27 Ağustos 2014 Çarşamba

Üçüncü Sivas Kitap Günleri


Üçüncü Sivas Kitap Günleri
Merhaba dostlar
2. Sivas Kitap Günlerinde, yayınevleriyle bir mülakat yapıldı. Mülakatı şair arkadaşım Yusuf Bal Bey yaptı. Fuar sonlarına doğru yayınevlerinin fuar değerlendirmelerini aldı. Yazı o tarihlerde Sivas Posta Gazetesinde yayınlandı.  Bu değerlendirmelerden bazılarını sizlere aktarmak istiyorum.
Kayseri, Şiir Vakti Yayınlarından Selim Tunçbilek, ‘Fuarlar kanalıyla yerel yazarlar ulusal kitap kanalları ile de tanışma imkânı elde ediyorlar’ tespitiyle fuarların önemli faydalarından birine dikkat çekmiştir. Ayrıca öğrencilerin birbirleriyle olan etkileşimleri sonrasındaki eylemleri neticesinde, belli kitaplara olan ilginin artmasına değinmiştir.
Ferfir Yayınlarından Şeref Yılmaz Bey, fuar süresi içerisinde yaşanan sıkıntılar karşısında muhatap bulamamaktan bahsetmiştir. Sabahtan akşama kadar güneş ışınlarının stant önünde olduğu, havanın çok sıcak olması ve akşam saatlerinde de sık sık elektriğin kesilmesi satışları etkilediğini dile getirmişlerdir. Şeref Bey’in yetkililerden fuar alanında kullanmak için kablosuz internet talebi de olmuştur.
Aydili Yayınlarından Şener Bey, kitap fuarlarını şenlik alanları olarak görmektedir. Fuarların, yazarlar için kendi okurunu bulma umudunu artırdığını dile getirmiştir.
Profil Yayınlarından Osman Küçük Bey, fuar alanı için kapalı alanları önermiştir. Gerek yağmur ve soğuktan, gerekse sıcak ve güneşten direkt etkilenmemek için kapalı alanların fuar için ayrılması gerektiğinden bahsetmiştir.
Ötüken Neşriyat adına, Yunus Mahiroğulları Bey, yağmurdan korunmak için, daha güzel bir fuar standı talebinde bulunup mayıs veya ekim ayını en iyi fuar zamanı olarak önermiştir. Ayrıca şu tespitini çok anlamlı ve güzel buldum. ‘Bir memlekette kitap fuarlarının düzenli aralıklarla yapılması, kitap okuma alışkanlığı olmayan insanların fuar alanını gezdikten sonra kesinlikle iyi bir okuyucu adayı olabileceği ihtimalini beraberinde getirir’
Beyan Yayınlarından Ayhan Aras Bey, Selçuklu ve Osmanlı mimarisine yakışan estetik stant beklentisini ifade etmiştir. Kitap fuarları yayınevi için maddi kazanç sağladıkları yerden çok, yazarın ve okurun manevi kazancından bahsetmiştir. Kocaeli ve Malatya fuarlarını örnek almamız noktasında önerisinde bulunmuştur.
Anemon Yayınlarından Ali Gültekin Bey, fuarları okur ve kitap arasında doğrudan ilişki kurdukları yer olarak görmüştür.

Vilayet Yayınlarından Kadir Mahiroğulları Bey, fuarlarda kitapların indirimli satılması gerektiğinden bahsetmiş ve fuar zamanlamasına ayrıca vurgu yapmıştır.

Sınırlı sayıda yayınevlerinin katılımıyla da olsa gerçekleştirilen bu mülakatın can alıcı notlarını sizlerle paylaşmak istedim.  İstedim ki şehrimizde misafir olan yayınevleri, şairler ve yazarların haklı taleplerini yetkililer bu seneki fuarda karşılasınlar. İsterim ki her bir misafirimiz şehrimizden memnun ayrılsın. Emeğinden dolayı Yusuf Bal arkadaşıma tekrar teşekkür ediyorum. Yerel basın çevresinin ve Sivas kamuoyunun dikkatini çekmek adına, fuarla alakalı çabaları desteklemek gerektiğine inanıyorum.

3.Kitap Günlerinde sürpriz seçkin yazarlar var. Sivaslılar için yazarlarla buluşma adına güzel bir fırsat olsa gerek bu fuar.

Kitaplarını imzalayarak okuruyla buluşturacak olan şair yazar dostlarıma başarılar diliyorum. 
Daha geniş kapsamlı kitap fuarlarında buluşma temennisiyle, sağlık ve huzur dilerim.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 27.08.2014 / Yazı No:9

İrade Gazetesi - Kitap Fuarı üzerine - İlkay Coşkun

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Kültürel Yozlaşma

Kültürel Yozlaşma
 
Yozlaşma sözcüğünün anlamı asıl niteliklerini, benliğini yitirmek,  soysuzlaşmak, tereddi etmek olarak tanımlanmaktadır. Kültürel yozlaşma ise kısaca, kültürel yapıda istenmeyen, olumsuz değişiklikler olarak tanımlanabilir.
Toplumdaki fikir ve sanat varlıkları sürekli olarak değişmekte.  Yenileşmelerle birlikte, hareketli bir yapı oluşmaktadır. İnsan yaşayışındaki kültürel yapıyı etkileyen birçok etken vardır. Dünyada popüler kültür denen olgunun yaygınlaşması, iletişimin, teknolojinin çok hızlı bir şekilde gündelik hayatımıza girmesi birçok sorunu da beraberinde getirdi. Kültürel yapıyı en fazla etkileyen iletişim aracı olarak televizyonu ve interneti gösterebiliriz.
Çok fazla televizyon izlemek, dünyaya seyirci gözüyle bakmak, insanın üretmesini, sorgulamasını olumsuz yönde etkilemektedir. En kıymetli zaman dilimleri, eğlence adı altında heba olup gitmektedir. Tam bu olumsuz tabloda eğitim, gidişatın olumlu veya olumsuz yöne seyrinde bir anahtar rolü oynamaktadır. Eğitim, öğretimi de içine alan çok yönlü aynı zamanda kapsamlı bir alandır. Eğitim sistemini sağlıklı temeller üzerine oturtmuş olan ülkeler, kültürel yozlaşmadan en az derecede zarar gören ülke olmuşlardır.
Victor Hugo,  “Bir insanı uygarlaştırmaya karar verirseniz, işe ninesinden başlayın. ” diyerek, eğitimde çok geniş bir perspektif çizmiştir.
Eğitim, bireyin ve toplumun bekası için çok önemli bir unsurdur. Eğitim seviyesini ve ekonomik şartlarını düzeltemeyen toplumlarda kültürel yozlaşmalar baş göstermektedir. Bu yozlaşmayı sokakta, mahallede, televizyonlarda, kısacası bütün toplu yaşam alanlarında gözlemlenmektedir. Bazı televizyon kanallarında, insanlar çıplaklıkla, seviyesiz hareketlerle bir şeyler yapmaya bir yerlere gelmeye çalışmaktalar. İşin kötü tarafı, destek ve ilgi toplamalarıdır. Kültürel anlayışı uygun olan birçok toplum bireyi de, pür dikkat ilgisini sunmaktadır bunlara. Bu vesileyle sanat yönü olmayan birçok insan, gerçek sanatçılardan daha çok tanınıp bilinmekteler.
Bildiğiniz üzere toplumumuzda kitap, gazete, dergi okuma oranı çok düşük seviyelerde. Ülkemizde bir milyon tirajı yakalayan gazete yok gibiyken, Japonya’ da on milyon üzerinde tirajı olan gazeteler mevcut. Okuma oranlarını artırmak için gerekli çalışmalar yapılmalı. Toplumda okuma bilincini artırıcı politikalar geliştirilmeli. Bir şekilde insanların okumaya yönlenmesi sağlanmalıdır.
Toplumumuzda bir keşmekeşlik hâkim. İnsanlar evlerinde, sokaklarda saygıdan yoksun bir görüntü sergiliyorlar. Yıllar önce, çocukluk dönemlerimiz de evlerimizde adab-ı muaşeret kitaplarımız vardı. Bunlar öğretilerle örülü kitaplardı. Bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu günümüzde ise eskinin adab-ı muaşeret kitaplarını arar olduk.
Rahmetli Ahmet Kabaklı’nın çok güzel bir sözü var şöyle;  yeterli derecede halkımız var, fakat yeterli münevverimiz yok”, demişti.  Gerçektende çok anlamlı ve yerinde bir söz olmalı.
Okuyan, yazan, sorgulayan, ışık olan münevverlere ihtiyacımız var.
Confucius;  “Elmas yontulmadan insan yanılmadan mükemmelleşemez” demiş. Bizler çok yanıldık, hem de çok. Artık münevverleşmemizin ve mükemmelleşmemizin zamanı geldi de geçiyor.
İyi eğitimli insanların cesaretleridir bu yozlaşmayı kıracak güç. Arabesk toplum kültürünü aşmak, çok okumaktan, çok sorgulamaktan, çok yazmaktan geçiyor. Bu noktada devletimize, devletin nezdinde Milli Eğitime, üniversitelere, yazarlara, çizerlere, entelektüellere ve geleceği iyi okuyabilen toplum bireylerine çok iş düşüyor. Kendimizden başlayarak, dalga dalga bu kokuşmuş, yozlaşmış sendromdan kurtulabiliriz. Buradaki sıkıntımız mobilyacının önüne gelen hammaddeyi yeterli derecede iyi işleyememesi, güzel mobilyalar yapamamasıdır. Her şey bitmiş değildir. Yanlışları görüp çözümler üretmek yeterli olacaktır.
Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok. Nasıl İslam bilginleri, İslam medeniyetinin oluşumunda Eflatun’un öğretilerinden faydalandıysa, nasıl Orta Çağ Avrupa’sı medeniyetini oluştururken Osmanlı İslam medeniyetinden faydalandıysa, bizde toplum olarak bizden önde olan toplumların öğretilerinden faydalanabiliriz. Devletimizin ilgili birimleri ve toplumun aklıselim bireyleri gerekli hassasiyeti gösterdiklerinde, kültürel yozlaşmanın önündeki en büyük set olacaktır.
Yeni haftalarda buluşma temennisiyle, sağlık ve huzur dolu günler dilerim.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 20.08.2014 / Yazı No:8
 

‘Engelsiz Mısralar’ Hakkında

‘Engelsiz Mısralar’ Hakkında

Merhaba dostlar. Temmuz ayı içerisinde bir kitap posta ile tarafıma gönderildi. Şair dostum Mustafa Ayvalı Beye bu nazik davranışı için teşekkür ederim. Küçük çabaların içindeki ayrıntılar her zaman beni heyecanlandırmıştır. Amacına ulaşmış bir emeğin küçüğü büyüğü olmaz aslında. Şair ve yazarlar bu duyguyu çok iyi bilirler. Bir yazım bir şiirim yayınlandı mı kitaplaştırıldı mı ne kadar mutlu oluyorum anlatamam. Küçük ama manalı mutluluklar bizimkisi.

Olmayabilir ya/ kiminin kolu/ kiminin bacağı/ kiminin de gözü/ atıyor ya/ o sevgi, umut ve/ yaşam dolu yüreği/ Ali Haydar Koyun Bey’in mısralarıyla yazıma başlamak istiyorum.

Sosyal duyarlılıklarla yapılan her çalışma küçük de olsa büyük de olsa önemsemek lazım. Çevre İnsan ve hayvanlar için gerçekleştirilen duyarlılıkların hepsinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Herkes kapısının önünü temizlerse şehir temiz olur, ülke temiz olur, dünya temiz olur. Bu bağlamda önem sırasına göre olan doğru geçişleri değerli buluyorum.

‘Engelsiz Mısralar’ çok anlamlı ve güzel bir kitap ismi olmuş. Temmuz 2014 yılında yayınlanan kitap seksen altı sayfa. Gerek kapağındaki ana renk beyaz. Gerek içerik gerekse estetik bakımından hoş bir birleşimle okurlarla buluşmuş bir eser. 

Gün kızıllığında kırık avize/ gibi, loş ışıklar saçtı denize/ bir sukut-i hayal bıraktı bize/ ah, savrulup gitti o incecik dal/ mısralarıyla Ali Rıza Atasoy Bey ‘Bir Çizgi Bir Ayak İzi’ şiiriyle büyük bir yaşanmışlığı nakşetmiş mısralara.

Şiirlerin içerisinde ortak şiir olarak nitelendirebileceğimiz atışmalarda mevcut. Örnek verecek olursam;

İnsanoğlu garip kul, neler gelir başına/ kim erişmiş acaba fani dünya yaşına/ hayat bir masal olsa binsek Anka kuşuna/ her yürek yangınında kaynar özüm, nar olur/ mısralarıyla Osman Öcal Bey dünyanın geçiciliğine vurgu yaparak şair duyarlılığıyla olması gerekeni bizlere sunmaktadır.

Ayten Soğancı Bozkır Hanımefendi, ‘Engelliye iş verelim’ diyerek önemli bir soruna parmak basıp, çözümü de aynı cümle içine yerleştirmiştir.

Ekrem Altıntaş Bey ise ‘ayaklarım’ şiirinde;
Bir zamanlar koşardınız/ ara sıra coşardınız/ neden beni boşadınız/ benim canım ayaklarım/ diyerek manidar bir seslenişte bulunmuş.

Hele hele ayırabiliyorsa gırtlağınız/ içtiğiniz suyla, nefesi/ şükredecek çok şey var/ bir yudum su bile boğabilir insanı/ mısralarıyla bütün insanların engelli adayı olduğunu, hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu güzel bir dille betimlemiştir Metin Soydeveli ‘şükredecek çok şey var’ isimli şiirinde. 

Kitabı hazırlayanlardan Mustafa Ayvalı Bey;

şimdi gülmek/ yeniden dirilmek vaktidir/ artık şafak söksün/ bedenimde kol/ olma elim ayağım, olma gözlerim/ gir gönlüme günüm ol/ yarınlarda yarenim/ mısralarıyla umudu aşılamış.
‘çok yaşa’ ve ‘varla yok’ isimli iki şiirimle kitapta bende yerimi aldım. Kitapta çok güzel şiirler ve mısralar var. Az sayıda da olsa güzel mısraları sizlerle paylaşmış oldum. Bu güzel çalışmada emeği geçen şair arkadaşlarımın adlarını buradan zikretmek istiyorum.

Ahmet Tüfekçi / A.Haydar Koyun / A.Rıza Atasoy / Ayten Soğancı Bozkır / Bestami Yazgan / Durmuş Kaya /  E.Ahmet Ceylan /  Ekrem Altıntaş / Erhan Gül /  Erol Gökçe / Esat Anık /  Fesih Aktaş / Fikret Gölçe / Fikret Kuşçıoğlu /  Fikri Pınarlı / Halil Hırçın /  Hasan Buldu / Hasan Özdemir / İbrahim Coşar / İbrahim Şaşma /İsmail Can Karakuş /  İsmail İlmaz / İlknur Han / Kural Kömek  /Mehmet Sarı / Metin Soydeveli / Murat Kul / Mustafa Aydoğan / Mustafa Ayvalı / Müslüm Söyler / Osman Öcal / Ozan Fedai Koç / Ozan İlo (İlhami Erdoğan)- Zübeyde Gökbulut/ Ömriye Karataş / Salim Gülbahçe /  Serpil Kaya / Sevil Piriyeva / Sevim Yakıcı / Seyfeddin Karahocagil / Sezer Çalışkanoğ / Şükrü Öksüz / Ünal Kar / Yavuz Doğan /Yavuz Çetin

Amasya Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu, İLESAM İl Denetim Komisyon ve TDED üyesi Şair Mustafa Ayvalı, İLESAM üyesi Şair Fesih Aktaş ve Sevgican Anadolu Özürlüler Derneği Genel Başkanı Şair İsmail İlmaz tarafından hazırlanan şiir antolojisi Amasyalı işadamı Megasan Elektronik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ali Cesur tarafından finanse edilerek okurların beğenisine sunulmuştur.

“Engelsiz Mısralar” isimli şiir antolojisi Sevgican Anadolu Özürlüler Derneği adına hazırlanmıştır.

Emeği geçenleri duyarlılıklarından dolayı kutlarım. Okurunun bol olması temennisiyle sağlık, huzur dilerim.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 13.08.2014 / Yazı No:7
ilkcoskun@hotmail.com





alan ve yurt genelinde katılan değerli şairlerin şiirlerden oluşan” Engelsiz Mısralar” isimli şiir antolojisi Çasebe Ofset Matbaacılık Yayıncılık tarafından Temmuz- 2014 ayında çıkarılarak piyasaya sürülmüştür.

Amasya Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu, İLESAM İl Denetim Komisyon ve TDED üyesi Şair Mustafa Ayvalı, İLESAM üyesi Şair Fesih Aktaş ve Sevgican Anadolu Özürlüler Derneği Genel Başkanı Şair İsmail İlmaz tarafından hazırlanan şiir antolojisi Amasyalı işadamı Megasan Elektronik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ali Cesur tarafından finanse edilerek okurların beğenisine sunulmuş


Çalışmak mı Boykot mu?

Çalışmak mı Boykot mu? - İlkay Coşkun

Merhaba dostlar. Bu hafta boykot meselesine değinmek istiyorum. Boykot mevzusunu kesinlikle yabancı düşmanlığı şekline sokmamak gerekir. Bizim dışımızdaki gelişmeleri reddetmek yerine önemli olan ülke insanının beyin gücünü iyi kullanması, elinden gelenin en iyisini üretmesidir. Bu şekilde maddi ve manevi yönden güçlü olup caydırıcı gücünü daha etkin hale getirebilir.  Bu durum bütün Müslüman ülkeler için geçerlidir.
Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, boykot konusunda bilgi eksikliği var. Hangi ürün hangi ülkeye aittir? Çok ortaklı büyük şirketler hangi ülkelerin kontrolü altında gibi soruların cevapları ne yazık ki tam olarak bilinmiyor. Ülke ile birlikte, ürüne sahip olan şirket sahibinin milliyeti de önemli. Normal vatandaşın çok ayrıntılı bilmesi elbette ki mümkün değil ve bilmesine de gerek yok. Genel anlamda çok büyük sermayeli firmaları, gıda sektöründe, temizlik sektöründe elektronik sektöründe bilmek bile yeterli. Tükettiğimiz gıda ürünlerinin içeriklerini sağlığımız açısından bilmemiz ne kadar önemliyse,  temizlik, elektronik gibi malzemelerde de benzer hassasiyeti göstermeliyiz.
Çocukken yerli malı haftasını kutlardık okullarda. Bir günde olsa yerli yiyeceklerden ziyafetler çekerdik kendimize. Belli yaşlara gelmiş bizlerin zihninde yerli malı etkinliğinin bir anlamı, bir değeri vardı. Bu faaliyetleri kendi öz değerlerimizin var olduğunu göstermesi bakımından doğru ve gerekli buluyorum. Çocuklarımızı, yabancı özentisinden kurtarıp, kendi benlikleriyle, kimlikleriyle, değerleriyle bir dünya kurma yönünde yetiştirmeliyiz.
Yıllar önce bir yerde okumuştum. Hollanda’ya bir Türk gider. Çok tanınmış bir Hollanda peynirini almak ister. Hollanda’da gittiği şehirde aradığı peyniri bir türlü bulamaz. Merak eder satıcılara sorar. Onlarda der ki, ‘Söylediğiniz peynir çeşidi Hollanda’nın dünyaca tanınmış bir ürünü. Nasıl olsa o peynir dünya çapında satılıyor, onu satmak yerine, kendi yöremizin peynirini satıyoruz’ şeklinde cevap verirler. Bu yaklaşım beni çok etkilemişti. Kendi ülkesinde bile insanların bu şekilde hassas düşünmesi ne kadarda anlamlı ve önemli.
İsveç’te otel odalarının lavabolarında ‘Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yandaki kutuya atın, bir tek jilette dahi olsa İsveç çelik sanayine katkınız olsun’ şeklinde yazı yazdığını duymuştum.  Buda beni çok etkilemişti. İşte bizlerde bu duyarlılığı yakalamamız gerekiyor.
İlk önce ülke olarak kendi ürünlerimize, kendi mallarımıza gerekli özeni ve değeri vermeliyiz. Kaliteyi artırarak, müşteri memnuniyetini yakalarsak eğer bir başkasının malını boykot etme gibi gereksiz işlerle uğraşmayız. Yoksa pazar boşluğunun olduğu her yerde memnun olsak da, olmasak da birileri bu boşluğu dolduracaktır. Dünyanın hiçbir ürün kaliteyi yakalamadan başka bir ülkede pazar payını kapamaz. Bizlerin yapmış olduğu, sadece başka bir ülke ile sıkıntılı duruma düştükten sonra, ürünlerini boykot etme çabası yeterli değildir.  Tüketiciler olarak yerli üreticimizi kaliteye zorlamamız gerekir. Asıl önemli olan hayatımızın tamamına bu hassasiyeti yaymaktır. En azından kullandığımız ürünlerde, kaliteyi yakalamış olan kendi ürünlerimiz yönünde tercih kullanmalıyız. Örneğin, genel anlamda kaliteyi yakalamış olan birçok yöresel kendi peynirimiz varken, ithal bir peyniri tüketmemek gerekir diye düşünüyorum.
Küresel dünyadaki sermaye akışında, ülkemizi her şeyden soyutlayıp, demir perde ülkesi olalım demiyorum. Çok uluslu şirketler elbette olacak. Yabancı sermaye ülkemizde elbette olacak. Ama ülkemizde sadece tüketici pozisyonda olmayalım. Mesela, kola sektöründe, neden pazarın yüzde doksanı yabancı kola firmalarının elinde olsun ki?  Neden pazarın yüzde doksanı bizim Türk firmaların elinde olmasın. Bu bağlamda şöyle bir karşı çıkış var. ‘Kolanın Türkiye’de fabrikaları var. Üç bin kişiye iş alanı sağlıyor’ türünden söylemler var. Böylede olsa, kolanın Türkiye’den kazandığı devasa paraları da görmezden gelemeyiz. Paranın bir kısmı bize dönse de, her şeye rağmen pazarın çoğunu yabancı firmalara bırakmamamız gerekir.
Bizde teknolojisi olmayan, üretemediğimiz ürünleri dışarıdan elbette ki ithal etmek durumundayız. Çay üretiminde ise bunun tam tersini yaşıyoruz. Dünyada ön sıradayız, elbette ki dünya, çayı bizden alacak. Bunlarda sıkıntı yok ama bizim yapabileceğimiz işlerde neden başkalarına bağımlı olalım ki? Mesela temizlik ürünlerinde, alternatif Türk markaları da mevcut. Boykottan önce ‘Yabancı marka ürünleri çamaşırları daha iyi yıkamasının önüne geçmek gerekiyor. Buda yerli ürünlerin belli kaliteyi yakalamasıyla gerçekleşir. Aksi takdirde patlak veren her olayın başlangıcında boykot yapılır, olaylar biraz unutulmaya yüz tuttuğunda bizler o ürünleri kullanmaya devam ederiz. Yine tekrarlıyorum ki bu bir çözüm olmadı ve olmayacaktır. Bu noktada Türk üreticisinin üzerine çok yük düşmektedir. Biz tüketicilerinde, gerçekten kaliteyi yakalamış ürünlerimize sahip çıkmak en büyük vatandaşlık görevi olmalı.
Bir anekdot aktarmak istiyorum size. Geçenlerde bir yemek davetine katıldım. Ellinin üzerinde misafir vardı. Tahmin ettiğiniz üzere masalarda ithal marka içecekler çoğunluktaydı. Davette bulunanlar içecekleri tam içmeseler dahi, bütün içeceklerin kapakları açıldı nedense. Bu noktada içilmeyen içecekler tüketilmiş gibi oldu ve sonraki taleplerin önü de açıldı aslında. Bu gibi küçük detayları kaçırdığımızda bir arpa yol alamayız ülke olarak. Biz elimizden geleni yaptıktan sonra belki de boykota fazla gerek kalmayacaktır.
Daha duyarlı, daha milli olmamız temennisiyle. Sağlık ve huzur dilerim.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 06.08.2014 / Yazı No:6

Acıya ve Zulme Karşı Şiirsel Direniş

Sinan Ceran’ın ‘Suyun Suya Kavuştuğudur’ Kitabıyla,
Acıya ve Zulme Karşı Şiirsel Direnişi:
Edebi Pankart ve Haksöz Dergisi’nde de eserleri yayınlanan eğitimci-şair yazar Sinan Ceran'ın "Suyun Suya Kavuştuğudur"    adlı ilk şiir kitabı Eylül 2013 tarihinde okurlarla buluşturuldu.
 Halkların farklı direniş şekilleri vardır. Bomba yağdıran, ölüm kusan savaş araçlarına karşı taş fırlatan sapanlar gibi ya da sadece avuca sığabilecek büyüklükteki taşlar gibi. Direniş, diktayı kabul etmemektir. Allaha kul olmanın asaleti ve duanın gücü ile kalplerde yerini almaktır asıl direniş.
Bilmezdim taşı kavramadan önce/ bilmezdim, bir taş kaç uçak düşürür bahçemize/ başlangıç ‘Taş’ şiiriyle direnişin, mücadelenin özetini, başka bir ifadeyle formülünü veriyor bizlere şair. Daha büyük savaş araç gereçlerini değil de gücün yanındaki çaresizliği imliyor adeta. Kâbe’ye gitmek için yola çıkan karıncanın, ‘Kâbe’ye gidemesem de, yolunda ölürüm’ edasıyla, konuya ilişkin düşüncelerini etkileyici bir şekilde resmediyor şairimiz, ilk mısralarında.
Her dem mücadeleyi hatırlatan şair, ‘İsyan Gazeli’ şiiriyle, güncel bir konuya yani Suriye konusuna değiniyor.
Yaşamak için insan gibi/ ellerimi verdim İbrahim, ayaklarımı/ yemyeşil gözlerini kızlarımın, oğullarımın/ masmavi geleceğini/ ağlamıyorum, İbrahim ağlamıyorum/   
Her satırda, sınırların olmadığı bir dünya hayal etmektedir şair. Hepimiz Hz Âdem’in torunları değil miyiz? Renklerimiz, milletlerimiz, farklılıklarımız, tanışmamız ve buluşmamız için bizlere verilen bir nimet değil midir?
Bağ bahçe sulayanlar çok iyi bilirler. Su kanalına bırakılan suyun ilerleyişinin ardından, daha küçük su kümelerini harekete geçirişlerine şahidizdir hepimiz. ‘Suyun Suya Kavuştuğudur’ ile küçük suların ummanlara kavuşmasını imliyor mısra mısra. Sınırlar çizdiler ya aramıza/ Çin Seddi her yerde artık/        diyerek şikâyetini tekrar eder ‘misak-ı Milli’ şiiriyle.
Hiçbir halkın acı çekmesini, zulüm görmesini istemeyen şair, ‘herkes, kendi ağlasın meydanlara’  mısrasıyla, mazlum halklara çağrıda bulunuyor ve yeknesaklık yerine ‘biz’i öne çıkarıyor. Nuh’un gemisinden tufanlara karşı verilen, benzer mücadeleyi örnekliyor bizlere.
Bir telaş, bir telaş şimdi avuç içlerinde/ kavramaktan yana taşı, kıvranan kıvranan/  bir hasta gibi ağrıdan, çığlık çığlığa mezarlarda/ Ortadoğu, kırık kalbidir ümmetin/  mısralarıyla Ortadoğu gerçeğine değiniyor ‘Savlet’ isimli şiirinde şair. ‘Şimdi Filistin askısıdır, senin de bileklerindeki’    mısrasıyla sonlandırıyor şiiri.
Acının, zulmün coğrafyası olmaz. Acı her yerde acıdır. Zulüm her yerde zulümdür.
Çığlığını yüzüme afişleyen çocuk, şimdi Kosovalı/ sizin için, içime mevzilenen bu kan sunağı/     mısralarıyla acıyan başka bir yanını da imliyor şair.
Azıcık öldüm baba, yani biraz eksildim/ kırıldığını görünce kolunun, Filistinli bir kardeşimin/ küstüm onlara baba, parmaklarıma küstüm/    diyen şair kan kardeş olarak gördüğü insanlarla aynı acıyı, aynı hüznü yaşadığını mısralardan yansıttığını görmekteyiz.
Çuvaldızı başkalarına batırmadan önce iğneyi kendimize batırmalıyız. Bunun örneklerinden birisi de Uludere’ye şiiridir.
Patlasın bombaları devletin/ gazete sayfalarında/ cami avlularında/  bir askerin avucunda/ Allah devlete zeval vermesin de/ Allah belamızı versin bu yolda/   mısralarıyla konuya ilişkin öz eleştirisini yapıyor şair.
Mücadelenin en büyüğü en çetini, insanın kendisiyle yani nefsiyle yaptığı mücadele olsa gerek.
 Gözyaşımın izi kalacak yanağımda, ağzım bıçak sırtı/ doğunun adağıydı ölüm, esmerliğiydi dağların, geçilmezliği/ soğuk resmim yorumluyordu hançereme takılan nefesini/ izbe bütün sözlerimi yontarak dağıldım, acıyan sesim/ yüzümü değiştirdim/   
Zulümlerle ve nefis mücadelesiyle dimdik ayakta durmayı önermektedir şair. Şiir kitabını ‘sabah içtiması’ şiiriyle bitirmesi ise anlamlıdır. Allah’ım/ kesilmesin diye rüzgârımız/ tam tekmil/ ayaktayız/   
Hayatın merkezinde yer alıp, suya sabuna dokunan, güncel ve sosyal sorunları içerisinde barındıran şiirlerin yer aldığı ‘Suyun Suya Kavuştuğudur’ şiir kitabının, okurunun bol olmasını temenni ederim. Bu vesile ile şairimiz Sinan Ceran Bey’i kutlarım.
Savaşsız, acısız, zulümsüz bir dünya hepimizin ortak dileği olmalıdır. İyi bayramlar.
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 31.07.2014 / Yazı No:5
ilkcoskun@hotmail.com

Orantısız Güç

Orantısız Güç

Merhaba dostlar.

Filistin zor durumda, Filistin yine kan ağlıyor. Daha çok şey yapmamız gerekmekte.  İslam ülkeleri içerisinde en güçlü, en etkili sesin yine de Türkiye olduğu kanısı yaygın bir kanı. Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılanması, gerekirse alternatif bir Birleşmiş Milletler teşkilatının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durumda Müslüman olan ve olmayan bir çok ülkeden inisiyatif alınması zorunluluğu doğmuştur.  Güçlüden yana olmayan, insan odaklı, hakkaniyetli politikalar geliştirmek, teşkilatlar kurmak gerekmektedir. İslam ülkeleri yönetimleri halklarıyla birlikte özdeşleştiği ve özgürleştiği zaman sorunların birçoğu çözüme kavuşmuş olacaktır. Filistin üzerine, Gazze üzerine çok yazılıp çizildi. Bunları tekrarlamak istemiyorum. İsrail’i kınıyorum, lanetliyorum. Filistin üzerine yazılmış iki şiiri bu hafta sizlerle paylaşıyorum. Şair yazar Yusuf Bal Beye anlamlı şiirinden dolayı ayrıca teşekkür ederim.  İyi okumalar.

Filistin

yarası sıvazlanan toprakların
az baba çok anne çocuklarıyız
bombardımanda ölmesek dahi
yalnızlığımızla biliniriz sonunda

elinde taş savaş meydanında
bilmem kaç ömür büyütürüz
hiç demir kuş avlayamayan
kaç çocuk yaşarız kamplarda

evlerde yanık izi, barut kokusu
kaç çocuk doğar, kaçı öldürülür
parlatılan hep düşmanın kılıcı
yanağını çevir, çevir vurulur

yangın yerine dönse de sinelerimiz
ölen babamızın yerine doğabiliriz
ayakkabı fırlatabiliriz zalimlere
acılarımızla devleşebiliriz aslında

 İlkay Coşkun

----------------------------------------------

Süte Karışırken Barut 

paletler dokundu kutsal toprağa
geceler ateşle aydınlandı
yıkık şehirde kuruldu öfke
düşen demirden
bombadan
kılıç yapılacak

hadi dur karşısında ateş fırtınasının
kaç kurban verildi
kaç kez delindi toprak
kalkanım !
artık parçalandı

direnmek ne kadar zor, suskunken kardeşlerim
mavi göklerden uçurtmam düştü
kuşlar düştü
ateş düştü
ocağıma

devrildi yüz yıl önce saltanatı ecdadın
hadi topla, ve dirilt
savrulurken başaklar ekmek olmadan
sütüne karışırken barut, büyürken çocuk
izin hala var umutlarımda
 
tut minik ellerinde çocuk
kurşun eriyecek gümüş renginde
yanıyor bak ellerin
tanklara çarparken taşlar, senin öfkenle
ellerinde umut var çocuk
fethi bekleyen
şehirde şehadet

kaç yiğit diz çöktü senin önünde
kaç savaş verildi eski kıbleye
çarpmıştı göğsüne değil mi
batıdan gelen ordu
defalarca

çocuk!
ellerinde umut var
dayan
çocuk, dayan

                                                  2009
                                               Yusuf Bal

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 23.07.2014 / Yazı No:4
ilkcoskun@hotmail.com



 

İbrahim Yasak’ın ‘Bir Ömür Bir Rüzgâr’ Şiir Kitabı Üzerine

Merhaba sevgili dostlar
İbrahim Yasak Bey’in, 2014 yılı içerisinde yeni bir eseri yayınlandı.

‘Şehir Defteri’ ismindeki bu kitap, 1950’lerdeki Sivas’ın öncesini ve sonrasını konu edinmektedir. Şu sıralar bu kitabı okumaktayım. 267 sayfa hacimli, kapsamlı bir kitap. İleriki zamanlarda, kitabı okuyup bitirdikten sonra ayrıntılı değerlendirmeyi düşünüyorum. Bu haftaki yazım, yine İbrahim Yasak Bey’in  ‘Bir Ömür Bir Rüzgâr’ şiir kitabı üzerine olacaktır. Kitap hakkındaki değerlendirmemi, notlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İyi okumalar.

İbrahim Yasak’ın ‘Bir Ömür Bir Rüzgâr’ Şiir Kitabı Üzerine

‘ve elest meclisinden bir söz düşer
soframıza
söz sukut olur’

‘ve her başlangıçta’ isimli şiiriyle O’nun adıyla’ der ve besmeleyle, Allahın adıyla başlar şair.

Başka bir şiirin devamında;

‘Sen kabul etmezsen kime gidilir, kime çıkar bu yol
Sen kabul etmezsen kim bağışlar, nasıl affedilir bu kul’ diyerek, besmeleyle, Allahın adıyla başlayarak sözün gayesini çizer adeta.

Ve devamında; ‘Adına Gazel’ şiiriyle sultanımız efendimize sunar yürek çağlayanını.

‘Ellerim hep uzanır sana, sana yakın sana açıktır hep
Yer ver bir parçacık yanında, yoksa halim hicran sultanım.’  bu son mısrasıyla bitirir şiirini.

 Şiirlerinin birçok yerinde yüreğe, benliğe dokunmaktadır şair.

‘yüreğimden’ şiirinde;

‘Oturup beklemek ne mümkün, geciken sabahları
Geceler bütün yalnızlığıyla geçer yüreğimden’  diyerek.

Umudu her dem küfesinde taşıyan şair;
‘Alınyazım, al yazım, umut dünyamın güzergâhı
Her gece her dem, gökyüzü yıldız yıldız kayıyor bende’ der ve umudu diri tutmanın şifrelerini alınyazısı ile eşleştirir adeta.
 
‘Şiir, bir düşüncenin ifadesi değildir. O, kanayan bir yaradan veya gülümseyen bir ağızdan yükselen şarkıdır’ diyen Halil Cibran’ın sözüne uyan mısraları içeriyor İbrahim Yasak şiirleri.

Örneğin;

‘alın alın uzaklar alın beni
bilirim kulaklarınız bana ayarlı benimki size
bir yudum yalnızlık bir hüzün şarkısı büyütür
bir isyan yumağı sarılır yüreğimde
alın alın uzaklar alın beni’

‘esirgenmeyen selamlar almaktır niyetim’ mısralarında ise, ayakları yere basan insana ve insanlığa öncelik verir.

 Şehirler, mahalleler, velhasıl mekânlar insan dimağında, bir başka ifadeyle insan kültüründe mühürlü izler bırakır. Şairin dimağında da Sultan Şehir Sivas hep böyledir. ‘Benim Sevdam Sana Değil’ şiiri tam böyle bir şiirdir.
 
‘ilk kez
ve ilk kez yola çıktığımda
yüreğimi alıp gelmiştim bu şehre
bir tek yüreğimi taşımıştım göğsümde
yüreğimi anlar demiştim bu şehir
yüreğimi yüreği sanır
misafir değildim’  diyerek, yalnızlığı alan mekânlara göndermeler yapmaktadır şair.

 Şehir kavramını başka bir şiirinde şu şekilde imler şair;

‘bu şehrin
bir kenar mahallesinde akşamüstü
yerler mühürlenirdi akşam ezanıyla
anneler saklayarak seslerini
çocuklarını çağırırlardı
sofralarına’

 ‘Sen gittin’ şiiriyle de şair, gurbette hasretle yoğrulmuş benliğinin özlemini, sevdasını taşır okur sinelerine. Şiirle özdeşleştirir duygularını.

‘yalnız sitem yüklü bir şiir kaldı
kış ayazında dondurulmuş kelimeler
cümleler sıkıştırılmış mengenede
kağıt nerede, kalem nerede, şair nerede kaldı’

Şair;  ‘hasretin yalnız kıldı beni’ dizelerinde ise, efsanelerin şahıyla işler beşeri aşkı. Bu kimi zaman Aslı’dır, kimi zaman Leyla’dır. Efsanevi aşklara göndermeler yaparak imler sevdayı mısralarına.

‘çocuklar ağlar, dünya döner, eğlenir insanlar
gün vurur dağlara
susadım
‘susadım bir yudum su ver Leyla
                                   Leyla’

Duygu, yürekten söyleyiş biçimi birçok şiirinde öndedir şairin. Aynı zamanda baskındır da. İşte böyle yazılmış mısralardan örnekler;

‘uzat ellerini uzat, al beni enkaz yığını bedenimden
dinsin içimdeki yalnızlığın kahreden çığlıkları
rehin gözyaşlarım sürgün edildiğim metruk yüreklere
umut olsun, ses olsun, çare olsun yitik sevdalara’
‘içimin mağaralarından kuşlar kanatlanıyor
…emiyor sünger gibi, emiyor rüyalarımı’ diyen şair, hayal gücü derinliğini, yürek ummanının genişliğini göstermektedir bizlere.

 ‘bir yanım yetim kaldı hep’ şiirinin bir bölümünde ise;

çoğalır içimde hüznün kapkaranlık dehlizleri
kanatır ve acıtır, kanatır onulmaz yaralarımı
nerdesin ey hayat
sorgular hayatı, yaşanılanı ve yaşanmışlıkları’

‘yağmuru yalnız yaşadım ben’ şiirinde şair;

ben yağmurları yalnız yaşadım sırtımda
alnımdaki izler bir derviş sukutunda
izler ki her biri bir ömür
izler ki beni sana götürür’

 İnsanoğlunun yolu hep dikenlerle çevrilidir. Önünde beliriverir uçurum çoğu zaman, tehlikelerle burun burunadır her defasında. Gidilen yol ve amaç hep aynıdır çoğu zaman.

‘uçurumla yürüdüm’ şiiri tamda bunları anlatmaktadır.

‘nedendir her dönemeç uçuruma açılır
menzil gün gün kısalır
biliyorum
tüm ırmaklar tek kaynaktandır’

Ve kitabın son şiirinin son mısraları;

ve bir oyun kurmak hayat üzerine
gülümseyen gözlerle kıpırdayan yüreklerle
kırmak şeytanın bacağını
yenilmek bile erdemli’

Bu güzel şiir kitabından dolayı şairimizi kutlar, teşekkür ederim.

Haftaya buluşmak üzere sağlıcakla, huzurla kalınız.
 

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 16.07.2014 / Yazı No:3
ilkcoskun@hotmail.com


Şiir Üzerine -1

Merhabalar

Şiir üzerine tarih boyu kafa yorulmuştur. Şiirle alakalı birçok soruya cevaplar bulunmaya çalışılmıştır. ‘Şiir ve Şair üzerine’ yazı dizisinin ilkine başlıyorum. Bu yazımda şiire genel bir bakış, girizgahta bulundum. İnşallah ileri ki yazılarımda şiiri ve şairi daha derinlemesine ele alacağım. İyi okumalar.

 Şiir Üzerine -1

Edebi tür içerisinde, edebi söz ifadesine en yakışan tür şiirdir. Edebiyat dergilerinin lokomotifi,  edebiyat dergilerinin çekirdeğidir adeta şiir. Düşünün; şiirsiz bir dergi ne kadar yavan ve sıkıcı gelir okura. Arada bir şiirle dinlenmek ister, şiirle ferahlamak ister okur. Öykü, roman dinletileri olmaz ama şiir dinletileri olur. Romanda, hikayede uzun uzun anlatılanlar, kısacık şiirlerde bile ahenkle etkili bir şekilde anlatılır. Romanları, ders kitaplarına kolay kolay koyamazsınız, ama şiiri ders kitaplarına rahatlıkla koyabilirsiniz. Müziği oluşturan temellerden birinin şiir olduğunu da düşünürsek, gerçekte şiirin etki alanı çok geniş bir yelpazededir. Şiirdeki okur kitlesinin bir yerde daralmasını, alışkanlıklardan, günümüzün popüler edebiyat anlayışının farklı dayatmalarından yani dış etkenlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Şiir değer kaybetmeden yerinde duruyor bence. Hatta ve hatta yeni jenerasyonun cesur açılımları ile güzel atılımlarını izliyoruz.  Hayat şartları, geçim sıkıntıları, lüks içindeki yaşam insanları başka alanlara itse de şiirin, okur olarak değil ama dinleyici olarak yerini daima koruduğuna inanıyorum. Günümüzde müziğin, görsel sanatların, popülaritesinin önde olması, şiiri geri plandaymış gibi gösterebilir fakat beğeniler zaman içerisinde değişkenlik göstermektedir. Nasıl ki Osmanlıda şiirin çok önde olması, 60’lı 70’li yıllarda öykünün önde olması, şimdilerde de romanın önde olması gibi. Her şeye rağmen şiir, farklı görebilenler için geniş bir dünya bence.

Şiiri şairlerin edebiyat ortamındaki konumlarıyla değerlendiriyorum. Okur kitlesinde bir azalma, edebiyat dünyasındaki dilime bakarsak, bir daralmadan bahsedebiliriz. Bu durumu sadece şiirle sınırlamamak gerekir. İnternet gibi birçok görsel medya çeşitliliğinin getirmiş olduğu dezavantajlarını yaşıyoruz günümüzde. Okurun kitap alma oranındaki bu ciddi kaybı görsel medyaya kolay ulaşabilmesinden kaynaklanıyor. Bu durumdan en çok nasibini alan aynı zamanda seçici bir okur kitlesine sahip olan şiiri görmekteyiz. Çok az sayıdaki örneklerinin dışında ne yazık ki popüler edebiyat içerisinde çoğu zaman yer alamamıştır. Kendimizden pay biçelim. Örneğin bundan 15 sene öncesi, internetle tanışmıyorken birçoğumuzun evine gazete girebiliyordu. Şimdilerde ise gazete haberlerini internetten takip eder olduk. Bu bizler için kolaylık ve ekonomik bir durum. Bu durumdan olumsuz olarak etkilenip nasiplenen bir başka alan radyo dinlemeleridir. Bunların yerine televizyon dizileri çok öne geçti. Özellikle tarih romanları günümüzde çok daha değer bulur oldu. Ne yazık ki hatırı sayılır bir okur kitlesi tarihi, gerçek kaynağından okumayı, bir başkasının reyting kaygısıyla aslından çıkarıp önüne sunmasını yeğler oldu. Bu da günümüzde bilgi karmaşasına, kişiyi doğru bilgiden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Son tahlilde demem o ki, şiirle birlikte tüm edebiyat alanında ki değişimleri tahlil etmek daha yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Bu tür olumsuzluklardan şiirde payını elbette almaktadır ama her şeye rağmen güzel şiirler yazılmakta, güzel şiirler okumaktayız. Madalyonun diğer tarafından bakarsak, teknolojinin şiire olumlu yansımalarını da göz ardı edemeyiz. Yoğun çalışma şartlarından kaynaklanan zamansızlık problemini bu rahat erişimle aşan birçok okuru yok sayamayız. Ayrıca teknolojinin nimetlerinden faydalanmak isteyen, ufkunu açan, çok geniş kitlelere ulaşmak isteyen şairinde avantajınadır diye düşünüyorum. Yazıların, şiirlerin, mail aracılığı ile dergi editörünün bilgisayarına anlık düşmesi her iki taraf açısından da büyük kolaylık olsa gerek.

İnsanlarda sürü psikolojisi çok yaygın. Medyanın, güç odaklarının, sistemi yönlendirmedeki etkileri azımsanmayacak unsurlardan. Sistem içerisinde medyanın empozeleri toplum üzerinde ister istemez kalıcı etkiler bırakıyor. Özellikle insanın duyularından, zaaflarından en acımasız biçimde menfaatleşiyorlar. Kültürleri, yaşantıları istedikleri doğrultuda yönlendirebiliyorlar hatta ezber bozdurabiliyorlar.

Bir başka detay da eğitim sisteminin kolaycılık üzerine kurgulanmış olması. Kapitalist sistem, kendisinden güçsüzü yutuyor. Adeta küçükleri yok etmeye programlanmış. İnsanların, merak, tat, cinsellik, tembellik gibi birçok zaafına hükmediyor sistem. Empoze edilen popüler kültür, kısa yoldan ünlü ve zengin olmaya açık gençlerin, büyük şair olabilme isteklerini yok ediyor.

Şiir, dilin güzelliklerini topluma unutturmaz. Şiir, bireylerin iç zenginliğinin artmasında da katkısı olur. Kişinin en acılı zamanında ağıt olur şiir. Derdi olana dil olur şiir. Sanatta etkileşim güzel çalışmaların habercisi, başlangıcı olur adeta. Şöyle ki; küçük ya da büyük hiç fark etmez, bulunduğunuz ortamda oluşturulan bir dergi, kıvılcım misali birçok şairin, yazarın doğmasına yetişmesine, sebep olabiliyor. İnsanlarda var olan şiir yazma yeteneği bu fırsatla filizlenebiliyor. Şiiri sanat dalları içerisinde değerlendirirken, kendi mecrasında ele almak daha doğru olacağı kanaatindeyim. Şiiri, tarihte diğer sanat dallarının önünde olduğu dönemleri irdeleyebiliriz. Bu dönemde şiirin gelişmesi için gerekli olan altyapılar oluşturulmuş ve şiir bu uygun zeminde serpilip anlam bulmuştur. Sanatın ve zarafetin hâkim olduğu toplumlarda şiir çok daha iyi seviyelerde olacaktır muhakkak. Aşklar, acılar, içinde bulunulan zor şartlar insanoğlunun duygularını aktif tutan etkenlerdir. Bunun gibi şartlar şiir açısından uygun zeminlerin oluşumuna davet çıkarır.  Şiirin gelişmesi yahut gerilemesinde bölgesel şartlar bile çok önemlidir. Fuzuli’yi, Baki’yi, Nabi’yi, Nedim’i ve daha nicelerini dil ve alfabe farklılığından kaynaklanan etkenlerden dolayı genç kuşağın çok fazla faydalanamadığını düşünüyorum. Durum böyle olmasaydı genç kuşaklar bu değerlerden fazlasıyla yararlanabilir ve takdir edersiniz ki daha iyi noktalarda olurdu şiir adına.

İyi bir dilin yaşamdaki ve konu itibarı ile sanattaki etkisi azımsanamaz. Dil bu anlamda iletişim için gerekli bir araçtır.  Şiir ise dilin en güzel hali, en etkili hali, en olgun hali, en çocuk hali, bazen de en uçuk hali bence. Şair her dönem arayış içerisinde olmuştur. Değişerek gelişme dürtüsünün şairdeki görüntüsüdür şiir. Şair için dil tabii ki canlı bir araçtır. Şairin dil ile bir savaşı olduğunu düşünmüyorum. Şair dil ile birlikte bir savaşa girmiştir. Bu birlikteliği, daha iyiyi bulabilmek için yapılan bir ortaklık olarak görüyorum. Şarkılarda kullanılan dil ise ahenkli bir dil. Dilin buradaki işlevi azımsanamaz. Burada kullanılan dil genel anlamda ruhun ana unsurudur. Dil burada da bir nevi araçtır. Müzikteki dil zarafeti ile ebediyen yaşamaya devam edecektir bu anlamda.

İnsanoğlu, zor dönemlerden sıyrılmayı becerebilen akıllı bir varlıktır. Sanatsal anlamdaki geçmiş tarihimizle damarlarımızın genel anlamda koparıldığını düşünüyorum. Bu durum bizler için büyük bir eksiklik tabii. Ama zamanla bu eksiklik giderilmeye çalışılacaktır. Bir şekilde yeni yeni damarlar zuhur edecektir. Dergiler, şiir ve edebiyat çalışmaları desteklenirse, şiir atölyeleri gibi faaliyetler yaygınlaşırsa şiir ve şair daha iyi noktalara geleceğini umut ediyorum. Abdulhak Hamid’in ifadesiyle, ‘En iyi şiirlerim yazmadıklarımdır’ bakış açısıyla bakmak ve daha iyisini yapma gayretiyle hareket etmek, şiir evine, inşasına bir tuğla koymaktır.

Geleneklerdeki öze bağlı kalarak, gerçekleşecek değişim eşliğindeki gelişmeler her zaman etkili olacaktır. Yenilikler bu anlamda önemlidir. Her alanda olduğu gibi şiir alanında da değişimin olumlu ve olumsuz yönlerdeki etkileri görülecektir. Gelecekte şiir adına yapılacak sunumlar, farklı yöntemler, değişimlere uğrasa da şiirin özünü değiştirmeyeceği kanaatindeyim.

Bazı Avrupa ülkelerinde şiirin bitme noktasına geldiği türünden değerlendirmeler var. Bunun ne derece doğru bir tespit olduğu konusunda kararsızım. Eğer doğruysa, bu durumlara neden gelindiğinin kritiğinin yapılması gerekir. Kendimizle ilgili öz eleştirileri yapıp gerekli tedbirlerin alınması en uygun yöntem olacaktır. Şartlar ne olursa olsun şiirin öleceğine inanmıyorum. Kimi şairlerin, kendisinden sonra şiirin öleceğini savunsa da şiir, toprağa filizlerini her daim koymaya devam edecektir. Bir nesil gelir şiir öldü zannedilir, başka bir nesil gelir şiiri ihya eder, canlandırır. Diller arası, kültürler arası etkileşim şiirler, şairler arasında da olmuştur, olacaktır da. Hele günümüzün teknolojisinde bu etkileşim çok daha fazla ve kolay olmaktadır. Şairin çok gezmesi, farklı kültürleri tanıması, çok okuması dille birlikte farklı bakış açılarının, farklı sezgilerin birliktelikleri, özde şairin ufkunu geliştirecektir. Etkileşimler bir bakıma zenginliği getirecektir.

İnsanlık hangi noktaya gelirse gelsin, korkularımız, ölümlerimiz, acılarımız, aşklarımız var olduğu müddetçe ortak paydalarımızın birisi de şiir olarak kalacaktır. 
Haftaya buluşmak üzere sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 09.07.2014 / Yazı No:2
ilkcoskun@hotmail.com