26 Aralık 2018 Çarşamba

Sözü Güzel Söylemek


Sözü Güzel Söylemek
İnceliğin, zarafetin, letafetin, ağırbaşlılığın, terbiyenin, olgunluğun, medeniyetin son kerte dışa vurumudur sözü güzel söylemek. Sözü güzel söylemek, güzel konuşmayı da içinde barındırsa da daha derin ve kapsayıcı anlamlar içerir.
Hani “Ne güzel söylemiş atalarımız” diyerek yazımızı, sözümüzü kuvvetlendirmeye ve dahi süslemeye çalışırız. Anlatımdaki öze, güzelliğe hayran oluruz. Güle, bülbüle, “ne güzel yaratmış yaradan” nazarıyla bakarız. “Güzel bakan güzel görür” diyerek bakış çerçevemizi oluştururuz. “Güzele bakmak sevaptır” kurnazlığını güderiz başka bir zaman. “Güzeli herkes sever” diyerek insanın özünü betimleriz.
Kaba ve sinkaflı sözlere de şahit oluruz maalesef. Arzulanan güzel halin galebe çalması, kuvvetli olmasıdır. Zıtlıkların mücadelesi savaş haliyle kendini gösterir. “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” diyerek ağızdan çıkanın önemine dikkat çekeriz. Sükût ile sözü dengelemeye çalışırız. “Söz gümüşse sükût altındır” diyerek ağırbaşlılığa, terbiyeye davet edip her ağzı olanın konuşmaması gerektiğine dikkat çekeriz. Ne kadar söz dolaşımda olsa da “Sözün Özü”ne her zaman ihtiyaç duyarız. Sözün senet olduğu bir dünya tasavvuru yaparız. “Sözüm söz” diyerek sözü pekiştirip güven telkin ederiz. “Sözünün eri” insanlarla dost olmayı yeğleriz. Adı kötüye çıkmış kelimelerden hep kaçmaya çalışırız.  Kelimeleri farklı dizene şair ve yazar denmez mi bir taraftan? Hatip değil midir bizi alıp yeni dünyalara götüren.  Güzel konuşanlara, güzel hitap edenlere hep bir gıpta ile özenerek bakmaz mıyız?
Güzel sözde, güzel konuşmada samimiyet vardır. Kısır döngü menfaatleri, hesapları kapsamaz. Ulvi değerleri taşır, doğruluk vardır. Nasihat ve dua güzelliğindedir. Selamı ve hal hatır sormayı her daim içerisinde barındırır. Sevgiyi, aşkı, muhabbeti hep yanında bulundurur güzel söz. Şekilden öte öze yönelişi, istikameti imler her daim.
Fani dünya tarlarında hoş bir seda bırakma gayretimizi son demine kadar kullanıp “göç yolda düzülür” diyen atalarımızın uygulamaya, harekete ve devamında berekete verdiği ehemmiyeti önemseriz.
Kalubela da verdiğimiz sözleri genlerimizde taşırız. Özümüzde iyiyizdir daha sonraları bozuluruz. Çocuklarımız doğuştan günahsızdır, apaktır. Doğuştan Müslüman ehliyizdir. Veda hutbesindeki sözler kulaklarımızdadır “ey insanlar” hitap başlığı altında. Anne, baba veya büyüklerimizin güzel sözleri kulaklarımızda küpedir. Güzel söz ilaç gibidir, acıyı hafifletir, yaranın hızla kabuk bağlamasını sağlar, küsleri barıştırır, savaşların önüne set olur. Tatlı söz olup yılanı deliğinden çıkarır çoğu zaman.
Kalın sağlıcakla.
İlkay Coşkun
31.12.2018


Yazı No: 6

19 Aralık 2018 Çarşamba

STK Nedir Ne Değildir?

STK Nedir Ne Değildir?

Resmi kurumların dışında, bağımsız olarak işlerini yürüten, sosyal, kültürel, çevresel, sendikal, hukuki gibi alanlarda faaliyetler yürüten yasal dernekler, vakıflar, odalar, barolar kısaca sivil örgütlenmeler olarak tanımlayabiliriz. Bir toplumda bu tür birlikteliklerin olması o toplumda demokrasinin ve demokratik uygulamaların yaygın olduğunun da bir göstergesidir.

Resmi birlikteliklerin yanında bunun gibi gönüllülüğe dayalı sivil birlikteliklerinin de bir toplumun gelişmesine olan katkısı aşikâr. Örneğin yasal olan işçi ve memur sendikalarında çalışanların lehine çalışmalar yapmak çalışanın hakkını korumak bu anlamda çaba göstermek elbette ki değerlidir.

Hiçbir sivil toplum örgütüne üye olmadan bu birliktelikleri gereksiz ve faydasız görmek ise bir o kadar anlamsızdır. Ülkemizde ki sivil toplum örgütlerini güçlendirmek ve ideal hale getirmek istiyorsak bir yerden başlamalıyız. Eğer ki sivil toplum örgütlenmelerinde yanlış giden işler varsa devletimizin denetim mekanizmasına açık olması ve denetlenmesi beklenir. Bunun yanında bu kurumları eleştirenlerinde bir bakıma toplumun bu örgütlerini boş boş eleştirmek yerine mücadele edebilmek için üye olunabilir, yönetime girilebilir ve yanlış giden işlerin düzeltilmesine örgüt içinde katkı verilebilir.

Bu gerekliliği ifade ettikten sonra sivil toplum örgütlenmelerinde eleştireceğim tarafları bu yazımda dile getirmek istiyorum. Sivil toplum örgütlenmelerinde yer alan şahısların bu görevlerini kendilerini göstermek için basamak olarak kullandıkları genel bir kanı. Bu şahısların her ne kadar kendilerine yeni görev veriliyor masumiyetinde lanse etseler de, kerametin bulundukları makamda olduğunu ve bu makamda iken ki taleplerin, arzuların ve çabaların sonucu olduğu gözüküyor. Bu çarpık durumu sivil toplum örgütü çalışmalarından çok siyasete yakınlıklarında ve çarşaf çarşaf verilen pozlarda görmek pekâlâ mümkün. Kendi sivil toplum örgütüne binlerce hatta milyonlarca üyenin olması üzerinden güç devşirme cihetine gidiliyor maalesef. Çevremizde emek vermeden, cefa çekmeden “aşığı cuk aturan” insanlarla doluveriyor maalesef. Bir insanın sanki elinde sihirli değnek varmış gibi aynı anda birçok derneğe başkan veya yönetici olması gibi bir talihsizliği yaşıyoruz maalesef. Bir insan nasıl olur da birçok yerde verimli ve başarılı olabiliyor. Özel bir yetenek sanırım. Bunları görünce insanın, öküzün altında buzağı arayası geliyor.

STK yönetiminin ilgili branşıyla ilgisiz insanların yer olması bu alanın başka amaçlar ve basamak olarak kullanılmasına daha çok zemin hazırlıyor. Bu durum tabela derneği olmak gibi bir sonucu doğuruyor. İster istemez ilgisiz insanlar asli dernek faaliyetlerini yapmayıp bu alanda kaynak israfına yol açıyor. “Tribünlere oynamak” tabirinin içini dolduruluyor sadece. Çevreyle, işçi ile memur ile ilgilenmesi gereken bir STK asli görevini yapmayıp bu makamı hem işgal ediyor hem de kendisine daha üst görevler için basamak yapıyor. Sivil toplum örgütünde esas faydalı olabilecek insanlar dışarıda kalıp, faydası olmayacak insanlarla içini doldurma gafletine en azından bu yöneticileri seçenlerin düşmemesi gerekiyor. Her ne kadar “bal tutan parmağını yalar” mantığı olsa da tamamen bu alanları bu amaçlar için kullanmak bizleri ileri değil farklı mecralara götürür maalesef.

Hele hele ilgisiz bir şekilde erkek egemen mantığında kadını yok saymak veya bunun tersi feminist bakış açısıyla erkeği görmemek sivil toplum örgütlerinin yapabileceği kötü ırkçı yaklaşımlar arasında yerini alıyor sadece. Bu konu dâhilinde uç ve başka bir konu başlığı bir örnek.

Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar’ın ifadesiyle, “günlük politikalarla uğraşmayıp yaptığımız iş ne ise ona yönelmemiz ve politikayı profesyonel siyasetçilere bırakmamız daha doğru olacaktır”. Bilime, ilime, kültüre, sanata ve üretime yönelmemiz bizi madden ve manen daha zengin yapacaktır.

Yönetimi sadece üstten alta doğru jakoben anlayışlarla değil de alttaki vatandaştan, bireylerden, sivil toplum örgütlerinden üste doğru olması da gelişmiş bir toplumun özelliklerinden olduğu unutulmamalıdır.

Bu örneklemeler üzerine başka bir zeyl düşecek olursam;
Toplumumuzda yaptığı işle kendini kanıtlamış, tebarüz etmiş insanlar her alanda yetişmeli. Özellikle sivil toplum mensupluğu bir basamak ve dönemsel bir rol olarak kendilerine biçilmemeli.

Bir bilgenin, “sorular sormak bütün cevapları bilmekten daha iyidir” sözünde olduğu gibi soran, sorgulayan bir toplum daha iyiyi ve güzeli bulacaktır elbet. Bunun için de her türden olumsuzluğa rağmen sivil toplum örgütleri demokratik, özgür bir toplumun olmazsa olmazıdır.

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
24.12.2018


Yazı No: 5

15 Aralık 2018 Cumartesi

Üretimin Tadı

Üretimin Tadı

Bağdaki üzümü yemeye yüzümüzün olması için aynı bağda izimizin olması gerekir. Emeğin, çalışmanın, gayretin önemini ve değerini kavramak işin püf noktası ve özü olsa gerek. “Ekmek, ahlaktan önce gelir” sözünü de yabana atmamak gerekir.
Ekmeğini taştan çıkarmak diye çok bilindik bir söz var ya hani. Zorda olsa üretmenin bereketini ve tadını yaşayanlara hayranım. İş dolayısıyla ilçe ilçe, köy köy dolaştığım zamanlarda bozkırın ortasında da olsa zenginliğimizi ve üretim potansiyelimizi gözlemliyorum. Geçenlerde bir köyün yakınında kaz çiftliğini görünce bu tespitimin doğruluğuna bir daha kani oldum. Bine yakın kazın olduğu üretim çiftliğinde kaz yumurtası üretiminin yanında canlı kaz satışı da yapılıyor. Kümes, yumurta paketleme, kesimhane ve üreticilerin kaldığı küçük bir evin yer aldığı 300-400 bin liralık mütevazı bir yatırım. Bağlı bulunduğu Sivas'ımızın ve bulunduğu Hafik ilçesinin yumurta ve kaz eti ihtiyacının çok azını karşılayabilecek bir çiftlik. Şehrimizde bu tarz çiftliklerden onlarca olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı bu örnekte ki gibi üretimin bir ucunda olmayı, üretimin getirisi olan bereketi yaşamayı çok anlamlı ve güzel buluyorum.
Hani millet olarak hep ağlarız ya. Her sorunu devlete havale ederiz ya. Bu güzel örnekte ne bir şikâyet var ne de serzeniş. Emek var, çalışma var, cesaret var, müteşebbis ruh var. Erkek kadın çift maaş kolaycılığına kaçmadan, emekli olup sadece kahveden eve veya evden camiye gidiş gelişler yerine üretime de kendimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Bozkırın kuşburnusu, alıçı, mantarı, papatyası vs. onlarca bitkinin şehirde ciddi paralar ettiği günümüzde “benim imkânım yok” şikâyet mantığını ve kolaycılığını anlamış değilim.
En iyi kardeşten daha çok veren, Allah'ın lütfuyla bize ikramda bulunan toprağa dönmemiz gerekiyor. Bilgi üretme, teknoloji üretme, sanatsal ürünler üretme gibi çok geniş yelpazeye sahip bu günkü üretme temalı bu yazımda tarım ve hayvancılığı örneklemiş oldum sadece. Hayvancılık ve tarımın her alanını önemseyerek insanları üretime teşvik etmek başta devletimiz olmak üzere hepimizin önceliği olmalıdır.
Üretimi artırarak, çok çalışarak, katma değer üreterek fakirliğimizi ve birçok hastalığımızı iyileştirmek elimizdeyken tembellik kime neyi kazandıracak? “İyileşmek elinde olan bir hastaya acınmaz” diyen Montaigne ne güzel de söylemiş. “Köycülük öldü”, “saman ithal ediyoruz” gibi olumsuz cümlelerde bizim de kabahatimiz yok mu? Ne dersiniz?
İlkay Coşkun
17.12.2018

Yazı No: 4

2 Aralık 2018 Pazar

Dost ve Müttefik Repliği

Dost ve Müttefik Repliği

Müslümanların gayri Müslimlerle yaptığı sözde dost ve müttefik birliktelikleri Müslümanlara yönelik vekâlet savaşlarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Dünya üzerindeki ülkelerin birbiriyle ilişkileri çok girift bir halde de olsa yapabileceklerimiz yine de var muhakkak. Bu olumsuz hal ne kadar bizim için geçerliyse karşı taraf içinde geçerlidir.
 
Müslüman ülke liderlerinin ecnebi ülke liderleriyle karşılaşma, tokalaşma ve resim verme ve hatta basın açıklaması yapma görüntülerine dikkat edin. Hep bir mesaj iletme, şirin ve samimi olma havası görürsünüz. İstemeye istemeye de olsa dost ve müttefik vurgusunu her iki tarafta da sık sık yapma ihtiyacı duyarlar.
 
Dünya üzerinde oynanan oyunlar hep vardı ve olmaya devam edecek maalesef. Bu durumu biz Müslümanlar ve Türklerin ve hatta vicdan sahibi, mazlum bütün insanlığın lehine değiştirme çabaları da yok değil. Özellikle şer odaklarının projeleri, planları bütün ülkelerini istihbarat teşkilatları tarafından muhakkak biliniyordur. Bu oyunların birçoğu deşifre oldu bir taraftan. Her ne kadar yeni oyunlar kurgulanmaya başlasa da sonuç olarak bu oyunlar da kısa bir zaman sonra gün yüzüne çıkıyor. Günümüzde hızlı iletişimin olumsuz yanlarının yanında bu gibi durumların hemen ortaya çıkması noktasında ki olumlu yönleri azımsanamaz.
 
Emperyalist güçler kendileri dışındaki ülkelerden almak istediklerini bazen düşman görünümünde savaşarak bazen de dost görünümünde sırnaşarak alıyorlar. Müslüman ülkeler üzerindeki emellerinin yüzde ellisini gizli ve açık antlaşmalarla sağlıyorlarsa geri kalan yüzde ellisini de toplumda özenti oluşturma ve kandırma yöntemiyle elde ediyorlar. Biz sıradan insanlar için ilk yüzde elliye yapacak bir şeyimiz olmasa da ikinci yüzde elliye mani olmak elimizdedir.
 
Uzun süredir gayri Müslim, Müslüman’ı dindaşı gibi vuruyor. İşid, Fetö, Boko Haram.. Roller ve senaryolar sık sık değişse de asıl oyuncu papaz hiç değişmiyor. Bir de işin böyle bir boyutu var maalesef.
 
Bura da teker teker oynanan oyunları irdelemek yerine büyük çerçeveye bakmak ve dünyayı iyi okumamız gerekiyor. Bu da daha çok Müslüman devletlerin milli ve İslam birlikteliğinden geçiyor. Müslüman ülkelerin öz kaynaklarına, pazarlarına sahip çıkarak çok çalışmalarından ve üretmelerinden geçiyor. Bu devran böyle sürmeyecek inşallah. Amiyane tabirle bir noktada dananın kuyruğu kopacak muhakkak. Müslüman ülkelerinde bir uyanış olacak Allahın izniyle.
 
15 Temmuz sonrası bir kez daha gördük ki ümmet ve millet olarak kendimize gelmemiz için ille de ölmemiz mi gerekiyor? Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
10.12.2018
 
Yazı No: 3

Almanya Türkiye’den On Bin İşçi Alacakmış

Almanya Türkiye’den On Bin İşçi Alacakmış
 
Bu aralar Almanya Türkiye’den on bin işçi alacak şeklinde bir haber dolaşıyor, duyuyoruz. Hemşire, kaynakçı, elektrikçi ve havaalanları yer hizmetlerinde çalışacak kalifiye eleman talep ediliyormuş. Savcılıktan temiz kâğıdı ve dil bilme önceliği de varmış. Bu talebi ana hatlarıyla çizdikten sonra gelelim bu konu hakkındaki mülahazalara.
 
Almanya nüfusu ile Türkiye nüfusu birbirine çok yakın. Seksen milyonun biraz üzerinde. Almanya nüfusunun 15-20 milyonu göçmenlerden oluşuyor. Ayrıca Almanya Türkiye’nin yaklaşık yarı yüzölçümüne sahip.
 
Almanya’daki göçmen nüfusu saymaz isek Alman genç nüfusu düşüş eğiliminde ve yaş ortalaması her geçen gün yükselmekte.
 
Almanların iş disiplini ve çalışkanlığını biliyoruz. İhtiyacı olan özellikle kalifiye eleman talebini bu çerçevede yadırgamamak gerekir ama bizim açımızdan onur kırıcı bir yönü de var bu durumun. Her işe alımda bir seçim olur muhakkak ne var ki bunda diyebilirsiniz. İnsanlar eğitim için, çalışmak için hatta yaşamak için değişik ülkelere gidebilirler de. Bizim ülkemizde de göçmenler var. Aynı Almanya, zor durumdaki Suriyeli göçmenlerden aldığı zengin, kalifiyelileri saymaz isek sadece neden kendi seçimini önceliyor. Her ne kadar ‘işinize gelirse’ mantığını da güdenler çıksa da durumu çokta masum bulmuyorum. Böyle bir talep beyin göçüne benzer bir sonuç doğuracak gibi. Sonuçta hemşire üniversite mezunu, hizmet sektöründe ve suç işlememiş olan genç bir vatandaş. Sen bir insanı yetiştir, büyüt, okut, öbür ülke gelsin bu insanları hazır bulsun, alıp götürsün.

Elli atmış yıldır Almanya’da hayatını idame ettiren soydaşlarımız üzerinden bu talebin kritiğini de yapmamız gerekiyor. Günümüzde gitmesi muhtemel kalifiye elemanların şartları, eğitim düzeyi, beklentileri ve gittikleri zaman ki yaşayacakları ortam eskiye göre kıyaslanamaz bile. Ama yine de on bin insanımızın gelecek yıllarının neler getirip neler götüreceğini iyi düşünmemiz gerekiyor.

İlerde kültürel, dini farklılıklar muhakkak ciddi sorunlara yol açacak. Entegrasyon sıkıntısı illaki baş gösterecek. Asimile olma gibi bir sıkıntı pekâlâ ortaya çıkacak. Müslüman toplumun varlığı üzerinden Alman toplumunun İslam’a yönelişi olabileceği türünden bir sonuç ortaya çıkacak. Almanya başta olmak üzere Müslümanların çok yaşadığı ecnebi ülkelerde kendi anlayışlarına göre bir İslam kurgu çalışmaları devam ediyor maalesef.

Benim dikkatimi çeken, göçmen talepleri neden bizim gibi gelişmekte olan hatta Müslüman ülkelere oluyor ve kıstaslar konuluyor? Amerika da Alman asıllı elli milyon insan olduğunu öğrenince şaşırmıştım. Alanya’da dört bin civarında yaşayan Alman’ı biz böyle kriterlerle almadık ülkemize. Özellikte Avrupa da ve Almanya da yabancı ve İslam düşmanlığının bu kadar arttığı bir zamanda bu tür talepleri iyi tartıp biçmemiz gerekiyor. Almanya gibi ülkelerde, insanımızı ikinci sınıf vatandaş konumuna sokmamamız gerekiyor. Alman, böyle bir alımın boş ve dolu tarafına muhakkak bakmıştır. Bizde bardağın hem dolu daha çok boş tarafını irdelememiz gerekiyor. Bunu devletimiz yapıyordur muhakkak ama gitmeyi düşünen vatandaşlarımızın daha çok düşünmesi gerekiyor. Sonuç olarak bu kaderi yaşayacak onlar.

Almanya dâhil birçok ülkenin benzer sorunları var buna işsizlikte dâhil. Ülkemizde de işsizlik baş problemlerimizden. Ama sorunlarımızı aşma gayretlerimizde var. Almanya gibi ülkelerin taleplerini karşılamak bizden çok onların sorunlarını çözer. Batılıların kültüründe olan bir söz var. ‘Süt vermeyen ineğe yem verilmez’ diye. Sonuçta bir vatandaşımıza üç lira maaş verecek ama onun sırtından on lira kazanacak. Keşke on liralık çalışma ülkemizde kalsa. Bir zamanlar sadece paşa, vali, vergi memuru gönderdiğimiz topraklara işçi gönderiyoruz maalesef.

 
İlkay Coşkun
03.12.2018
 
Yazı No: 2
http://www.yenidogruhaber.com/