve çocukluğuna erkin bir çerçeve çizilmektedir.


“bisiklet sürer gibi yapıyorum sandalyemde ” mısrasında şairin büyük bir arzuyla çocukluğa dönmek isteyişinin yansımalarını görüyoruz.
“bizimle çocuktu, büyüdü dünya” mısrasıyla çok tanıdık gelen bir şarkıya gönderme yapılmış adeta.
“katil kimdir çocuklar üzülünce?” sorgulayıcı, eleştirel bakış açısının göstergesi bir bakıma.  “bisikletimin terkisinde balzac oturuyor her yaz” mısrasıyla Balzac’ın kitabına çocuk yüreğiyle verilen değer imleniyor adeta.
“çocukluğun hatıra defteri” şiirinde ise “kulaklarımın da hatıra defteri var” mısrasıyla geçmişin, şair için ne kadar canlı olduğunu anlıyoruz.
 Kaç zil kaldı ölmeye” şiirinde şair, “kısa kollu tişörtmüş çocuklar /kazak olacaklarmış büyüyünce” hayatın kabalaşan değişkenliğine atıfta bulunuyor. 
“kendisini özler bir çocuk /etrafını kalemle çizer ellerinin”  mısrasıyla şair, çocuk yerini belirlemek hatta ve hatta yerini sabitlemek istiyor adeta.
“yalnızca çocuklar özgürdür” şiirinde ise “leke tutmayan bir kumaştır çocukluk” mısralarıyla, çocuk saflığının vurgusunu yaparak sonlandırıyor şiirini.
“ben huzurun yalancısıyım  /şimdiki aklı olsa keşke çocukluğumun” diyor şair “kanaat Notu” şiirinde.
“toprak, yetim bir çocuk /hakkını veren yok”  mısrasıyla,  Âşık Veysel gibi kara toprağı imliyor  “taşeron işçi” şiirinde şair.
“Çocukluğum kokuyor gece” diyerek, şairin çocukluğuna duyduğu özlemin, gecelerini de saran yoğunluğu hissediliyor satırlarında.
“barış tutulması” şiirinde, “fazla sigaran var mı dünya” diyerek, bir yerde dünyanın istemediği değişimiyle başa çıkamayıp efkâr dağıtmak isteyen dizeler dökülüyor şairin kaleminden. Başka bir ifadeyle, teslimiyet kokan dizeler kanımca.
 “bir beden büyük almalıydık çocukluğumuza /seneye de giyebilmek için” diyerek çocukluğunu bir zaman diliminde bırakmak istemeyişinin telaşı yansır bizlere.
Ayşe ile çocukluğunu, gençliğini, ömrünü bütünlüyor şair. “şükür çiçeği’ şiiriyle özetliyor aslında küçük dünyalarını. “nasıl da mutluydu ayşe /ben sana karıştım derken /tahin ile pekmez kadar /yakışıyorduk birbirimize”.
Huzur Koleksiyoncusu’ gerçek manada koleksiyonumuza dahil edilebilecek değerde şiirlerden oluşan bir kitap. Şair Cihat Albayrak’a bu güzel çalışmasıyla, çocukluğumuzun o doyumsuz tadını, saflığını bizlere hatırlattığı için teşekkür ederim.                                              
Haftaya görüşmek dileği ile…          

İlkay Coşkun
17.12.2014 / Çarşamba
İrade Gazetesi / Yazı No: 25

İrade Gazetesi - Huzur Koleksiyoncusu

6 Aralık 2014 Cumartesi

İğne Acısı

İğne Acısı

On beş - yirmi yıl öncesinin idealizmi yok artık bir çoklarımızda. Solcularımızda, sağcılarımızda, milliyetçilerimizde, dindarımızda da aynı durum geçerli. Yaş otuza kadar ideallere, vatana, millete, değerlere çalışılıyoruz. Belli bir yaştan sonra da kendimize çalışmaya başlıyoruz. Genel anlamda gözlemlediğim tablo bu.

Dini hassasiyetleri olan insanların, zenginleşmeye başladıktan sonra kapitalizmin getirdikleriyle hayatına devam etmesi lüks içerisinde yaşaması paranın nimetleriyle makam ve mevkii elde etmesi kafamı hep kurcalamıştır. Hep ikilemlerde bıraktı beni. Her zenginleyen böyle oluyor anlamı çıkmasın kesinlikle bu sözlerimden. Eve ayakkabıyla girme modasına uymalar hatta ve hatta evin içerisinde köpek beslemeler, sokaklarda köpek gezdirmeler ve daha nice sonradan hayatımıza giren kültürler. Dışarıda dindar kimliğiyle gözükmeye devam ediyor, fakat içerde kapitalizm ile birlikte gelişen lüks hayat ve günah ikilemleri yaşanıyor. Vicdanlara kılıflar giydirilerek benlikler kandırılıyor. Asgari ücreti dahi işçisine çok gören insan modelleri çıkıyor karşımıza.  Müslüman zengin olmalı sözünü ne kadar doğru anlıyoruz. Ne kadar samimi yaşanıyor İslamiyet? İçimiz dışımız bir mi?  Bunları sorgulamak gerekmiyor mu?
 
Birde madalyonun diğer yüzü var. Toplumumuzda sıradan bazı insanlara bakıyorum. İki katlı evini almış, son model arabaya biniyor, yazlığı var. Diğer taraftan bir devlet adamımızın bindiği arabayı, oturduğu evi ona çok görüyor. Başka biri kendisi de altın birikimi yaparken, diğerinin kilolarca altını var diye, veryansın ediyor. Adamın parası var hacca gidiyor, vay niye çok gidiyormuş, vay efendim fakirlere yardım etseymiş naraları atılıyor. Kendi zihniyetinden başka hiç kimseye, zenginliği, makamı layık görmeyen hastalıklı bir insan modeli çıkıyor karşımıza.
Muhafazakar hayat tarzını seçmiş, mütedeyyin insan kesinlikle günah işlemeyen insan modeli midir? Müslüman insan günah işleyemez mi? Günah işlememeli, dikkatli olmalı tavsiyelerine katılırım ama bütün günahları da kendine hak gören, muhafazakâr insanın yaptığı hataları da kendine malzeme olarak kullanan zihniyete karşıyım.
Kırk, elli sene küfrün içinde yaşamış bir insan, kelimeyi şahadet getirerek Müslümanlığa giriyor da yıllarca İslam’ı yaşayan insanların yaptıkları hatalar ve günahların çok çabuk yargılanması neden? Kırk yaşına kadar vur patlasın çal oynasın yaşamış, sayısızca hataları olmuş insanlar, bir yaştan sonra İslami hayatlar yaşamaya başlamaları gayet güzel. Bohem hayatı yaşayan çok büyüğümüz yok mu? Geçmişini alkolün beslediği insanlarımız yok mu? Hal böyle iken, mutaassıp bir çevrede yaşayan insan, zenginleyince de hatalar yapabilir gerçeğini de kabul etmek gerekir. Çuvaldızı hep başkalarına batırmaktan iğneyi kendimize bir türlü batıramadık velhasıl.
Allahın mağfireti bu kadar genişken, İslamiyet hoşgörü diniyken, bu kadar tahammülsüzlük olmamalı. Yanlış anlaşılmalara sebep vermemek adına burada tekrar ediyorum ki İslami bir yaşayışı ve İslam ahlakını benimsemiş kişilerin yaşantısına azami özen göstermesi gerekir.
Allah nefsi herkese vermiş. Dindara da nefis vermiş, dindar olmayana da. Şeytanın bütün insanlara musallat olduğunu da unutmamak gerekir.
Toplumda münevver de olacak, avam da olacak. Futbolda birinci ligde olacak, üçüncü ligde. Edebiyatta taşra dergisi de olacak, ustaların yazdığı dergilerde. Zaman gelecek zengin, fakir olacak. Zaman gelecek fakir, zengin olacak. Zaman gelecek dini yönü olmayan insan dindarlaşacak, dindar insan, dindarlığı bırakacak. Bu zıtlıklar hep var olacak, yaşanacak. Bunlar imtihan dünyasının cilveleri değil mi ki?
Bütün bunlardan çıkarılan sonuç şu ki; kafa karışıklığına hiç gerek yok. Çok yönlü bakış açısının ve hoşgörünün ışığında tutulan yolun, sağlıklı olduğu kanaatindeyim. Selametle kalmanız temennisiyle
…..
İlkay Coşkun
10.12.2014 
İrade Gazetesi / Yazı No: 24       
İrade Gazetesi - İğne Acısı               
                                           

3 Aralık 2014 Çarşamba

Bana Şiirden Ellerini Uzat

Bana Şiirden Ellerini Uzat

“Bana Şiirden Ellerini Uzat” şiir kitabı Şair Yusuf Bal’ın Ocak 2012 ayında Van depremzedelerin acılarına ortak olma amacıyla hazırlanan bir şiir antolojisi.

     Her yer darma dağın, toz duman içinde. Virane dört bir taraf. Suyu paylaşıp ekmeği bölüşen, umudu taşıyan çocuk bakışlar istemekte sokaklar. Toprağın verdiği gözdağı, yüzleri ekşitse de,  zamanla yerli yerine gelmekte birçok şey. Zaman birçok güçlüğe ilaç olmakta, akıp gitmektedir mecrasına. Malazgirt’ten, Çağrı Bey’den kulağımıza düşen fısıltılar çınlamakta yüzyılları devindirerek. Birlik, beraberlik, kardeşlik, insanlık türküleriyle çağırır bizleri yanına.
 
Soğuk kış günlerinde depreme maruz kalmış bir yanımız. Van titredi yüreklerimizle beraber. Koskoca bir şehir kâbuslarla uyumaya çalışmaktayken, ‘biz ne yaparız’ı düşünerek çıktık yola. Şiirlerimizle, mısralarımızla, özümüzle, kimliğimizle ve insanlığımızla moral olmaya, destek olmaya karar verdik. Sağ olsunlar eli kalem tutan şair dostlarımız teveccüh gösterdiler. Kışın en çetin zamanlarında, sıcağa hasret, güneşe hasret insanımıza soba olur, sıcak bir yuva olsun diye mısralarımız. Düşünmenin, biz olmanın çabasıdır arzulanan, istenen.
 
Sözün, mısraların, kelimelerin ustaları tercüman olur acılara. Yerine göre ağıt olur yerine göre moral yerine göre sıcak bir dost söylencesi olur. Aynı coğrafyayı paylaşan, aynı kaderde yol alan, aynı inanca değerlere sahip insanımız top yekûn olup, kol kanat olmak gerek acıyan yanımıza.

Van depremini ve önceki zamanlarda ki depremleri de yaşayan kardeşlerimize geçmiş olsun. Depremleri daha az ziyanla atlatabilmemiz için gerekli tedbirlerin, önlemlerin alınmasını canı gönülden istiyoruz. Yetkililerin ve halkımızın daha duyarlı olmasını bekliyoruz. Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Şiirleriyle destek veren şair dostların isimlerini zikredecek olursam.
İsmail Özmel,Abdullah Şanal, Suna Doğanay,Ethem Baymak, Neşe Akgündüz, Şuayip Odabaşı, Bilal Karaman, Sevil Sungur, Bekir Alim, Müştehir Karakaya, Mustafa Ayvalı, Mehmet Metin Baş, Feride Ekici, Hatice Eğilmez Kaya, İlkay Coşkun, Orhan Karahan, Meriç Utku, Hasan Coşkun, Yusuf Bal, Mustafa Yıldırım, Aziz Şeker, Asmin Singez, Elvin Öztürk, Kazım Demir, Müzlüm Taş, Ahmet Eroğlu, Elif Gözel, Mehmet Türkmen, Orhan Taner Akdoğan, Ali Ulaş Akalın, Dilek Uluocak, Nihan Işıker, Aslı Ayhan, Ayşe Büşra Erkeç, Ümmügülsüm Ceran, Lütfü Demir, Tuba Palabıyık Yavuz, Turhan Muharrem Turhan, Nuray Alper, Nevin Akbulut, Sezgin Selvi, İlhan Kayhan, Bilal Can, İklima Mert, Ahmet Kayadaleren, Cihat Albayrak, İrem Özal, Deniz Boyluğ ve Erdem Kahraman, kendilerine çok teşekkür ediyoruz.

Kitapta yer alan bir Yusuf Bal çalışmasıyla yazımı sonlandırmak istiyorum. Haftaya
Görüşmek dileği ile hoş çakalın.

Eksik Şey

uzak bir yerdi özlediğim, en soğuk kışlarda yarılan bir ağacın
şarkısını en güzel rüzgar söyler, kurtlar ve çakallar bahanedir
ölecektir ceylan, bir şekilde acı çekecektir
mevsim değişecek, sisler yere değecektir
küçük beyaz cüceden doğacak büyük bir yıldız
işte öyle, yaratılışın ilk anı gibi her şey
kalbe dokununca hüzün, melekler gözden inecektir
kirpikleri ıslak
dünya bu bebeğim, her zaman eksik bir şey olacak
şiirle büyüyecektir
                                                
Not: Bu kitap projesi ile elde edilen gelirin tamamı
Van depremzedelerine bağışlanmıştır.

İrade Gazetesi -Bana Şiirden Ellerini Uzat