24 Ekim 2015 Cumartesi

Seçimlere Ramak Kala

Seçimlere Ramak Kala

Seçimlere ramak kala insanlar üzerinde gözlemlediğim heyecan, umut,  kaygı, maalesef birde korku var. Seçim sonrasında kimileri kazanacak kimileri kaybedecek burası muhakkak. Şu günlerde herkesin partisinin kendine kıymetli olduğu günleri daha yoğun yaşıyoruz. Öğle veya böyle insanlar ve ülkemiz yoluna devam edecek.

Gönül ister ki Anadolulu olan, yerel olan insanlar, düşünceler, anlayışlar kazansın. Hep başkalarının üzümünü yiyenler, yağlı gayri Müslim keteleri yiyenler, ya başkası oluyorlar ya da başkalarının temsilcileri oluyorlar ne yazık ki.

Seçimlerde her türden fikir, anlayış, eğilim oylanıyor bir anlamda. İnsanlar, kendi zihniyeti doğrultusunda oyunu kullanıyor. Tarih boyunca kimi fikirler önde kimileri geride olagelse de kimi zaman eğilimler dondurulmuş olsalar da her dem her düşünce hayatiyetini bir şekilde sürdürüyor.

Faşizan bir tutum içerisinde olmak istemiyorum ama yurtdışlarından özellikle kurtarıcı rollerinde gelen örnekleri gördükten sonra gelip ülkemizin üst kademelerine getirilen insanlara iyi gözle bakamıyorum nedense. Yerel değerlerimizin, yerel anlayışlarımızın daha önemsememiz gerektiğini görmemiz gerekiyor bir şekilde.

Geçen gün iki duvar yazısı okudum ‘Türkistan’a özgürlük’ ve ‘Kürdistan’a özgürlük’ birincisi içimi açtı ikincisi içimi acıttı ve şunu düşündüm ille de Müslüman ümmeti ille de birlik, ille de insan.

Ülkemizi almaya çalıştıkları bu ateş çemberinde ülkeyi yönetmek, muktedir kılmak çok zor bir iş. Bu sorumluluğu alabilecek ehliyette, çalışkanlıkta ve beceride olmak gerekiyor. Hiç kelle almadan diyet ödettirmeden şehit vermeden Devlet-i Aliye’yi muktedir kılamayız. Yasalar ile kolluk kuvvetleri ile sınırların güvenliğini sağlama ile vatandaşın bilincinin artırılması ile eğitim ile ülkemizi daha yaşanılabilir bir hal içerisinde görebiliriz. Bölgemizde güçsüz olmak, tembel kalmak gibi bir lüksümüz yok maalesef.

Seçimler bir tarafıyla, iktidarın gücünü koruma ve artırma amacı taşır. Bir başkası da güç kazanma ve pastadan pay kapma çabasını güder. Önemli olan bu yarışın insani, milli çerçevede olmasıdır. Seçimler önemlidir ama her şey değildir. Bunun bilincinde olmalıyız. Hayatın içerisinde olması gerekli bir olgudur. Hayat tanışma, buluşma konuşma kadar basit, savaşmak kadar zor, sevmek gibi güzel, aşk gibi özeldir. Bu felsefede olursak amaçtan çok araç olarak görürüz seçimleri.

Seçimler çerçevesinde eleştirilerim, tabii ki. Adaylardan genellikle zengin insanların tercih ediliyor olması türünde bir eleştirim var maalesef. Partilere bakın meslek seçimlerinde bu farkı belirgin şekilde görürsünüz.

Kapitalist hayat, insanı iki sınıfta görüyor. Güçlü olmaya çalışan ve güçlü kalmaya çalışan insan olarak. Gücü ve güçsüzlüğü genelde nedense para belirliyor. Başka bir boyutta ise kimi insan sadece yaşıyor, kimileri de yaşadığını ille de gösterme ve anlatma çabasındalar.

Takım tutar gibi parti tutmaya, kendi parti liderleri insanüstü varlıklar gibi görmeye ve gösterilmesine karşıyım. Devlet başkanını tarikat, cemaat liderini, yazarı, şairi, sanatçıyı vs. kısaca herhangi bir insanı büyüteceğim derken öleceklerini bile bile insanüstü bir varlık haline sokmamalı.

Seçimlerin en güzel olan yanı, reisicumhurun oyu ile toplumun alt katmanındaki vatandaşın oyunun aynı değerde ve aynı anlamda olmasıdır. Farklı fikirlerdeki partilerin bu yarışı sevgiyle, kardeşlik ortamıyla, küfürsüz, kavgasız ele alması en güzelidir. Küfür eden insan için şu hayat, küfürlerine verdiği isimler ve adı kötüye çıkmış kelimeler taşır sadece.

Herkes beni sevsin diyen bir insan, herkes benim gibi olsun veya ben herkes gibi olayım diyebilen bir insan kadar ahmaktır bence. Seçimlerde seçilse de seçilmese de ölüyor insan. Bu bilinçte bu vicdanda, bu hakkaniyette hareket etmek gerekiyor.

Çocuklarıyla, eserleriyle şanıyla yaşamayı arzulayan ölmemeye çalışan insanoğlu bilesin ki her bir tohum sonunu bile bile filize duruyor rabbine yöneliyor ölümle.

Sağlıcakla kalınız.


İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 28 Ekim 2015 - Yazı No: 70

20 Ekim 2015 Salı

Yatılı Okul Yılları

Yatılı Okul Yılları (Meteoroloji Meslek Lisesi)

Lise yılları, çocukluktan gençliğe geçişle beraber daha çok ergenlik dönemini içine alan dört yıllık geniş bir zaman dilimi. Hele yatılı okunduğu zaman dolu dolu vakitleri içerir. Bu yıllar aynı zamanda mücadeleyi de içinde barındırır. Gerek derslerdeki zorlanmalar, gerekse de üniversiteye giriş yılının olması itibariyle bu yılların önemi oldukça fazladır.

Lise yıllarımda yaşadığım detayları hiç unutmuyorum. Bazı lise arkadaşlarım o yıllardaki yaşadıklarını bu gün yaşıyormuş gibi anlatmaları beni hayrete düşürmüştür bir taraftan.

"Liseyi kazandı" belgesinin elime geçmesini, babamla Ankara’ya ilk yolculuğumuzu, okul kaydımın yapılmasını ve o yıllarda Ankara’da yakın kimsemizin olmamasından dolayı veli olarak çok uzak bir köylümüzün velim olmasını iyi hatırlıyorum. Yatılı okula girişle birlikte zorunlu dört yıllık hizmet için gerekli olan imzaların ve kefillerin bulunması gibi meşakkatli ama bir o kadarda heyecanlı bir çabanın sonunda okul kaydımın yapılması ise hatırladığım diğer detaylar.

İlk heyecanlar, gri pantolonlar, mavi gömlekler, üç yüzü aşkın öğrencinin tek tip giyinmesi, terzilerin ölçülerimizi alması bu gün gibi hatırımda. Azda olsa maaşımız bile vardı okulda. Her ay, çantayla görevlinin gıcır gıcır harçlıklarımızı dağıtmasını ise çok iyi hatırlıyorum. Sabahları askeri içtima gibi avluda toplanmamız, okul müdürümüzün uzun uzun nasihatleri, yaramazlık yapanların kusurlarının ifşa edilmesi, saç kontrolleri, giysi kontrolleri derken tam bir seremoni idi yaşadıklarımız.

Tellerle çevrili idi bahçemiz. Üst katta yatakhaneler, alt katta sınıflar ve sosyal bazı mekânlar, spor salonu, konferans salonu vs. mekânların olduğu yan binalar vardı. Okulu çevreleyen tel örgülü duvarlarda gösterdiğimiz cambazlıkların, yiğitliklerin çok hikâyeleri kalmıştır hafızamda. Hatta tel örgülere karşı ün yapmış öğrenciler bile vardı. Dışarı kaçışlarımız, yoklamalarımız, nöbetçi hocalarla, nöbetçi arkadaşlarımızla mücadelelerimiz vs. nice curcunalarımız kaldı aklımda.

Teneffüslerde, akşam dersten sonraki zamanlarda okul bahçemizde volta atardık. Döne döne geniş okul bahçesini bilmem kaç kez sohbet ederek turlamışızdır. Önümüzden geçen zengin arkadaşlarımızın tank gibi yürüyen koca koca pahalı ayakkabılarını dilimize dolayarak sohbetler ederdik. Ana tema okul, ders, anılar, kızlar vs. olurdu herhalde.

Üst sınıflara geçtikçe sigara içenler çoğalırdı. Sigara içenlerin, hocalarla köşe kapmacaları, zaman zaman yapılan sigara aramaları, özellikle tuvaletlerde sigara içenleri yakalamalar ve arkasından yaşananlar. Ben hiç sigara içmediğim için bu anlamda pek sıkıntı yaşamadım. Belki sigara içilen ortamda bulunmam nedeniyle ufak tefek sıkıntılar olmadı değil. Bu anlamda okul bahçesinin bazı kör noktalarında sigara içenler ve hafiye hocalarımızın kovalamacaları her zaman oluyordu. Çarşı izninde öğretmelerimizin sigara içenleri görmeleri ve bunun sonucunda yaşananlarsa trajikomik olaylar. Sigara ile beraber çıplak kadın resimlerinin olduğu dergiler ve açık saçık filmler oynatan sinema kaçamakları yapanların muhabbetleri. Ortada dolanan muhbirlerinse "ben seni gördüm" muhabbetleri o yıllarda hep yapılırdı.

Milli takımımız ve spor kulüplerimiz o yıllarda dışarıda yeni yeni başarılar kazanmaya başlamışlardı. Heyecanlı bir şekilde topluca maçları televizyonda izlerdik. Eğer yendiysek, okul tel örgülerine yönelir en azından bir kısmımız okulun dışına atardık kendimizi. Nöbetçi hocalarının bizleri zapt etmede gösterdikleri gayreti gözlemlerdim hep. Meşhur televizyon dizilerimiz ve televizyonu kapma noktasındaki kavgalarımız hep olurdu. "Hayat Ağacı" isminde yabancı bir televizyon dizimiz vardı mesela. Pazar günleri klasik müzik dinlemek isteyen arkadaşla çok mücadelemiz olmuştur çok zamanlar.

Sabah bir, akşam iki ders etüdümüz vardı. Genelde üst sınıftan öğrenci arkadaşlar sınıfın başında durur, nöbetçi hoca koridorlarda fink atarken ders çalışmamız sağlanırdı. Bu etütlerdeki gizli sohbetler, çizgi roman okumalar, ders çalışıyor numaraları, uyumalar ve başka nice kaytarmalar vardı hepimizde. Pür dikkat ders çalışan arkadaşlarımız her zaman olmuştu tabi. Onların hakkını yememek lazım şimdi.

Bu kadar hareketli, ele avuca sığmayan erkek lisesinde dayak olayı da çok yaygındı. O yıllarda dayak ciddi ciddi okullarda eğitimin bir parçasıydı ve çok yaygın bir araçtı. Dayak olayı daha çok müdür yardımcıları tarafından uygulanırdı. Nöbetçi öğretmenlerin bir kısmı, bazı öğretmenler, okul müdürü de dâhil dayağa başvurmaları çok olurdu. Pedagoglar dayak mevzusuna nasıl yaklaşırlar bilmem ama o yıllarda dayak bir realiteydi eğitim kurumlarında. Osmanlı tokadı başta olmak üzere, ele, tırnaklara vurulan sopalar en çok tercih edilenlerdi. 5-10 kez dayak yemişliğim vardır. Yaşın yanında kuruda yanar misali. Daha çok gürültü yapılan mekânlarda bulunmam sebebiyle sıra dayağına çekildiğim zamanlar çok olmuştur. Özellikle dayağa çok başvuran hocalarıma karşı kalp kırgınlığım şu anda dâhil her zaman olmuştur ve devam etmektedir. Dayak olayına girmeyen hocalarımı sevgi ile anarım her zaman.

Enerjik, ele avuca gelmeyen biz gençler için yemek, yemekhane her zaman önemlidir. Sabahları kahvaltıda ağzı, dili kavuran metal bardaklarda ikinci bardak çayı içebilmek için çok çaba sarf ederdik. Sekiz kişilik masalara on-on iki bardak gelen demlikler konulurdu. Sekiz kişilik margarin yağı, reçel, bal, peynir, zeytin günlere göre paylaştırılırdı görevli öğrenciler tarafından. Bu paylaştırmalar zaman zaman çok da adil olmazdı. Sekiz kişilik masada ikişer kişi beraber kahvaltı yapardı. Yanınızda olan arkadaşınız kahvaltıda yemekleri seçerek yemesi birçoklarına yarardı. Öğlen ve akşam yemeklerinde sırayla alınır ve istediğimiz yere otururduk. En güzel günümüz rosto, tavuk, köfte gibi daha çok et yemeklerinin verildiği günlerdi. Bazı zamanlar kalan yemekleri sonlarda tekrar alırdık. Ekmek arasına koydurduğumuz yemekleri, köfte vs, daha sonra yemek için sınıftaki küçük kişisel dolabımıza koyardık.

Ankara Hipodromunda Kenan Evren selamlamaları ve asker gibi öğrenci yürüyüşlerimiz olurdu. Darbeci Kenan Evren karşısında isteklice yürürdük her 19 Mayıslarda.

Ankara’da yaşayıp da Gençlik Parkı serüveni olmayan insan yok gibidir o yıllarda. Hafta sonları Gençlik Parkına gidip de son paramızı lunaparkta harcadığımızdan, bir saati aşkın Keçiören okul yolunu yürüdüğümüz çok olmuştur.

Kız öğrencilerinden tamamen arındırılmış erkek lisesini yatılı okumanın avantajı ve dezavantajları fazlasıyla vardır muhakkak. Kız arkadaş edinme dürtüsünü dört yıl süresince hep yaşadık.

Öğretmenlerimizin tamamına yakınının lakapları vardı. Birçoğunun taklitleri vardı. Öğrencilerinde bir kısmının en azından takma isimleri vardı. Bana ‘Arafat’ derlerdi mesela. Yaser Arafat o yıllarda çok meşhurdu. Zaman zaman yaptığım felsefi konuşmalardan dolayı mı yoksa azda olsa çalışkan olmamdan mı bilmiyorum ama bu isimle anılırdım.

Okulda mekânların bile orijinal isimleri vardı. Eksibir (-1) mesela. Girişin bir altında olan bir yer. Orada banyo yapardık, elbiselerimiz yıkanır ve ütülenirdi. Bu orijinal ismi kim bulmuş bilmem ama orayı biz hep böyle nitelendirirdik.

Okulda çok başarılı arkadaşlar vardı. Benim en iyi derecem dönem beşinciliği idi. Her dönemden üç öğrenciyi 15 tatilinde Uludağ’a götürürlerdi ödül olarak. Beşinci sırada olduğum sene bende Uludağ’a kayak için gönderildim. Üçüncü sırada ki arkadaşım, onbeş tatilde memleketindeki kız arkadaşını görebilmek için Uludağ’a gitmekten vazgeçti. Dördüncü sıradaki arkadaşımda Uludağ’da namaz kılamayacağını düşünerek vazgeçmişti. Bu şekilde beşinci sıradaki bana Uludağ’a gitme nasip oldu.

Namaz demişken bir gün sabah namazına kalkmak istediğimi üst sınıftaki ağabeylerimden birisine söyledim. Namaza kalkmak isteyenleri belirlemek adına, yattığım ranzanın ayağına bir havlu doladılar. Sabah namazı kılmak için kalkmaya başladım bu vesileyle. Üst sınıflardan dini bütün ağabeyler gelip kaldırıyorlardı bu işaretli havluya bakarak. Uyku çok tatlı. Bir gün beş gün derken ben usandım sabah namazına kalkmaya. Bir gün namaza kalkmamayı kafama koydum. Ama ne mümkün beni kaldırmaya gelen ağabeye, "tamam kalkıyorum" diyorum ama beş dakika sonra aynı ağabey tekrar yanımda bitiyor kaldırmak için. 3-4 kere gelince çok kızdım kalkmayacağımı söyledim, ikide bir gelmemesini söyledim. Gündüz bu yaptığımdan dolayı özrümü diledim tabii ki.

Ramazanların, yılbaşlarının, diğer özel günlerin ayrı ayrı yeri vardır yatılı okul yıllarında. Hesap makinesinin yeni yeni yaygınlaştığı o yıllarda, okul mescidinde namaz kılan arkadaşım tespih kullanmak yerine hesap makinesinde bir bir ilerleyerek otuz üçü buluyordu. Tespihini böyle çekiyordu. Buda hatırımda kalan anekdotlardan.

Bunun gibi daha nice anılar, nice yaşanmışlıklar. Liseyi yatılı okuyanlara bu yazdıklarım hiç yabancı gelmeyecektir. Bunlar benim gibi mülayim, sus pus bir öğrencinin yaşadıkları. Haşarı, yaramaz bir öğrencinin yaşadıklarını siz düşünün artık. Ama her şeye rağmen güzel yıllardı velhasıl. Arkadaşlarla o günleri zaman zaman yâd ettiğimiz, buluştuğumuz zamanlar oluyor.

Bizim nesil, her türlü olumsuzluklara rağmen küçük şeylerle mutlu olabilen, küçük imkânlarla hayallerini büyütebilen bir nesildi ne mutlu ki.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 21 Ekim 2015 - Yazı No: 69
İrade Gazetesi-Yatılı Okul-İlkay Coşkun-21.10.2015

13 Ekim 2015 Salı

İnsan duyarlılığı üzerine

İnsan duyarlılığı üzerine…

Çevresine karşı duyarlı olan insanlara hayranlığım her zaman olmuştur. Çok basit hareketlerle dahi yapılan duyarlılıkların kıymetli olduğunu düşünüyorum. Mesela yolun ortasına düşmüş bir engeli kaldırarak trafikteki insanların işlerini kolaylaştırmak gibi.

Evladına karşı duyarlı bir baba ve anne örnekleri bizleri hep mutlu etmiş sevindirmiştir. Duyarlılık hassas, özenli, anlayışlı, düşünceli gibi birçok güzel kelimeyi de içerisinde barındırır. Duyarlılık huzuru, geçimi, mutluluğu, anlaşabilmeyi de beraberinde taşır.

Duyarlılıklarıyla bizi celbeden insanlar hafızalarımızda yerlerini hep güzellikleriyle korurlar. Duyarlı öğretmenlerimize karşı sevgimiz, teveccühümüz bir ömür boyu sürer gönlümüzde.

Hayatımızı tercihlerimiz belirler çoğu zaman. Duyarlı bir felsefeye sahip olmakta bir nevi tercihlerimiz arasındadır. Çok hırslı bir insanın duyarlı hasletlere sahip olmasını beklemeyiz. Duyarlı olabilme, tamamen olmasa bile öğrenilebilecek bir realitedir. Sevmek gibi, savaşmamak gibi.   

Küçük diyebileceğimiz ve göz ardı ettiğimiz birçok ayrıntıyı dikkate almak demektir duyarlı olmak. Üstün Dökmen bu duruma şöyle dikkat çekmiştir. ‘Küçük şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan, bunlar karşısında mutlu veya mutsuz olmayı da öğrenebilir’

Birde duyarlı olmayıp da duyarlı olduğunu zanneden, ufak tefek şeylerle vicdanını rahatlatmaya çalışan insan modelleri vardır çevremizde. Dilenciye verilen küçücük paralar gibi. Sosyal medyada olumsuzluklara karşı duyarlı olduklarını ima eden o kadar çok insan var ki. Dünyayı yönetenler de aynen kendilerini bunlar gibi zannediyorlar. Yoksa dünyamız bu halde olur muydu sizce?

Toplumların, ülke yönetimlerinin, insanlığın toplu duyarlılıkları da olmalı. Mesela güncel bir konu; insanca yaşamak adına ölümü göze alarak denizlerden çıkış ararken canlarından olan nice insanı düşünün. Sınırlarda çareler aramayanlara, çareler üretemeyen bu dünya siyaseti oldukça, kıyılardan insan cesetlerini toplamaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.

Duyarlı olmak fedakârlığı da beraberinde getirir. Albert Camus’un ifadesiyle ‘Geleceğe yönelik gerçek cömertlik şu an mevcut olan her şeyden vazgeçmeyi içerir’ diyerek, geleceğe yönelik duyarlılığa dikkat çekmiştir bir nevi.

Duyarlı olma, iyi insan olma, iyi vatandaş olma olgularını da beraberinde getirir oysa. Ne zaman ki iyi insan olma, iyi vatandaş olma öğretilerini ülkemizin insanları öğrenir, o zaman karmaşadan, kavgalardan, terörizmden kurtulmaya başlarız.

Şairin ve yazarın duyarlılığı nasıl olur derseniz? Bu kalemlerin önsezilerinin daha kuvvetli olduğunu düşünürsek, insana, doğaya, dünyamıza gelebilecek olumsuz hal ve şartların bertarafı için çaba göstermesiyle olur. Şairin ve yazarın yenilikçi ve devrimci yönünü muhafaza ederek, sömürü düzenlerle mücadele ve muhalefet etmesi gerekir.  İnsanın, toplumun sorunlarına karşı duyarlı olması ve ne şartta olursa olsun adaletin, doğrunun yanında olmasıdır asıl olan.

duyarlı insan müdahalecidir
duyarlı insan toplumcudur
duyarlı insan ölçülü insandır
ve en önemlisi
duyarlı insan güzel insandır


Sağlıcakla kalınız.

 
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 14 Ekim 2015 - Yazı No: 68
İrade Gazetesi-Duyarlı İnsan-İlkay Coşkun-14.10.2015
 

3 Ekim 2015 Cumartesi

Dönüş

Dönüş

Dünyamız kendi ekseni etrafında ve güneş etrafında da dönüyor. Ay dünyanın etrafında dönüyor bütün uydular gibi. Her dönüş farklı oluşumları da beraberinde getiriyor. Gece gündüzün oluşumu, mevsimlerin oluşumu gibi. Velhasıl atomdan küreye her şey dönüş halinde. Yöneliş kelimesinde dönmeden ziyade bir akış hali var.

Eğer dönüş hali doğru, anlamlı, yasal ise değerlidir. Eşinin etrafında fır dönen kadın veya erkek gibi. Hastalanınca baba ve annesinin etrafında dört dönen evlat gibi dönme işi kıymetlidir. Kendi etrafında dönen insan da farkında olmadan birçok şeyin etrafında dönmüyor mu?

Hoş olmayan dönüşlerde vardır yaşantımız içinde. Menfaati için parti liderinin çevresinde, sağında solunda sürekli bulunma hali gibi mesela. Bu da bir dönüştür ama hoş gözükmeyen menfaatli bir dönüş.

Dönüşlerde, bazı şeyler kazanılırken bazı şeylerde kaybediliyor doğal olarak. Gündüzün geceye dönüşmesinden gündüzü kaybederiz. Mevsimin yaza dönüşmesinden ilkbaharı kaybederiz. Döne döne tekrar gelineceğini bildiğimiz için çokta kayıp saymayız olanları. En çok zamanın akışına hayıflanırız. Geçen zaman geri gelmez diyerek. Yeni zamanlar gelir ama o giden zamanın yerini hiçbir şey tutmaz.

Dönüşlerin çoğunu gözümüz algılayamaz ama inanırız, biliriz. Gerek hücrelerin gerek dünyamızın dönüşünü algılayamayız. Akrep ve yelkovan gibi bazı dönüşleri ise çok rahat gözlemleriz. Bir çocuk dönme ihtiyacı hisseder? Cihet, taraf, yön hareket alanları canlılığın sevinçli iken neden döner hiç gözlemlediniz mi? Mutlu insan, neşeli insan düğünlerde döne döne oynamaz mı? Hep ileriye, hep uzağa gitmek isteyen insan ve canlı, ihtiyacı bir gereklilik kadar bir dürtüyü de beraberinde taşımaz mı? Bizler her dönüşü önemli bir aktivite olarak görürüz.

Yüzünü dönen insan diğer taraftan da birçok şeye sırtını da dönmüş olur keza. Bu durum bir gerekliliktir. İstenilen bir işi, meşguliyeti elde ettiğimizde diğer birçok şeye sırtımızı doğal olarak dönmüş oluruz. Bu da bir realitedir aslında. Yalpalayan insanoğlu, zamanı geldiğinde özüne dönmez mi? Asıl kodlarına döner bir nevi. Buda bir dönüş halidir. ‘Sen giderken ben geri dönüyordum’ diyen insan hareketin öndeliğine vurgu yapar, gidişten çok dönüşü önceler bu ifadesiyle.

Dönüşlere mukavemette bulunup ani tersine dönüşlerde yapar insan. Özüne dönüşlerde her şeye rağmen kısmi mukavemetler, karşı duruşlar olsa da sonuç değişmez. Ölümün çaresini hep aramıştır insanoğlu yaşadığı süre içerisinde. Ölmemeye çalışır adeta. Hiç olmadı çocuklarıyla, eserleriyle bıraktığı ünü ile yaşamaya çalışır.

İbadetteki insanın bir teslimiyet hali vardır. Şeklen ve ruhen görüntü Rabbine yönelişi simgeler. Semah döner. Bu dönüşleri iyi okumak ve anlamak gerek. Kime ne kadar faydası ne kadar işlevi vardır bu dönüşlerin görmek gerek. Farklı yönelmeler sonrasında kimi partili eski partisine, yuvasına dönüş yapar. Her dönüş gidişlerin tersidir. Neden gider insan, neden döner? Bu durumu hayatımızda sadece düz bir gidiş gibi görürüz. Nasıl ki dünyamızı yuvarlak değil de dümdüz gördüğümüz gibi.

Yemininden döner insan,  sözünden döner, özünden döner. Döne döne pişer et. Dönüş pişmeyi, olgunluğu beraberinde getirir. Lunaparklara gidip bakın bir, eğlencelerin birçoğu dönme eylemi üzerine kuruludur. İzinlerde tatile giden insan evine döner, işine döner. Gitmekten daha çok asıl olan hareket dönüştür.

Hareketi ve durağanlığı iç içe yaşar insan ve dünyamız. Çok gürültülü hareketli bir cadde önünde ki evinizde, kapıyı pencereyi kapatıp sesi kesip hareketsizliği çok kolay yaşayabilirsiniz. Kıpır kıpır insan zamanla sessizleşmeye, ağırlaşmaya başlar. Çalışan alet ve edevatta olsa emekli olmaya mahkûmdur. Her hareketin bir dönüşümü vardır. Enerjinin dönüşümü vardır. Dönüşler hep vardır. Ölümlerde bir nevi dönüştür aslında. Asıl olana, var olana dönüştür.

Sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 07 Ekim 2015 - Yazı No: 67
İrade Gazetesi-Dönüş-İlkay Coşkun-7 Ekim 2015