Yirminci yüzyılın
başından itibaren, Avrupa ve Amerika başta olmak üzere gayri Müslim ülkeler,
sanayi devrimini daha önce yapma, daha iyi organize olma, birçok teknolojik
alanda öncülük etme gibi avantajlarından dolayı Müslüman âleminin en azından
ekonomik ve siyasi olarak önüne geçtiler. Bu sonuç cazibeliklerini artırdı ve
dünyayı yönetme ve baş aktör olma konumuna yükseltti. Aynı zamanda bu egemen
güçler sömürgecilik anlayışlarını, politikalarını da kullanarak dünya üzerinde
ki hâkimiyetlerini kuvvetlendirdiler.
Müslüman ülkelerin
bu süreçlerde ciddi zaafları oldu. Osmanlı İmparatorluğunun gerileme süreciyle
birlikte takip edilen değil takip eden, özenilen değil özenti duyan hali
görülmeye başlandı. Müslüman ülkeler, Müslüman olma şuurlarının yanında millet
olma şuurlarını tam olarak ülkelerinde hâkim kılamadılar. Hala bu sıkıntıları
yaşıyoruz. Bunda daha çok, ülke haritalarının masa başlarında çizilmiş olması
yatmaktadır.
Ülkemizde hala
milli meselelerde çok parçalı olmamız hatta milliliği tam olarak sağlayamamamız
gibi mevzular önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Millilikten kastım
ırkçılık değil kesinlikte. Misakı milli sınırları içerisinde yaşayan bütün
insanımızın vatandaşlık, ülküdaşlık mantığı ve yaklaşımını sergileyemeyişidir.
Vatan, millet olma şuurumuzdaki aksaklıklardır.
Gayri Müslimler
için her şey güllük güneşlik değil tabii. Onlarında türlü türlü sıkıntıları
var. Bizi daha çok Müslümanlar ilgilendirdiği için bizler daha çok bu alanla
ilgiliyiz. İdmanlı bir sporcunun egzersizi ile idmansız bir sporcunun egzersizi
aynı değildir. Aynen bunun gibi, dünya üzerinde, ülkeler arasında dengesiz bir
gelir dağılımı da olsa dengeler, roller değişebilir. Mesela doğal afetlere
maruz kalan bir ülke ne kadar güçlü olursa olsun, hızla çöküşü yaşayabiliyor. Rol
değişimlerinin gerçekleşebilmesi için, Müslüman ülkelerin egemen güçlerin
sömürüsünden mümkün mertebe kurtulması, yönetimlerinin millileşmesi,
bağımsızlıklarını sağlamaları ve kendi ayaklarının üzerinde durma gayretlerini
göstermeleri gerekiyor.
Birleşmiş
Milletler, Avrupa Birliği, Nato gibi egemen güçlerin güdümünde olan, sadece
egemen güçlere hizmet eden birlikteliklerden Müslüman ülkeler medet ummamalı
hatta ve hatta bu birlikteliklerden çıkma, içlerine girmeme gayretlerinde bulunmalıdırlar.
Irak savaşında, Suriye savaşında bir kez daha gördük ki, bu yapıların kuyruğuna
takılan Müslüman ülkeleri hep kaybediyor. Egemen güçler yüzyılı aşkındır hep
aynı oyunları sergiliyorlar bu yüzden.
Müslümanların en
büyük handikapları, kurumsal bazda yeterli derecede birlik ve beraberlik
içerisinde hareket edememeleridir. Gerek pazarlarını gerekse öz kaynaklarını
dünya ile paylaşırken ecnebi ülkelerden haklarını yeterli oranda alamamaktadırlar.
Müslüman yurdunda olan savaşlarda Müslümanlar hep kaybeden konumunda
olacaklardır. Aklı başında üç-beş Müslüman devlet lideri bu gidişata çok önemli
bir sekte vuracaktır. Domino etkisiyle Müslüman ülkelerin kaderleri değişmeye
başlayacaktır. Kurulan yardım örgütleri, işbirliği örgütleri, ekonomik ve
siyasi örgütler dünya üzerindeki öncelikle Müslümanlar ve bütün insanlar için
daha faydalı olacaktır. Savaşlar, siyasi sorunlar, açlık gibi konularda
alınacak ciddi tavırlar ile birlikte hareket etme gayretleri birçok problemi
hafifletecektir. Müslüman ülkelerinde oluşan katma değerler, büyük firmalar,
markalar bile kaderimizi değiştirme yönünde ciddi katkıları olacaktır.
Şu an Müslüman âleminde
daha çok sessiz bir çığlık hali var. Bir halife, bir önder beklentisi var. Bir
buçuk milyar nüfusuyla, dinamik yapısıyla Müslüman âlemi hala uyanmayı
bekliyor. Oysa ateistleşmiş, Romalılaşmış Hıristiyan âleminin yanında daha
bakir, daha avantajlı durumda gözüküyor.
Abd ve batı
kendileri için güvenlik hatlarını Ortadoğu coğrafyasında konumlandırdıkları bir
vakıa ama dünyanın başka coğrafyalarında özellikle gayri Müslim coğrafyalarda
savaşların ve kargaşaların çıkmayacağının hiçbir garantisi yok. Böyle bir
durumda Orta Doğu üzerinde ki dikkat başka alanlara kolaylıkla kayabilir.
Özellikle terörün dünya üzerinde neler yapabileceğine dair öngörüler çok geniş
tutulmalıdır. Bir gün silahlar kendilerine dönebilir.
Sezai Karakoç’un “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine”
şiirinde “Sakın kader deme kaderin
üstünde bir kader vardır” mısralarındaki derin anlamı görmek ve inanmak
gerekir oysa. Egemen güçlerin o bitmez tükenmez planları, stratejilerini
gerçekleştirmek adına Orta Doğuda tekrar düğmeye basıldı. Bunların tedbirleri
muhakkak alınmaya başlanacaktır. Başlanmazsa eğer çöküşü düşünmek dahi
istemiyorum.
Müslüman ülkeler
arasında tabii ki rekabet olacaktır ama Müslümanların bekası için ortak
gayretleri, birliktelikleri, ortaklıkları da es geçmemek, atlamamak gerekir. Milli ve yerel unsurları
da kullanarak büyük medeniyetimizi daha üst noktalara taşımamız gerekmektedir.
Ekonomi, kültür, din kardeşliği ve medeniyet bağlamında birbirimize karşı
sorumluluklarımız var. Yaşanılan bu iç karışıklıklar bizzat Orta Doğudaki
menfaatlerine hizmet etmek isteyenlerin çıkardıkları aşikârken, daha etkin
neler yapılabilirin üzerinde konuşmak ve ona göre gardımızı almamız gerekir.
Ülkemiz için çabalar bu yönde çok şükür fakat sadece bizle bertaraf
edilebilecek meseleler değil bunlar. Bunun için daha uyanık olup birlikte
hareket etmemiz gerekmektedir. Son yüzyıldır Müslüman ülkeleri aydınlanma ve
batılılaşma safsatası yerine cehaleti yok etme, birlik olma ülküsünde hareket
etselerdi çok daha iyi konumda olurduk hiç şüphesiz.
İzninizle çok basit
bir örnek vermek istiyorum. Yabancı çizgi filmlerle büyüyen bir neslin ferdi
olarak, şimdilerde bizim yapımlarımız olan çizgi filmleri gördükçe gurur duyuyorum.
Aynen bunun gibi Müslümanlarının her alanda önde olmasını beklemek fazla
hayalcilik olur ama çok çeşitli alanlarda önde olabiliriz. En azından birçok
alanda kendimize yeter konuma ulaşabiliriz.
En basit haliyle,
herkes kendi evinin önünü temizlerse, köyümüz, kasabamız, şehrimiz hatta ülkemiz
temiz olur. Oluşan bu sinerji domino etkisi yaparak bütün Müslüman alemine
dalga dalga yayılır.
Sağlıcakla kalınız.
İlkay Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder