26 Mart 2016 Cumartesi

Acziyet Mevzusu

Acziyet Mevzusu

kahramanlık taslayan insan
neyle kiminle savaşın senin
bilmez misin ki insanlar ölümlüdür
insanlar aciz insanlar et kemik

Merhaba sevgili dostlar.

Baş döndürücü gelişmeleri, yenilikleri yaşayan insanın acizliklerinde, yetersizliklerinde, ruhunun ve yüreğinin kırılganlıklarında çok bir değişiklik yok aslında.

Bu bağlamda örneklemeleri birçok alandan verebiliriz. Yazarçizer çevresinde gözümüzde çok büyüttüğümüz birtakım tanınmış kişileri yakından tanıma fırsatı bulur isek bahsi geçen bu halleri çok rahatlıkla gözlemleyebiliriz. İnsanların deruni yönlerinin yanlarında, sığ yanları, sıradan yanları hep vardır, var olacaktır. Çok basit düz mantıkla çözülebilecek bazı konuları, isminin önünün hayli kabarık bazı insanların çözemediklerine şahit olmuşuzdur. Nasıl ki bir bıçak doğru elde çok maharetli bir edevat olur, yanlış elde insanı katil yapar ise, ilimde böyle değil midir? İlimle kimi bilim adamı insanlığa faydalı âlim olur kimisi de atom bombası yaparak insanlığın sonu olur. İnsanı ileri noktalara taşıyan bir ilim adamının yanında, insanları sapkınlığa, inançsızlığa sevk eden bilim insanları da çıkar gün gelir. Allah vergisi çok önemli özellikleri olan bazı insanların bu kabiliyetleri birçok cehaletleri de perdeleyebilir. Güzel yönleriyle hayran kaldığımız insanları tanıdıktan sonra hayal kırıklığına da uğrayabiliriz. Bu örnekleri çoğaltabilir de.

Eğitimin, kültürün, inancın, genlerin, fizyolojinin, sağlığın önemi yadsınamaz. İnsanın yaşam kalitesini belirleyen en önemli unsurlardandır. Cehaleti yenmenin önemini toplumlar üzerinde çoğu zaman gözlemleyebiliriz. Ama her türlü olumlu gelişmelere rağmen insan acziyetini de taşıdığına şahidiz. Dünyanın geçiciliği ve ölüm gerçeği üzerinden kabulleniş sayılan ruh halini de taşıyabilmelidir. Biliyor ki insan her türlü tekâmüle rağmen bazı şeyler değişmeyecektir. Dünyamızda ne kadarda enerjinin dönüşümüne de şahit olsak kaynakların bittiği bir nokta vardır muhakkak.

İnsan yüreğinin ve beyninin bir köşelerinde boşlukları hep yaşarlar az veya çok. Bu boşluklar kimi zaman uzunca bir süre pasiftir. Bir an gelir harekete geçer ve aktifleşir. Bu boşluklar daha çok korkuları, tedirginlikleri, yetersizlikleri, acizlikleri içerir. İşler yolunda iken, sağlık yerinde iken bu boşluklar genel olarak uyur vaziyettedir. Bir nevi bilinçaltındaki derin çukurlardır bunlar.  Bu boşluklar eğer disipline edilmezse, törpülenmezse, dizginlenmezse çok kötü sonuçlar doğurabilir. Yüreklerdeki ve beyinlerde ki bu boşluklar bu anlamda hep vardır. Manevi anlamda yapılan iyileştirme çabaları insana olabildiği kadar deva olabiliyor. Manevi yönden kendini kuvvetlendirmiş bireyler zor zamanlarda daha az zarar görerek yoluna devam ediyorlar. Zaman zaman durduk yere hüzün yaşayan, durduk yere karamsarlığa kapılan insan, yaşadığı bu negatif duygulardan dolayı iletişim noktasında ki bağlantıları son derece zayıftır. Bu yüzden olabilecek tüm negatifliklerin bir nevi dışavurumlarını yaşarlar. Boşluk her zaman doldurulmaya müsaittir. Boşluklar cazip alanlardır aslında. Adı üzerinde boşluk. Bu alanları olumlu argümanlarla doldurmak demek olumsuzlukları bir anlamda asgariye indirmek demektir. Boşluk boşluğu kabul etmez, hep dolma eğilimindedir.

Cüzi iradeye sahip olan insanoğlu emeği ile çalışması ile hep bir noktaya gelme gayretini gösterirken kader aynasına görüntüsü yansır. Kimi zaman lütuf içerisinde kahırlarını, kimi zamanda kahır içerisinde lütuflarını yaşar. Küllü irade çerçevesinde kulluğunun yanında acizliği de vardır. Hz Âdem’den beridir fizyolojik olarak birbirimizden yok farkımız. Çoğu zaman zırva içinde ki insan zirvede de olsa zafiyet gerçeği hep yaşanmaktadır. İnsanoğlunun canlılar içerisinde kendisini dizginleyebilmesi, eksiklikleriyle birlikte kendisini bilmesinden geçer. Bazı insanları ne kadarda büyütürsek büyütelim, insanoğlu zaaflarıyla var olan bir canlıdır. Büyük dediğimiz insanların da zaaflarını görmemiz ve ona göre değerlendirmemiz bu noktada önem arz eder.

Çaresizlik, umut ve hayalperestlik üçgeninde gezeleyen insanoğlu ne kadar ilerlerse ilerlesin, doğum seremonisi ve sonrasında ölüm elvedası gerçeğinin dışına çıkamıyor bir türlü. Şu bir gerçek ki; doymaya ve ölmemeye çalışan insanoğlu bu dünyada ne tam olarak doyabilecek ne de ölümsüzleşecek.

Sağlıcakla kalınız.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 30 Mart 2016 - Yazı No: 93
İrade Gazetesi-Acziyet Mevzusu-İlkay Coşkun-30.03.2016

 

20 Mart 2016 Pazar

Şehir ve İnsan

Şehir ve İnsan

İleri teknoloji, modernite, küreselleşme, teknolojik hayat derken insanoğlu değişimleri hızlı bir şekilde yaşıyor. Gerek insanların şehirleri şekillendirmesi gerekse de şehirlerin insanları şekillendirdiği girift hali toplumlar her aşamada yaşıyor. Şehirler tarih ve kültür aktarımı da yaparlar, yapmalıdırlar. Başka bir değişle şehir, kültürü, medeniyeti ve tarihi yansıttığı kadar şehirdir diyebiliriz. Köyün doğallığı ve bakirliğin yanında şehirlerin daha çok zenginliği, kültürü olmalıdır. Şehirli olma ve şehre karşı aidiyet hissi duyma kavramları bu bağlamda daha çok önem arz ediyor. Şehirler bir nevi milletlerin boy aynasıdır.  

Şehirlerin tarihi miraslarına sahip çıkma, koruma ve yaşatma kültürünü her daim canlı tutmak gerekiyor. Şehirlerin dönüşümünü geçmişle gelecek arasında bir köprü zihniyeti ile inşa etmek lazım. Yüz yıllar sonrasında bizlerden bir şeyler kalması adına üst kalitede değerler bırakmamız gerekiyor. Şehirlerin kendine özgü değerlerini daha da zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmamız bu noktada önem arz ediyor.

Tekâmül, ilerleme, zenginleşme, rahatlık ve iyi bir yaşam istikametinde sergilenen çabalar her zaman yaşamın içerisinde yer buluyor. İnsanın değişimlere karşı geliştirdiği uyumu, değişimdeki kıvraklığı, kabullenme yeteneği birçok yeniliğin kapısını aralıyor çoğu zaman. Bu perspektif şehirleşme ile vücut buluyor. Doğa ile iç içe, yalnızlığını doya doya yaşama hevesinde olan insanoğlu tam tersi istikamette, şehirlerdeki kalabalık alanlarda yaşama devam ediyor. Sosyalliğini çok çeşitli boyutlarda yaşama isteği kalabalıklaşmayı beraberinde getiriyor. Sinemasına, alışverişlerine, etkinliklerine ve daha birçok faaliyete şehirde kavuşuyor insan. Eğitim, sağlık gibi alanlardan daha fazla hizmet alma çabası şehirlere olan ilgiyi artırıyor. Yaşanan bu koşturmacalar devam eden alışkanlıkları da beraberinde getiriyor. İstanbul da uzun yıllar yaşamış olan bir insanın İstanbul’dan kopamaması dikkat çekici bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Çocuklar, torunlar derken bu bağ insanları zorunlu kılıyor. Bu bağlamda hayatın gidişatını daha çok yeni nesiller belirliyor.  

Yabancılaşma sorunsalını kıvrak zekâsıyla ve yöntemleriyle aşmaya çalışan insan, Avrupa’nın metropol başkentlerinde köy derneği kurarak büyük bir şehir içerisinde kendi dünyasını yaşayabiliyor. Doğada ki etki tepki kuvvetlerinin kurulduğu dengeye benzer bir denge hali görülüyor. Belki kasırganın önünde bir esinti gibi kalıyor ama esintilerin birleşerek bir kasırga olabilme şansı her zaman vardır. Denizden uzak tarımsal topraklar nasıl ki bir dönem erkek evlatlarına, deniz tarafındaki verimsiz alanlar kızlara verilirdi. Gün geldi o beğenilmeyip kız çocuklarına dolayısıyla damatlara verilen alanlar turizmin getirileriyle daha kıymetli hale geldi.  Aynen bu örnekte ki gibi hayat çoğu zaman oyunlarını oynuyor biz insanlara. Para, rant ve sonucunda rahatlık tek başına avantajlarıyla çalmıyor şehirlerin kaderini. Kirli hava, gdo’lu besinler, trafik, temiz olmayan su gibi çokça sorunu da beraberinde getiriyor. Her ne kadar son yıllarda şehirlerimizin altyapı, içecek su, havasına yönelik ciddi manada iyileştirme çabalarına rağmen bir yerde tabiat kendini yenileyemiyor. İster istemez çaresiz haller de baş gösterebiliyor.

Şehirde evlerin içinde ve balkonunda teknolojiyi kullanarak bir hayatı harcamak insanoğluna ne kadar özgürlük sağlar? Bu durumun iyi irdelenmesi gerekiyor aslında. Dünyanın güzelliklerini içine sindirerek, tabiri caizse doya doya yaşama olgusunu ve özgürlüğünü şehirlerimizde nasıl yaygınlaştırabileceğiz? Şehirler yıkılıp yeniden mi inşa edilecek? Yoksa daha kötüye mi gidiş olacak?

Ne kadarda değişim, yenilik yaşansa da, insanların fizyolojik ihtiyaçları ve dünyanın geçicilik gerçeği değişmiyor. Çocuk ve genç yaşlarda teknolojiyi çok iyi kullanan bireyler, yaşları ilerledikçe teknolojinin gerisinde kalmaya başlıyorlar. Bu durum bir yerde denge görevi üstleniyor. Bir yerde insanoğlu bir nevi kendini frenliyor. Mola ve sindirme halini yaşıyor toplumlar bu aralarda.

Değişimin önünde durmak çok zor. Mahalle bakkallarının kapanıp marketlere dönüşmesine engel olamayabiliriz ama mahalledeki marketlerde de çalışabiliriz. Çocuklarımız çalışır ekmeğini kazanabilir bu küçük işyerlerinde. Önemli olan değişim sonundaki yaşantıyı naifleştirebilmektir. Site önlerinde çocuklar çok güzel oyunlar oynayabilirler. Şehirlerdeki kültür evleri, kütüphaneler, sosyal alanlar vs. nesillerin daha bilinçli daha bilgili daha güzel yaşamasına vasıta olabilir. Kadın elinin değdiği şehirlerdeki hayat alanlarında güzeli, kaliteyi, zarafeti inşa etmek ve yaşatmak şehirlerin kimliğine artı değerler katacağına inanıyorum.

Şehirler büyük medeniyetlere mekân olmuştur tarih boyunca. İnsanların elinde bir zamanların büyülü şehri Bağdat’ın olduğu gibi. Yine aynı insanoğlunun elindeki günümüzdeki Bağdat şehri ise savaşların, ölümlerin, zulümlerin yaşatıldığı yerlere de dönüştürülebiliyor ne yazık ki.

Şehirleri kuran erkin felsefe bilmesi, mana yönünün ve estetik yönünün üst düzey gelişmiş olması gerekiyor. Şehirlere sadece mimari çerçeveden bakmamak gerekiyor. Şehirlerin kadim kültürlerinin, ruhunun olması da gerekiyor aynı zamanda. Bu anlamda bir eleştirim oluyor ister istemez. Daha çok hatırlansın ölüm diye mezarları gözünün önüne yapmış ecdat. Bizler bunun anlamını kaybederek mezarlıkları dışarıya alınmasını izliyoruz. İşte bunu anlamaya çalışıyorum. Böyle yaparak şehirleri yaşayan ölülerle doldurduğumuzu bilmiyoruz.

Velhasıl, insanlar varsa şehirler var. İnsanlar varsa güzelliklerde olsun ister gönül. Güzelliklerde çirkinliklerde biz insanoğlunun elindedir. Özlenilen, istenilen bir şehri anlatan bir şiirimle yazımı sonlandırmak istiyorum. Sağlıcakla kalınız.

Şehriyar

ateşe su taşıyıp Mekke’ye yol alırken
rüyalardan önce görülmeli bu şehir 

sızlayan mürekkebe derman bulup
kalem tutturmayı iyi bilir bu şehir

düşmana karşı en keskin balta olup
nice uykudan geri koymalı bu şehir

adına koçlar gönderilir İbrahimlere
kaç put kırdırır burçlarında bu şehir

şehirlerin rüyaları boz bulanıkken hala
Kudüs gibi mücevher olmalı bu şehir

meşkle yoğrulup sonsuzluğa susamışken
ne mutlu ki, aşk yolunda bu şehir
……
şehirliyiz evet, manada altını, yakutu
gerçekte şehriyar kalmalı bu şehir

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 23 Mart 2016-Yazı No: 92
İrade Gazetesi-Şehir ve İnsan-İlkay Coşkun-23.03.2016

17 Mart 2016 Perşembe

Şair ve Yazar İlkay Coşkun - Bizim Sivas

ŞEHRİMİZİN KÜLTÜR DEĞERLERİ- ŞAİR  VE YAZAR İLKAY COŞKUN

1971 doğumlu şair yazar İlkay coşkun, ilk eserlerini şiir alanında verdiği için daha çok şair olarak bilinir. “Yüreğimden Süzülen Nağmeler”, “Düş Yolcusu” ve “Bilonsa” isimlerinde üç şiir kitabı vardır.  Baskıya hazır, deneme, aforizma ve şiir kitapları mevcuttur. Şiirlerinde daha çok toplumsal konulara ağırlık verir. Şiirlerinde duyguyu ve imgeyi önceler. Tamamen duygudan arındırılmış şiirlerden haz almaz. Şiirlerinde kıyıda kenarda kalmış az kullanılan kelimelere de yer verir. Gelenekten gelen bağını kuvvetlendirme çabasındadır. Teknoroman/tik, Göğrafya, Bilonsa, Karmate, Giz Sancısı, Sen/Sizliklerim, Yarına Epilog, Ayar/Sızım ilginç şiir örneklerindendir. Azda olsa hece şiiri yazmasına rağmen daha çok serbest tarzda şiirlerini kaleme alır. Görsel ve deneysel şiir olarak adlandırılan şiirleri de mevcuttur.

Şiirde bilgi birikiminin önemine inanan şair aynı zamanda yeniliklerin de peşindedir. Şiirde çeşitliliğe önem verir. Çok okuma az yazma felsefesiyle hareket eder. ”Şair, şiirin bir ucunu her zaman açık bırakabilmelidir” düşüncesiyle o açık uçtan her okuru şiiri farklı coğrafyalara, farklı mekânlara, farklı ufuklara, farklı rüyalara taşıyabilmeyi hedefler şair. İlkay Coşkun şiiri, kimliksiz düşlere vurulan gölgeler olarak betimler.  Başka bir tespitinde, “Yazar ve şairler ne kadar aksini iddia etseler de yazmak biraz da akıl verme ve birikmiş olan aklı dağıtma işidir” sözüdür. Kendini özeleştiriden de eksik kalmaz şair, bir sözünde şöyle eleştirir şairliğini: “ Şair biraz / çocuk haytalığı üzerinde âşık biraz / göğü tırmalayan güvercin kostak biraz / anlamak zor iş, deli biraz”

Şiir dostu şair Yusuf Bal şu şekilde tanımlar İlkay Coşkun’un şiirlerini;

“İlkay Coşkun kendi şiir tarzını, şiir dilini oluşturmuş bir şair. Şiirde şair kimliği yol almaya devam etmekte. Şiirde geldiği nokta ile yetinmeyen, kendini tekrarlamayıp, şiire sürekli yeni pencereler aralamaya çalışan şairleri hep takdir etmişimdir. İlkay Coşkun yazdıklarıyla şiire pencere açmakla kalmamakta, kimi şiirleriyle duvarı yıkmaktadır.”

Ulusal ve yerel birçok dergide şiir ve yazıları yayınlanmaktadır. Birçok kitapta şiirleri ve yazıları yer almıştır. Yerel bir gazetede haftalık yazılar yazmaktadır. Aynı zamanda yerel bir radyoda “İlkay Coşkun’la Edebi Sohbetler” isminde radyo programı hazırlayıp sunmaktadır.

İnsanoğlunun doğumunu, hayatını ve ölümünü imlediği, konu aldığı İlkay Bey’in görsel bir şiiri ile yazımı sonlandırmak istiyorum.

Refik Kutlu / 17 Mart 2016 / Bizim Sivas Gazetesi
Bizim Sivas - İlkay Coşkun - 17 Mart 2016 - Refik Kutlu


 
 

15 Mart 2016 Salı

Ateş Çemberi

Ateş Çemberi

büyük zannedilen
küçük menfaatleri
öne sürerek
büyük savaşlara girmek
eğer cehaletten değilse
mecburiyettendir

Merhaba dostlar.

Gezi Parkı eylemlerinden bu tarafa ülkemizde oynanan oyunlar tüm sıcaklığıyla devam ediyor maalesef. Egemen güçlerin terör örgütleri kanalıyla özellikle Müslüman ülkeler üzerinde oynanan oyunların en önemli ayağı ülkemiz üzerinde devam ediyor. Dışarıdan dizayn edilen akademisyenler, medya, cemaat ayağıyla bu savaş devam ediyor maalesef.

Terör adres tanımıyor. Ölümler arasında ayırım yapmıyor. Ankara’da ki son üç terör saldırılarında canımız fazlasıyla yandı. Özellikle teröre kurban verdiğimiz gençleri gördükçe durumun vahametini daha çok yaşıyoruz. Bu saldırıların temelinde şehir savaşlarını kaybeden ve belli kesimlere değil de topluma korku salmak amacıyla can havliyle yapılan aciz bir terör olayı olarak görmek gerekir. Ne yazık ki ülkemizde hala bu terörü savunanlar ve terörü masum gösterme çabaları içerisinde olan vatan hainleri var. Tarihte bunların örneklerini bu millet çok gördü. Kendilerini kültürlü, aydın, ülkenin aynası sayılan sanatçı kategorisine koyuyorlar ama birçokları Türkiye tarihini hiç okumayan, geçmişi gözden kaçırmış sözde kültürlüler. İşte onlar böyle aydınlar, sanatçı müsveddeleri. Allah ıslah etsin ne diyelim. Ülkemiz zor günler yaşıyor ama sonu iyi olacak Allah'ın izniyle. Yüzde bir oranında bile yer bulamayan insanların sesi şimdiye kadar çok çıkıyordu. Şimdi de zorda kaldıklarından mıdır bilinmez, geri planda kalıp fazlaca renk vermeyenler de avazları çıktığı kadar bağırdıklarından fazla var zannediliyorlar ama boşa çırpınıyorlar. Dokuz birden her zaman büyüktür.

Gerilla annesi olmak istiyorum” diyen sözde sanatçı çıktı geçen günlerde karşımıza. Kinini, nefretini bu millete bu cümlelerle kustu aklı sıra. Önümüze gelenin ne olduğuna, kaç gram aklı olduğuna bakmadan meşhur edersek olacağı budur. Aydınıyla, sinemacısıyla, televizyoncusuyla türkücüsüyle, komedyeniyle bir avuç azınlık ihanetlikleriyle, densizlikleriyle çıkıyorlar piyasaya. Bu millet bunları hak ettikleri yere mutlaka oturtacaktır hiç şüpheleri olmasın. İnsanımızın çoğunluğu birlik ve beraberlik üzerine hareket etmesi umutlarımızı her zaman canlı tutuyor.

Dünyada dengeler bir bir değişirken bunun gerisinde kalmama noktasında bir dış siyaset sergileyen devlet politikamız birçoklarının işine gelmemektedir. Coğrafyasında sağlam duruş sergileyen ve birçok oldubittiye gelmeyeceğini açık bir dille dile getiren dış politikamız, yıllar boyu özlediğimiz bir duruş sergiliyor. Birileri de öyle bir duruşa müsaade etmeyeceklerinin sinyallerini vermeye çalışıyorlar. İslam ordusunun kurulması, Müslüman ülkelerin bir uyanışı olarak gördükleri için var güçleriyle terörü destekliyorlar. Asla geri adım atmamamız bu noktada çok önemli. 

Bir süre önce, Suriye diktatörünün yanında yer alarak Orta Doğu’da güç gösterisi yapan Rusya yönetimi geri adım atarak askerlerini geri çekme kararı aldı biliyorsunuz ki. Bu kararın asıl nedeni Rusya'nın eski gücünden yoksunluğu yatıyor. Bu bölgede Amerika kadar güçlüyüm mesajını vermek istiyor ama kendi de bu söylediğine inanmıyor.  Bu geri adımın ardında ki gerçek Ukrayna ile yaşadığı problem ve ekonomisinde ki çöküştür. Gördük ki Rusya iki işi aynı anda götüremeyecek kadar aciz bir güç.

Her türlü zorluklara, teröre rağmen ülkemizde ki kalkınma, büyüme devam ediyor. Yavuz Sultan Selim köprüsünde sona gelindi. Boru hatları projeleri, hızlı tren projeleri gibi birçok proje hiç aksamadan devam ediyor. Müstemleke mantık bu güzel gelişmelerden rahatsız oluyor. Sıkıntılarımızın çoğunluğunda ki gerçek sebeplerin içinde bu ilerleyişimizden duyulan rahatsızlıklardır.

Ülkemizin, yaşadığımız şehirlerin, mahallelerimizin güvenliğinin ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunu görmemiz gerekiyor. Vatanımızın her köşesinde can güvenliğinin sağlanması adına devletimiz başta olmak üzere hepimizin görevleri var. Terörü timsah gözyaşlarıyla kınayan egemen devletleri, egemen güçleri iyi etüt etmemiz gerekiyor. Taşeron terör örgütlerinden çok arka planda savaşan azmettirici güçleri iyi tahlil etmemiz ve bunlara yönelik akıllı adımlar atmamız gerekiyor. Ülke olarak sadece savunma cephesinde durmayıp bulunduğumuz coğrafya da belirleyici olmalıyız. Egemen güçler terör kozunu kullanmaya ne kadar devam edecekler bilinmez ama biz diplomasi kanallarını sonuna kadar kullanarak aklıselimi elden bırakmayıp Müslüman daireyi genişletmemiz gerekiyor.

Ülkemizde, reddi miras düşüncesinde olan bir güruh var maalesef. Bu güruh gerek Osmanlı'nın mirasını, gerek Müslüman Anadolu'nun mirasının değerini, anlamını göremiyorlar. Uydurma devrim hayalperestlikleriyle, özgürlük safsatalarıyla güzel ülkemizi karmaşaya sürüklüyorlar. Destekte görüyorlar maalesef. Başka bir cenahta terörü hem istemediğini dile getiren ve terör sonrasında da nemalanmanın hesaplarını yapan çevreler. Bunlara da “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu“ diyesi geliyor insanın.

Son üç yüz yıldır hep savunmada kaldık ne yazık ki. Belirleyici olmanın  ötesinde gündemi belirlenen durumundaydık. Güçsüzlük zamanlarımızı bırakın, gücümüz kadar dahi olamadık. Az doğup çok ölen gibiydik. Son yüzyılda biz Müslümanlar biz Türkler aydınlanma ve batılılaşma safsatası yerine cehaleti yok etme ve birlik olma ülküsünde hareket etseydik çok daha iyi konumda olurduk hiç şüphesiz. Neyse ki Allah'tan bu sıkıntılar geçmeye başladı.

İnsanımız her türlü olumsuzluklara karşın sabırlıdır, âlicenaptır. İnsanımız kişilerden ziyade daha çok devlete ve vatana dua eder. Vatanımızın bölünmemesi için koruyucu en önemli panzehir kuvvetidir bu.

Sağlıcakla kalınız.


İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 17 Mart 2016 - Yazı No: 91
İrade Gazetesi-Ateş Çemberi-İlkay Coşkun-17.03.2016 
 

12 Mart 2016 Cumartesi

Sivas’ın Öz Değeri Kul Mehmet


Merhaba sevgili dostlar. 

Sivas’ın öz değerleri yazı dizime bu hafta 1949 yılı doğumlu emekli öğretmen Şair Kul Mehmet mahlaslı Mehmet Anulur Bey’e yer vermek istiyorum.

Yaklaşık on yıldır tanıma fırsatı bulduğum Mehmet hocam özenli, detaylı konuşmalarıyla dikkatimi çekti. Öğretmen olmasının verdiği konular hakkında ki izahatları, ayrıntılara dikkat çekme yönleri beni etkilemiştir. Sivas tarihi başta olmak üzere, halk edebiyatı, folklor, şehir kültürü gibi alanlarda sahip olduğu bilgi birikimini, bildiklerini karşıdakine iletmedeki duyduğu heyecanı gözlemlememek mümkün değil.  Hikmet yüklü kıssalar ve efsaneler dilinden eksik olmaz. Anlatımındaki naiflik dinleyeni alır uzaklara götürür adeta. Vatanını namusu kadar kutsal sayar ve Türklüğü ile şeref duymaktadır. Dini konularda, milli konularda ve kültür konularında duyarlı yaklaşımı tam bir Anadolu insanı çizgisindedir. “Kul” mahlası bu anlamda tam yerini bulmuştur. Dini konularda yazdığı şiirlerinde, iman, takva, itikat, tevekkül ve dua konularını önceler satırlarında.

1965 yılında şiirlerini kaleme almaya başlayan ozanımızın ilk şiirleri serbest tarz şiirlerdir ama daha sonraları hece şiirleri ve ozanlık yönü ön plana çıkmıştır. Çok küçük yaşlarda saz çalmaya da başlayan ozanımızın kendisine ait ezgileri mevcuttur. Sazını sırdaş olarak görür ozanımız ve elinden bırakmaz. Sazıyla yarenliğini ilerletir. Güzelleme, kavuştaklı türkü, mani, mahlasname, şairname, ninni, tekerleme, lebdeğmez, uzun hava vb. örneklerini vermiştir. Herhangi bir ustası ve çırağı yoktur. Âşıklık geleneğinden gelen birçok şiir türünden şiirleri mevcuttur. Elifname, Mahlasname, Ramazanname, Aşıkname, Vasiyetname gibi farklı şiir türlerinde de birçok şiir yazmıştır. Şiirlerinde konu, tema çok çeşitlidir. Sivas hıngeli üzerine yazmış olduğu şiiri dikkat çeken bir örnek. Kul Mehmet şiirlerinde akıcı üslubu vardır. Şiirlerini okurken hece şiirinin akıcı üslubunu, ahengini, uyumunu üst seviyelerde görürsünüz. Öğretmen hassasiyetiyle örer mısralarını. Didaktik öğeler okur ve dinleyenler için hep faydalı şeylerdir. Sıratı müstakim çizgisini işaret eder hep. Ozan mısralarını dizerken ağdalı, süslü ifadelere çok yer vermez. Demek istediklerini dolambaçlı yollardan değil de direk söylemesi şairimizin öne çıkan özelliklerinin başında geliyor.  

Turnalar kitabındaki değişleri, şiirleri, tahlilleri, izahatları, biyografisi derin ve uzun anlatımıyla okura mümbit bir Sivas sevdalısı portresi çizer. Turnalar’dan sonra yayına hazırladığı Sivas halaylarını, düğün geleneklerini, folklorunu ele aldığı kitap yakında raflardaki yerini alacak inşallah. Sivas Valiliğinin katkılarıyla çıkması beklenen kitap dörtyüz sayfanın üzerinde dolu dolu bir eser.  

“Gözyaşı dökülmeden büyük işler başarılamaz” Bir Arap atasözünde denildiği gibi sıkıntılar, acılar, gurbet ve özlemler gerçek şiirleri yazdırır ozana. Yaşamadığını, hissetmediğini yazmadığını üstüne basa basa vurgulayan ozanımız, halk ozanı olma kimliğini verdiği eserleriyle ve yazdığı hece şiirleriyle kanıtlamış ve Sivas halk ozanları içerisinde müstesna yerini almıştır. Yazdığı şiirleriyle poetikasını oluşturmuş bir ozandır. Kul Mehmet şiirini bu bağlamda tanımak zor değildir. Sağlık sorunları da yaşayan ozanımız Allah inancının verdiği güçle sabırla yaşama tutunur. Tevekkülüne sımsıkı sarılır. Allah sağlıklı, hayırlı uzun ömür versin. Güzel bir Kul Mehmet Şiiriyle yazımı sonlandırmak istiyorum izninizle.

Kalın sağlıcakla.

ELİFNAME

Elif, elif diye söktüm Kur'an
Be, Bismillâh Bâri Hûda, Ya Rabbi
Te, Teyemmüm, gusül mümin imanı
Se, Sen'den etme cûda Ya Rabbi

Cim, Cemaat olup durdum kıyama
Ha, Hadisler mürşit yolu sorana
Hı, Hıfzetmezsen de sarıl Kur'ana
Dal, Deryanda damla su da Ya Rabbi

Zel, Zemin hazırla yüce divana
Rı, Rıdvanda kavuşulur Rahmana
Ze, Zemzemden nasip eyle bana da
Sin, Sinimi rahmet yuda Ya Rabbi

Şın, Şeytana verme kemlik fırsatı
Sat, Say'ımla nasip eyle tavafı
Dat, Dara düşürür kulu zaafı
Tı, Tı teber kervanım bu'da Ya Rabbi

Zı, Zındıklar nasıl bakarlar sana?
Ayın, Aylar yıllar imtihan bana
Gayın, Gayretimde arıda mana
Fe, Fesat olmasın şu'da Ya Rabbi

Gaf, Gafa düşer her âdemoğlu
Kef, Keffarettir, Hatamsa dolu
Lâm, Lâ ilâhe İllallah tevhidin yolu
Mim, Muhammed aşkına o da Ya Rabbi

Nun, Nurunla âlemlerin nurlanır
Vav, Vuslatkârlar'da aşka boyanır
He, Her demim Hak'ka dayanır
Lamelif, Lada mümin uyanır
Ye, yetmez mi cennetin koda Ya Rabbi

İlkay Coşkun

İrade Gazetesi, 16 Mart 2016-Yazı No: 90
İrade Gazetesi-Kul Mehmet Hakkında-İlkay Coşkun-16.03.2016
 

6 Mart 2016 Pazar

Haçlı Seferleri

Haçlı Seferleri

Yirminci yüzyılın başından itibaren, Avrupa ve Amerika başta olmak üzere gayri Müslim ülkeler, sanayi devrimini daha önce yapma, daha iyi organize olma, birçok teknolojik alanda öncülük etme gibi avantajlarından dolayı Müslüman âleminin en azından ekonomik ve siyasi olarak önüne geçtiler. Bu sonuç cazibeliklerini artırdı ve dünyayı yönetme ve baş aktör olma konumuna yükseltti. Aynı zamanda bu egemen güçler sömürgecilik anlayışlarını, politikalarını da kullanarak dünya üzerinde ki hâkimiyetlerini kuvvetlendirdiler.

Müslüman ülkelerin bu süreçlerde ciddi zaafları oldu. Osmanlı İmparatorluğunun gerileme süreciyle birlikte takip edilen değil takip eden, özenilen değil özenti duyan hali görülmeye başlandı. Müslüman ülkeler, Müslüman olma şuurlarının yanında millet olma şuurlarını tam olarak ülkelerinde hâkim kılamadılar. Hala bu sıkıntıları yaşıyoruz. Bunda daha çok, ülke haritalarının masa başlarında çizilmiş olması yatmaktadır.

Ülkemizde hala milli meselelerde çok parçalı olmamız hatta milliliği tam olarak sağlayamamamız gibi mevzular önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Millilikten kastım ırkçılık değil kesinlikte. Misakı milli sınırları içerisinde yaşayan bütün insanımızın vatandaşlık, ülküdaşlık mantığı ve yaklaşımını sergileyemeyişidir. Vatan, millet olma şuurumuzdaki aksaklıklardır.

Gayri Müslimler için her şey güllük güneşlik değil tabii. Onlarında türlü türlü sıkıntıları var. Bizi daha çok Müslümanlar ilgilendirdiği için bizler daha çok bu alanla ilgiliyiz. İdmanlı bir sporcunun egzersizi ile idmansız bir sporcunun egzersizi aynı değildir. Aynen bunun gibi, dünya üzerinde, ülkeler arasında dengesiz bir gelir dağılımı da olsa dengeler, roller değişebilir. Mesela doğal afetlere maruz kalan bir ülke ne kadar güçlü olursa olsun, hızla çöküşü yaşayabiliyor. Rol değişimlerinin gerçekleşebilmesi için, Müslüman ülkelerin egemen güçlerin sömürüsünden mümkün mertebe kurtulması, yönetimlerinin millileşmesi, bağımsızlıklarını sağlamaları ve kendi ayaklarının üzerinde durma gayretlerini göstermeleri gerekiyor.

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Nato gibi egemen güçlerin güdümünde olan, sadece egemen güçlere hizmet eden birlikteliklerden Müslüman ülkeler medet ummamalı hatta ve hatta bu birlikteliklerden çıkma, içlerine girmeme gayretlerinde bulunmalıdırlar. Irak savaşında, Suriye savaşında bir kez daha gördük ki, bu yapıların kuyruğuna takılan Müslüman ülkeleri hep kaybediyor. Egemen güçler yüzyılı aşkındır hep aynı oyunları sergiliyorlar bu yüzden.

Müslümanların en büyük handikapları, kurumsal bazda yeterli derecede birlik ve beraberlik içerisinde hareket edememeleridir. Gerek pazarlarını gerekse öz kaynaklarını dünya ile paylaşırken ecnebi ülkelerden haklarını yeterli oranda alamamaktadırlar. Müslüman yurdunda olan savaşlarda Müslümanlar hep kaybeden konumunda olacaklardır. Aklı başında üç-beş Müslüman devlet lideri bu gidişata çok önemli bir sekte vuracaktır. Domino etkisiyle Müslüman ülkelerin kaderleri değişmeye başlayacaktır. Kurulan yardım örgütleri, işbirliği örgütleri, ekonomik ve siyasi örgütler dünya üzerindeki öncelikle Müslümanlar ve bütün insanlar için daha faydalı olacaktır. Savaşlar, siyasi sorunlar, açlık gibi konularda alınacak ciddi tavırlar ile birlikte hareket etme gayretleri birçok problemi hafifletecektir. Müslüman ülkelerinde oluşan katma değerler, büyük firmalar, markalar bile kaderimizi değiştirme yönünde ciddi katkıları olacaktır.

Şu an Müslüman âleminde daha çok sessiz bir çığlık hali var. Bir halife, bir önder beklentisi var. Bir buçuk milyar nüfusuyla, dinamik yapısıyla Müslüman âlemi hala uyanmayı bekliyor. Oysa ateistleşmiş, Romalılaşmış Hıristiyan âleminin yanında daha bakir, daha avantajlı durumda gözüküyor.

Abd ve batı kendileri için güvenlik hatlarını Ortadoğu coğrafyasında konumlandırdıkları bir vakıa ama dünyanın başka coğrafyalarında özellikle gayri Müslim coğrafyalarda savaşların ve kargaşaların çıkmayacağının hiçbir garantisi yok. Böyle bir durumda Orta Doğu üzerinde ki dikkat başka alanlara kolaylıkla kayabilir. Özellikle terörün dünya üzerinde neler yapabileceğine dair öngörüler çok geniş tutulmalıdır. Bir gün silahlar kendilerine dönebilir.

Sezai Karakoç’un “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirinde “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır” mısralarındaki derin anlamı görmek ve inanmak gerekir oysa. Egemen güçlerin o bitmez tükenmez planları, stratejilerini gerçekleştirmek adına Orta Doğuda tekrar düğmeye basıldı. Bunların tedbirleri muhakkak alınmaya başlanacaktır. Başlanmazsa eğer çöküşü düşünmek dahi istemiyorum.

Müslüman ülkeler arasında tabii ki rekabet olacaktır ama Müslümanların bekası için ortak gayretleri, birliktelikleri, ortaklıkları da es geçmemek,  atlamamak gerekir. Milli ve yerel unsurları da kullanarak büyük medeniyetimizi daha üst noktalara taşımamız gerekmektedir. Ekonomi, kültür, din kardeşliği ve medeniyet bağlamında birbirimize karşı sorumluluklarımız var. Yaşanılan bu iç karışıklıklar bizzat Orta Doğudaki menfaatlerine hizmet etmek isteyenlerin çıkardıkları aşikârken, daha etkin neler yapılabilirin üzerinde konuşmak ve ona göre gardımızı almamız gerekir. Ülkemiz için çabalar bu yönde çok şükür fakat sadece bizle bertaraf edilebilecek meseleler değil bunlar. Bunun için daha uyanık olup birlikte hareket etmemiz gerekmektedir. Son yüzyıldır Müslüman ülkeleri aydınlanma ve batılılaşma safsatası yerine cehaleti yok etme, birlik olma ülküsünde hareket etselerdi çok daha iyi konumda olurduk hiç şüphesiz.

İzninizle çok basit bir örnek vermek istiyorum. Yabancı çizgi filmlerle büyüyen bir neslin ferdi olarak, şimdilerde bizim yapımlarımız olan çizgi filmleri gördükçe gurur duyuyorum. Aynen bunun gibi Müslümanlarının her alanda önde olmasını beklemek fazla hayalcilik olur ama çok çeşitli alanlarda önde olabiliriz. En azından birçok alanda kendimize yeter konuma ulaşabiliriz.

En basit haliyle, herkes kendi evinin önünü temizlerse, köyümüz, kasabamız, şehrimiz hatta ülkemiz temiz olur. Oluşan bu sinerji domino etkisi yaparak bütün Müslüman alemine dalga dalga yayılır.  

Sağlıcakla kalınız.


İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 09 Mart 2016 - Yazı No: 89
İrade Gazetesi-Haçlı Seferleri-09.03.2016-İlkay Coşkun