27 Haziran 2016 Pazartesi

Zenginliğimiz Gençliğimiz

Zenginliğimiz Gençliğimiz

Merhaba dostlar.

Kısa bir süre önce bir vesileyle köyümde bulundum. Bağlarımızı, bahçelerimizi, ormanımızı, kaynak sularımızı gezme fırsatım oldu. –ne kadarda zenginmişiz- dedim sık sık kendi kendime.

Havası, suyu, toprağı ve tabiat güzellikleri ile kendine büyüleyen bir tablo adeta. Yağışların bu sene daha da çok olması yeşil rengi daha çok hakim kılmış bu diyarlara. Yaklaşık elli hanelik bir köyün kullanımında gürül gürül akan onlarca kaynak suyu var. Bu kadar güzelliğin, nimetin atıl diyeceğimiz bir durumda olması üzüyor insanı. Buraları gördükçe zenginiz ama zenginliğimizi yeterince değerlendiremediğimize şahit oldum. Göz alabildiğince uzanan tarlalar, verimli topraklarda yıllarca sadece arpa buğday ekimi yapılıyor. Çocuk seslerinin olmadığı boş evler, gençlerin olmadığı, ihtiyarlara terk edilmiş koca bir köy uyuyor. Bırakın elli haneyi beş yüz haneyi doyuracak, geçindirecek bir zenginlik var aslında. Bu noktada ki eksiklik buralardan göç eden gençlik aslında. Onların yokluğu bu saydığım alanlarda ki eksikliklerin kaynağı bir nevi. Köyü mamur edecek, ihya edecek, üretecek, hem kendini hem de ülkesini zenginleştirecek bir gençlik lazım. Boş tarlalara pancar, nohut, mercimek, fasulye gibi birçok ürünü ekecek genç nesil gerekiyor. Hayvancılık, arıcılık gibi birçok alan müdavimlerini bekliyor. Bakımsızlıktan yok olma durumuna gelmiş bağları, bahçeleri eski görkemli günlere döndürecek bir gençlik.

Çok zor ve imkansız değil aslında. Çalışmaya, üretmeye istekli yüz genç köyü ihya edebilir. Devletimizin desteklediği birçok projeler varken bu noktada harekete geçecek bir avuç genç neden olmasın ki baba topraklarında. Şehirlerde üç kuruş asgari ücretin peşinden koşan, geçim sıkıntısı çektiği için kadınıyla çoluk çocuğuyla hayat mücadelesi veren binlerce insan var. Birilerini zengin edeceğim derken kendi zenginliğinin hayallerini bile kaybeden binlerce genç nesil. Uyuyan bu toprakları dolaşırken tüm bunlar geçti içimden ne yazık ki. Onların enerjilerinden tam anlamıyla faydalanmamamız ne büyük kayıp hem onlar hem de ülkemiz için.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek; “Düşün genç adam, düşünmenin ne kadar haysiyetli bir şey olduğunu düşün” diyerek gençlerin hep düşünmesini ve sorgulamasını istemiştir. Hz. Ali ise geçliğin önemi hakkında; “Gençliğin ve sağlığın kıymeti, elden gitmedikçe bilinmez” sözüyle vurgulamıştır.

 Çocuğuyla, genciyle, orta yaşıyla ve yaşlısıyla toplum dinamik bir yapı taşır. Gençlerle beraber toplumumuz dinamizmi yükselir ama her evrenin kendine göre ayrı ayrı önemi ve güzelliği vardır. Bir örnek verecek olursam; Varna Savaşı'nda muharebe meydanında gezen II. Murad, düşman askerlerinin hep genç olduğunu görür. Komutanlarından birine sorar. "Garip değil mi? Bu kadar ölünün içinde hiç aksakallı görmedim. Hepsi genç, hepsi taze!" Komutan şu cevabı verir: - padişahım, içlerinde bir aksakallı olsaydı başlarına bu felâket gelir miydi?- diyerek yaşın, deneyimin önemine vurgu yapmıştır. Gençlerin tek başına toplum içerisinde çokta kıymet-i harbiyesi tam anlamıyla yoktur aslında.

 Son tahlilde yaş ilerledikçe, gençlik yavaş yavaş elden gitmeye başladıkça daha çok anlıyor insan gençliğin kıymetini. Adrenalin, çalışma gücü, hayal, macera gibi birçok kabiliyet yerini sakinliğe, durağanlığa bırakıyor kendisini. Her şeye rağmen genç nüfusumuzla, Suriye’den misafir olan geçleri de düşünürsek her geçen gün biraz daha yaşlanan Avrupa’nın önünde koca bir güç olarak duruyoruz dün gibi.

Elbette ki günü gelince atıl olan zenginliklerimizi gün yüzüne çıkaracaktır gençlerimiz. Önemli olan gençleri yüreklendirip cazip fırsatlar sunabilmektir. Bu noktada en çokta eğitimli, bilgili, ileriyi sezebilen gençlerimize güvenmemiz ve o kayıp alanlara yönlendirmemiz gerekiyor.

Sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 29 Haziran 2016 - Yazı No: 106
İrade Gazetesi-Zenginliğimiz Gençliğimiz-İlkay Coşkun-29.06.2016

20 Haziran 2016 Pazartesi

Geldi Gidiyor Yine Ramazan

geldi gidiyor yine ramazan

dertlerle dertlenip,
derde ortak olmak
derdine derman,
derlenip toparlanmak
ramazan olmak


Merhaba sevgili dostlar

Ramazan üzerine her sene olduğu gibi bu senede çok çok konuşuldu ve yazıldı. Her zaman olduğu gibi din alimlerine hocalarına ilginç sorular ve bunlara din anlamında verilen cevaplar konuşuldu uzun uzun. Yapılan söylenen gaflar gündemdeydi her zaman olduğu gibi. Bu kadar hareketliliğin içerisinde suskun olan, dinini naçizane yaşamaya çalışan birçok insanımız her zaman olduğu gibi camilerimizi doldurdu yine.
 
Eski ramazanlar, insanın çocukluk yılları gibi her zaman çok karşılaştırılır, çok konuşulur. Bu değerlendirmeler genellikle eski ramazanların iyi olduğu şimdiki ramazanların arzulanan şekliyle olmadığı şeklindedir. Örneklerle de bu durum desteklenir ama ben daha çok tersini düşünüyorum. Birçok yünüyle şimdiki ramazanları daha dolu dolu ve daha güzel yaşandığını düşünüyorum.  
 
Marketlerin dolup taşması ramazanın doğasına ters bir durum olarak gözüküyor. Ramazanla birlikte gıda fiyatlarının artması daha da vahim bir durum. Bu ramazanda da gıda fiyatlarında çok bir artış olmamış gibi alışverişe son hız devam edilmekte.

-Ramazanda bir ay kapalıyız- anlayışından -sahura kadar açığız-anlayışına döndük son yıllarda -her şey dahil iftarları-da işin cabası. İsmini buradan zikretmek istemediğim malum gazlı içecek markası, ramazan sofralarımıza girdi gireli kapitalist sistem sofralarımızı da esir almışa benziyor. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü derken ramazan ayında gıda, içecek tüketimi üzerine de tüketiciye yönelik türlü türlü satış taktikleri denenip uygulanıyor. Yaşadığımız şehirde boy boy gıda reklam afişlerinin yanında ramazana özel açık büfe reklamları yarışıyor. “Bunun ne mahzuru var” denebilir. İnsanlara sunulmuş bir alternatif denebilir ama en azından insanları sadece tüketen bir pazar konumuna oturtturma mantığına baştan karşı olmamız gerekiyor. Her şey dahil mantığı inancımızdaki -aza kanaat etme- anlayışıyla ne kadar bağdaşabilir ki? Ramazan ayında yiyecekler üzerine yapılan sohbetleri minimize etmemiz gerekiyor. Bir iki çeşit yiyecekle ramazan orucunu tutma türünden akımlar, uygulamalar pekala geliştirilebilir ve yaygınlaştırma yoluna gidilebilir. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanımız ramazan öncesi yaptığı bir çağrıda, lüksten uzak sofralara dikkat çekip, gerçek anlamda ihtiyaç sahiplerine iftar verilmesi yönündeki uyarısını dikkate almakta fayda var diye düşünüyorum.                                                   
Nihat Hatipoğlu gibi hocaların ramazanla birlikte tavan yapan din tacirliği suçlamalarını üzerlerinden atmaları gerekiyor mümkün mertebe. Bu durumu önlemek için ramazanlarda medyada çok gözüken hoca isimleri değişebilir. Gösterişli etkinliklerden kaçınmak gerekir. Alınan büyük paraların en azından dikkat çekecek kısmı yardım kuruluşlarına bağışlanıp ilan edilmesi önemlidir. Bu gibi konulara dikkat edilmesiyle -kendilerinden emin olsalar dahi- bir şekilde fitnenin, spekülasyonun önüne geçmeleri mümkündür.
Diyanetin, -teravih namazı hızlı kıldırılmasın- uyarıları doğru tabii ki. Teravihi çok hızlı kıldıran jet imamların kulakları çekilmesi gerekir. Diyanetin teravih namazına rast gelen futbol maçlarından dolayı bu uyarıyı yapması gayet önemliydi bu anlamda.
Evimin yakınında ki kıraathane iftarı on dakika geçmeden müdavimleri ile dolup taşıyor. İçerisine bir göz atıyorum, ne kadar dolu oyun heveslisi olduğunu görüyorum. Bu durumu izahta edemiyorum açıkçası. Bu ramazanda dikkatimi çeken bir başka gözlemim ise mazereti dolayısıyla gizli kapaklı da olsa orucunu yiyen nesillerden ulu orta hiç çekinmeden oruç yiyen nesillere doğru bir gidiş var gibi.
 
Müslüman âleminde bu kadar gözyaşı ve savaş varken tatil anlayışındaki bayram kutlamalarını, lüks harcamalarını, tatil bolluğu olan cennet ülkemde, memurlara verilen dokuz günlük tatilleri doğru bulmadığımı belirtmem gerek. Sonuçta bayram hak edene sunulan bir lütuf değil mi?

Sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 22 Haziran 2016 - Yazı No: 105

İrade Gazetesi-Geldi Gidiyor Yine Ramazan-İlkay Coşkun-22.06.2016
 

10 Haziran 2016 Cuma

Yeni Dünya ve Terör

Yeni Dünya ve Terör

Merhaba dostlar.

Taşlar yerinden oynamaya başladı. Kara kıta Afrika başta olmak üzere, Orta Doğu halkları, zulüm altındaki insanlar, sömürülen halklar ve dünya genelinde Müslümanlar uyanmaya başladı.

Elli sene, yüz sene sonrasının hesaplarını yapan egemen güçler bu durumun farkındalar tabii. Bu yüzden terör başta olmak üzere, birçok kozlarını, ahlaksız oyunlarını, şeytani dümenlerini sergiliyorlar fütursuzca. Hani tarih boyu güç savaşları, egemenlik mücadeleleri vardı. Şimdikinin ne farkı var ki denebilir. Bu tezi çürütecek onlarca örnek verebiliriz.

Fransa’da bir süredir yaşanan karmaşa Avrupa birliğinin geleceğinin ipuçlarını veriyor adeta. Birçok olumsuz gidişatı göze alarak bütün enerjisini terör ve karmaşayı çözmeye adadı gibi bir resim çiziyor. Hareket alanının olmasını da fırsat bilerek yılanın başını erken koparmayı hedefliyor sanki. Efendi konumundaki Avrupa başına gelecekleri biliyor esasen. Sömürdüğü yeraltı zenginliklerin ve işgücü potansiyelinin gün gelecek karşısına silah olarak çıkacağını az da olsa görmeye başladı. Yeniçağla birlikte ikinci üçüncü sınıflarda yer alan insanlar efendi istemiyor. Dünyanın zenginliklerinden efendiler kadar pay almak istiyor artık. Hizmet etmek değil hizmet görmek istiyor velhasıl.

Pkk’ya kucak açan Belçika ve Fransa’da ki terör saldırısına üzüldük ama birçoklarımız karmaşık duygularda yaşadı. Bu duyguları egemen güçlerin halkları daha çok yaşıyor olmalı. ‘İnsan kimliği’ni önceleyip bütün dünyanın teröre karşı samimi olması gerekirken, teröre her ne şartta olursa olsun karşı çıkılmalıyken, Avrupa ülkelerinin menfaatleri gereği terör sevici hallerini anlamakta zorlanıyor insan. Kendilerine dokunduğu zaman, rahatlıkları kaçtığı zaman muhakkak değişecektir ve terör sevici hallerinden vazgeçeceklerdir inşallah.

Çifte standart konusunda çok yol kat etmiş olan Avrupa’nın da söyleyecek pek sözü yok bu anlamda. Gezi Parkı olaylarında ülkemize üşüşen egemen güçler ne koparırım veya ne kadar zarar verebilirsem kardır hesabı yapmaları kendine fazla güvenmenin verdiği en büyük hataydı. Egemen güçlerin karşısında operasyon yapabilecek karşı güçler şu anda yetersiz ama ileride operasyon yapabilme hüviyeti kazanmış büyük güç olarak görmeyecekleri ne malum. Hal böyle olduğunda İçten veya dıştan gelebilecek operasyonlarla pekala panik halini yaşayabilirler. Sorunlarla, terörle boğuşan bir Avrupa’yı avuçlarında bulabilirler. Bu durum belki de “bir musibet bin nasihatten iyidir” realitesini hatırlatarak, Avrupa’nın daha hakkaniyetli, daha adil politikalar içerisine girmesine neden olabilir bu durum. Avrupa’nın temelini sarsan sorunlarda Türkiye’miz etkili bir güç olabilir. Suriyeli mülteciler konusunda Avrupa’nın çaresizliğini ve ülkemizin kilit rolünü son yıllarda görmekteyiz.

Güç odakları ve egemen ülkeler içeride veya dışarıda kirli işlerini birilerine yaptırırlar. Bu birileri bu süreç boyunca büyürler, zamanı gelince de sahiplerine zarar vermesinler diye diskalifiye ederler veya öldürüp etkisiz hale getirirler. İşte bu kadar düz mantıktır yaşananlar ama son yıllarda bu taşeronların kısa zamanlarda ifşa olmaları işlerini daha da zorlaştırmaktadır.

Son beş ayda beş defa Türkiye’ye gelen Angela Merken’in partisinin onbir Türk asıllı milletvekilini de kullanarak 1915 sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını meclislerinden çıkarmalarına şahit olduk. Oyunlar büyük oynanıyor. Zannediliyor ki karşısındaki müstemleke bir ülke. Bilmeliler ki satrançta yanlış ata oynadığını zamanı gelince fazlasıyla hissedecekler ve zararlarını da göreceklerdir. Bütün bu gayretler Türkiye’nin önünü kesmeye, yoluna taş koymaya yönelikte olsa bilmeliler ki uyuyan devin uyanmaya başladı gerçeğini göz ardı etmeleridir.

Üç buçuk milyon gurbetçimiz Almanya’da “B” planını bekliyor aslında. Yüzde yirmiler civarında ithalat ve ihracat alışverişi içerisinde olduğumuz Almanya ile ilişkilerimizde sağduyuyu ve tedbiri elden bırakmamamız gerekiyor. Seçim dönemlerinde iktidarıyla muhalefetiyle Avrupa’nın göbek şehirlerinde stad mitingleri yapmamız fazlasıyla korkutmuş olmalı Avrupalıları. Seksen milyona yaklaşmış genç nüfusumuzla gerek pazar gerekse de işgücü potansiyeli anlamında Avrupa’nın karşısında uyanmaya başlayan koca bir devletiz. Yunanistan hezimeti, İngiltere çatlağı gibi birçok hayal kırıklıklarıyla boğuşan Avrupa, Türkiye de olan taze kanı aramıyor değil aslında. Gerekli panzehirlerinin bizde olduğunun bilinci var ama Hıristiyan kulübü olmalarından dolayı böyle bir adımı atamıyorlar ve dağılmalarının sebebi de bizden olacak gibi gözüküyor. Bu noktada bize dost gözüken düşmanlarımızın, bizlerden kimleri dost edindiklerine iyi dikkat etmemiz gerekiyor. Amerika’dan, Almanya’dan, İngiltere’den ve Fransa’dan örnekler çok var.

Avrupa birliğinin uzun ömürlü olması için gerek ülkemiz üzerinde gerekse de Orta Doğu üzerinde oynadıkları oyunlarından vazgeçmeleri gerekiyor. Terör kartını kullanma alışkanlıklarını bırakmaları gerekiyor. Gerek kendi halkları gerekse de bütün dünyanın selameti için Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bütün birlikteliklerin egemen güçlerin menfaatlerine hizmet etmelerinden kurtarıp daha işlevsel olmaları lazım. Ülkelerin mücadelelerini hep birbirleriyle vermeleri yerine daha çok enerjilerini insanlığın genel sorunlarına, çevre sorunlarına ve bilime vermeleri elzemdir.

Savunmasını kuvvetlendirmiş, gücünü kazanma yoluna girmiş bir Türkiye ve Müslüman ülkeler dünya barışında önemli roller üstleneceklerdir. İnsanlık şu anki olduğu yerden çok daha iyi durumda olacağı kesin. Her ne kadar dünyamız batıdan doğuya doğru dönse de güneş her zaman doğudan doğar. Elde edilen güçle birlikte, uzunca bir süredir batı üzerinde olan hayranlıkla bakan gözler doğuya ve Müslümanlara kayar ister istemez. Belki de bu gerçeğin kabul edilemez olmasının sancılarını, kavgalarını yaşıyoruz uzunca bir süredir. Geleceğin dünyasında hangi devletler süper güç olur bilmem ama bu süper gücün adayı, Müslümanlar,  Türkler, Araplar, Çin ve Hindistan diyebilirim.

Sağlıcakla kalınız.

 
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 15 Haziran 2016 - Yazı No: 104
İrade Gazetesi-Yeni Dünya ve Terör-İlkay Coşkun-15.06.2016

4 Haziran 2016 Cumartesi

Fetih Ruhu

Fetih Ruhu

Merhaba dostlar.

Fetih, bizim genlerimizden gelen bir özelliğimiz olmalı. İslam’la birlikte bu ruh ulvi bir anlam kazandı. Bu ruhu taşıyan çok az milletten biri olduğumuzu düşünüyorum. Fetih ruhunu taşımamız hasebiyle belki de başka alanları ihmal ettik ve kayıpları da beraberinde taşıdık bu yüzden. Bu da mevzunun diğer bir boyutu.

İstanbul’un fethinin 563. Yıldönümünü 29 Mayıs’ta kutladık. İstanbul’un fethi 1910 yılından beri kutlanmasına rağmen daha çok son beş yıldır devletimizin de öncülüğünde daha da görkemli bir şekilde kutlanmaya başlandı.  Ayasoyfa’nın ibadete açılma beklentisi canlılığını sürdürüyor. Ramazan ayının iftar programlarının 30 gün boyunca Ayasofya’dan yapılacağı söylendi. Müslümanlar için Ayasofya’nın ibadete açılması muhakkak bir sinerji oluşturacaktır. Üzerimizdeki kara bulutların kalkmasına katkısı olacaktır ama tek başına her şey değildir. Tarihi diziler, filmler, ardı ardına gelen büyük projeler, 2023 hedefleri derken iyiye doğru bir gidiş hali var. Oluşan bu sinerjinin karşısındaki karşı duruşları da göz ardı etmememiz gerekiyor.

İnsanımızın gönül dünyasına hitap eden mehter marşı başta olmak üzere, Diriliş Ertuğrul dizisindeki bazı karakter oyuncuların gösterişli giysileriyle kutlamalarda arzı endam etmeleri, muhteşem başka görüntüler derken bizi yüzyıllar öncesi ecdadımızın görkemli yıllarına götürdü ister istemez. İstanbul’un fethi kutlamaları daha çok bayramlar nasıl kutlanmalı düşüncesinin ipuçlarını bizlere fazlasıyla vermektedir. Milletin gönlüne hitap edebilmenin ehemmiyetini bir kez daha görmüş olduk.

Ülkemizde hala sesi çok çıkan bir güruh var ki bunlar medeniyetin hep batıdan geldiğine inanırlar. Ecdatlarını geçmiş tarihlerini ne komiktir ki pek kabullenmezler. Kendilerini kalburüstü sanırlar ve ona göre salınırlar ortalıkta. Çok etkindirler nedense. Sadece Artemis’i, Eros’u, Zeus’u, Roma’yı, Bizans’ı, şarabı, Keops’u, Antik çağı vs. bilirler ya da öyle bilmek isterler. Osmanlıyı, Selçukluyu, Türkleri ve Müslümanları pek bilmezler ya da bilmek işlerine gelmez. İstanbul’un fethini görmemeye çalışırlar. Bunlara karşı önyargılı değilim ama efsanelerde kaybolmalarına üzülmüyor değilim aslında. Ülkemizde azınlıkta olsa sesi çok çıkan bir güruhu her ne şartta olursa olsun memnun edemezsiniz. Bunlar İngiltere kraliyet düğününe methiyeler dizerler. Sıra gelir bizdeki düğünlere pekala veryansın ederler. Uç bir bakış açısı ama ülkeler arasında mübadele gerekiyor belki de.

Neyse biz konumuza geri dönecek olursak, son üçyüz yıldır durağan ve uyuyor durumunda olan bizlerin fetih ruhu ile birlikte dünya üzerinde etkin ve sözü geçen bir millet olmamız gerekiyor. Özellikle dünya Müslüman milletleri için çokta gerekli bir durum bu. İnsanlığın sorunlarının çözümünde de bizlerin rol alması gerekiyor. Egemen güçlerin dünya üzerinde gerçekte egemen olmadıkları sadece savaşlara ve gözyaşlarına sebep olduklarını bütün insanlık görüyor ama görmemezlikten geliyor. Biz yaşlar belki göremeyeceğiz ama elli yıl sonra dünyadaki dengelerin çok değişeceğine inanıyorum. Bu günün dünyasından çok daha farklı bir dünya bekliyor torunlarımızı. Bütün gayretimiz, torunlarımızın kucaklarında bulacakları yenidünyanın çok daha iyi olması yönündedir.

Fetih ruhu, tam bağımsızlığı getirecektir. Ayaklarımızdaki bütün prangaları kırıp kendi ayaklarımızın üzerinde yürümemizi sağlayacaktır. Fetih ruhu, çok çalışmayı, yerli sanayiyi, yerli üretimi beraberinde getirecektir. En önemlisi de kendine güven duygusunu geliştirecektir. Müslüman halkların sıkıntılarına gerçek anlamda dertlerine deva yine biz Müslümanlar bulacağız.

Fetih ruhunu yaşatabilmek için kültür alanındaki hurafeleri, yanlış uygulamaları kaldırarak insanımızın tabiatına, dinine kimliğine uygun olanları desteklemek geliştirmek ve yaşatmak gerekiyor. Batıcı dayatmalardan ve kültür emperyalizminden ancak bu şekilde korunabiliriz. Özenti halinden uzaklaşmamız ve kimliğimizi, insanımızı küçük görme hastalığından kurtulmalıyız. “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi hamasi duygulardan sıyrılıp gerçekçi bakış açılarıyla fetih ruhunu canlı tutmamız gerekiyor.

Fetih ruhunu canlı tutabilmek için, semboller elbette ki olacaktır ama önemli olan amaç ve sonuçtur. Türk İslam medeniyetine büyük katkılar yapmış, imparatorluk kurmuş ceddimizden ilham alarak başsız olan Müslümanların sorunlarına çareler üretebilmeliyiz. Yüreğimizde taşıdığımız fetih ruhu uyanışımızı tetikleyecektir. Bizler büyük bir İmparatorluğun mirasçılarıyız ve bunun gerekliliklerini yerine getirebilmeliyiz.

Sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 08 Haziran 2016 - Yazı No: 103
İrade Gazetesi-Fetih Ruhu-İlkay Coşkun-08.06.2016