26 Ekim 2014 Pazar

“On Üçüncü Gün” e dair

“On Üçüncü Gün” e dair
 
 ‘On Üçüncü Gün’    şiir kitabı, 2012 de Şiir Vakti yayınlarından çıkartılmış, 12 Eylül darbesine, acılara ve zulümlere başkaldırının miladı kabul ederek, tepkilerin mısralara döküldüğü bir eser.
 
Şiir kitabı 48 sayfadan oluşturulmuş ve edebiyat dünyamıza kazandırılmış bir çalışma. “On Üç” sayısı genel bir kanı olarak toplum nezdinde uğursuz olarak kabul görse de benim düşüncelerimde sayıların uğursuzluğu diye bir şey yoktur. Şairimiz, yıkımın, ölümlerin, kayıpların, acının, zulmüm arkasında, olumsuzluğa dikkat çekmek adına  ‘On Üçüncü Gün’  ismini uygun görmüş diye düşünüyorum.

Şair  ‘Küçük dünyanın Türkiye tarihinde'  ki mısralarında kendisini ‘kendi işinde, kendi içinde’ olan biri olarak tanımlamış ve devşirme kumpaslar, kayıp atlılar, gökte ebemkuşağı acılarını içine alan bir çerçeve çizmiştir okurlara.  

milattan önce olanlar/ anlatılmaz yaşanır/ ki yaşanmıştır’ diyerek 12 Eylül öncesi ve sonrası kıyaslamaları yapmaktadır. Aynı zamanda yetmişli ve seksenli yılların yetişkin nesillerinin muhatap oldukları acılara, zulümlere dikkat çekmekte ve eskiye duyulan özlemlerle karşımıza çıkmaktadır. İşte bu neslin haykırışlarını işliyor şair on üçüncü günde.

Miladın öncesinde, aşkını, acısını, zenginliğini Türk filmleriyle özdeşleştirip, mutluluklarını en doğal haliyle, Filiz Akın, Türkan Şoray ya da Cüney Arkın, Ediz Hun ve daha nicelerinde görüp mutlu olan bizler; “milattan sonra Dallas Başlıyor” diyerek kendi öz değerlerimizin yerine önümüze sunulan hali hazırda ki yoz kültürlerle toplumu farklı mecralara sürüklenmek istendiğinin bir göstergesini yani Dallaslı günleri bizlerle paylaşıyor şair. Dallas ile başlayıp, yalan rüzgarı’yla devam eden bir kültür erozyonuna dikkat çekmektedir bu şiiriyle. Şatafatlı bir zenginliğin, aldatmanın, kalleşliğin ayyuka çıktığı bir dizi olan Dallas ve benzerlerinin, bir toplumun acılarından sonra vizyona sokulması ise düşündürücü.

 Şairin acıları, darbeleri ve zulmü işlediği diğer satırlar;

“acılarımı desteleyim durun/ gül gibi duruyorlar kıyıda/ annem gözlerinde deniz/ bekliyor beni”

‘demir parmaklıkları/ engizisyon mahkemeleri/ ardından patlayan hırçın apoletler’ ve sonrasında ki kaçış süreci gözler önüne seriliyor bir bir.
                                                                                                                 

‘şiir yazarım, türkü söylerim/ bir yetim görsem dayanamam/ ağlarım’ diyerek yansıtıyor satırlara en duyarlı hallerini ve şöyle devam ediyor;

‘şiir yazmasam yaşayamam konseyim/ darağacı hazırken kelimelerin yerine/ çekin beni ipe’  mısralarıyla da yapılanlara hiçbir şekilde boyun eğmeyeceğini dile getirmektedir.

 ‘Anayasanın 15. Maddesi karşımda dikilirken/ bize nanik yapıyorlar her daim/ bir şey yapamıyoruz/ başımda kara sevdan olmasa’  dizelerinde tüm olumsuzlara rağmen vatan sevgisinin her şeyin üzerinde olduğunu gösteren bir duruş sergilemektedir şairimiz.

 “afrikalılar hiç uzaya gitmiyor / uzaylılar afrika’ya geliyorlar/ biz afrika’da değiliz/ bizim sokaklarda Amerika/ sam amca’  ve devamında;

 ‘ niçin utanayım/ beni öteki kılanlar utansın/ Ben yanayım/ Ülkem aydınlansın’     diyerek umut ve özlem de işlenmiş satırlarına.

‘Şemdinli’den Çopur Osman/ sizi aradı aslında önce Angara dedi/ Ankara diyemedi/ bilmiyorum nedendir’ diyerek, milattan öncesinden gelip tüm yapılanlara rağmen, sonrasına ulaşmayı becerebilen neslin, sözde renklendirilmiş dünyaya, şan’a, şöhrete, paraya alışamayıp bocalayanları ve bu süreçteki zorluklarını dile getirmiştir.

12 Eylül sonrası, Dallaslı, dansözlü renklenen televizyonlara rağmen,

‘ihanetin iki ucu keskin bıçak/ Dağlıca’da/ Hantepe’de/ hangi tepe de/ ekmeğime kan damlamaz ki/ terörün bağrımıza sinsice girmesinden bahsedilmektedir.

Bu kadar olumsuzluk içerisinde aşkını, özellikle vatan aşkına yer yer göndermeler yaparak vurgu yapar.

‘ Ana memesi gibi emdik toprağımızı/ başka süt emmedik/ ondandır vatana kara sevdalı oluşumuz/ ondandır her insanı sevişimiz’     der şairimiz.

‘bir hilal sevdim, birde yıldızı/ vatan uğruna ölmeyi ’  diğer bir dizeleri.

 ‘ Zulüm her yerde zulümdür ’ diyerek, Karabağ, Agos kaldırımı, Guatamona, Kerbela, Filistin, Bosna, Afrika, Mamak, Mavi Marmara gibi din, dil, ırk ayrımı yapmadan bütün zulümlere tepkisini göstermektedir şair.

‘Her zulüm eskimez bir insan ölümüdür’  ile de taçlandırmıştır mısralarını.

Yaşandı dediği acıların, zulümlerin sonrasında yapılması gerekeni, mantık süzgecinden geçirerek okuyucuya sunar şöyle ki;

‘bütün bir Anadolu’yu yoğurma vaktidir/ yeniden hep yeniden/ doğurma vaktidir’   diyerek.

 ‘ inat bu ya/ Üstelik insanlık bende kalsın/ Kimselere anlatmayacağım/ yüreğimde hançer eylül gecelerini ’  dizelerinde 12 Eylül darbeci kadroların, kendilerini sağlama alma adına, kurdukları hükümet ve meclislerinin yargılanamaz oluşuna ilişkin 1982 anayasasının 15. Maddesine işaret ederek isyanını yansıtır dizelerine şair.

Ve son olarak;

‘Rabbin hiç kimseye zulmetmez/ kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir’ diyerek noktayı koyar.

Kitap hakkında tek bir eleştiride bulunmak istiyorum. Şöyle ki; şiir kitabının içeriğinin, kapak resmiyle bağdaşmamış olması. Kapak resmine İçeriği çok irdelenmeden bakıldığında farklı çağrışımlara yol açabilecek bir fotoğraf kullanılmış. Konuyu çok daha belirgin kılabilecek bir görsellikle karşımıza çıkılabilirdi.

Şairimize bu güzel,  bir o kadar da anlamlı olan ön üçüncü gün’ünü bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.  Kitapta olmayan farklı bir şiiriyle yazımı sonlandırmak istiyorum izninizle.

Anlamak Zor
 
ağlamak zor iş
anlamakta

her şeyin değerini doğru anlamalıyız
hüznün, kederin, acının
ironiyi’de

her şeyin değerini doğru anlamalıyız
yazmaya, eşarba dipçik nedir ki
Vakko’ya Hakko’ya esas duruş
daha anlamlı

ağlamak zor iş
anlamakta

İlkay Coşkun / 29.10.2014 - Yazı No: 18

Şiir Kitapları

Şiir Kitapları
O kadar gereksiz boş kâğıt israfı varken birilerinin, kitap yapımında kullanılan kağıt giderine bu kadar eleştirel bakılıyor olmasını anlamak mümkün değil.  İnsanlar hata yapmadan nasıl doğruyu bulacak, kötüyü yazmadan nasıl iyiyi yazacaklar ki? Herkes anasından Necip Fazıl, Nazım Hikmet olarak doğmuyor. Bu noktada birçok yazar ve şairin ilk ürünlerine bakmak gerekiyor. Bu yazarlarımız ilk ürünlerini yayınlamasalardı devamı gelmezdi belki de.  Yüz yılda bir gelen Aşık Veysel’i bulmak için yüzlerce binlerce şair adayına ve ozana katlanmak gerekmiyor mu sizce.
 Beğeniler yaşa göre, eğitime göre, zamana göre değişmiyor mu?  Benim kütüphanemde yüz kitap var diyelim. Belki de yirmi kitap şu anda bana hitap ediyor olabilir ve bu yirmi kitabı keyif alarak okumuşumdur. Bu durum diğer seksen kitaba saygısızlık yapmamı gerektirmez ama. Benim beğenmediğimi çocuğum, eşim, torumum beğenebilir diye düşünüyorum.

 Yine kendimden bir örnek vereyim; orta öğretim öğrencileriyle zaman zaman okuma saatleri düzenliyoruz. Çocuk kütüphaneden istediği bir kitabı seçiyor. Benim pekte sevmediğim, ilk şiir kitabımı okuyor çocuklar. Diğer kitaplarımı ellerine almıyorlar bile.

Başka bir örnek vereyim size. Arkadaşım büyükçe bir kitapçıda kişisel gelişim kitaplarını incelerken benim bir şiirimi, kitabın başlangıcında görmüş. Geldi bana söyledi. Bende kitabı satın aldım. Benim lise yıllarında yazdığım, kitaplarıma dahi almadığım, konulu bir şiir. İnternetin yaygınlaşmaya başladığı iki binlerin başında bir hevesle internete atmıştım bu şiiri. Sonradan da silmemiştim. Kişisel Gelişim kitabının yazarı bu şiirimi bulup, ismimle yayınlamış.  Kitabı okuyunca, şiirimin kitap için oldukça uygun olduğunu gördüm. Buradan nereye geleceğim; şairin beğendikleri değer bulmayabiliyor, beğenmedikleri değer bulabiliyor kimi zaman. 

Bir kitabı atmak yerine, gidersin sahafa bağışlarsın. Elden çıkardığın bu kitabı beğenen birileri çıkabilir. ‘ Benim beğenilerim esastır, başkaları beni ilgilendirmez, en doğruyu ben bilirim, asıl olan benim’ demek, egonun dışavurumundan başka bir şey değil bence. Yazarların, şairlerin bazıları bir müddet sonra ‘şunlar şiir yazsın, şunlar roman yazsın, başkaları yazmasın’ durumuna getiriyorlar olayı.

Bir başkası da çıksa ‘şu kişiler başbakan olabilir, bu kişiler sadece ülkeyi yönetmekle söz sahibi olabilir’ deseler hoş olur mu sizce?

Çöpe saygısızca attığınız bir ismin ileride çok büyük yazar veyahut şair olabilme ihtimali her zaman vardır.  Yazar veya şair olmanın öncesinde nezaket, insanlık ve doğru adamlık gelmeli bence. 

İlkay Coşkun/ 22.10.2014- Yazı No: 17
 
İrade Gazetesi - Şiir Kitapları

Mor İklim’de Aşkın Dansı

Mor İklim’de Aşkın Dansı

                Mor İklim, Şair Vildan Poyraz Coşkun’un ilk şiir kitabı.  Şiir Vakti Yayınevinden 64 sayfa olarak çıkartılan kitap 22 şiirden oluşuyor. Kitabı oluşturan şiirlerin birçoğunda iklim, bahar, güz, eylül gibi temalarla aşk temasını buluşturmuştur. Görsel şiirlerine de yer veren şair, şiir kitabına estetik bir görüntü kazandırmıştır. Ayrıca aralara serpiştirilmiş beş adet şiirsel aforizma ile de şiirlerini ve şiirlerdeki temalar desteklemiştir.
Aşka Çağrı, Mor İklim, Pedaliza, Geç Mevsim, Sarmaşıklı Veranda, Sarıya İnat, Limon Çiçeğinin Nazı, Seni Yazmalıydım Eylül, Çıkmaz Sokak, Ah Petunya, Düz Hesap Aşk, Bir Göz Dokudum gibi şiirlerinde de bu temaları görmekteyiz.

Bunun yanında  “acı soğan sofrası“ şiir çalışmasıyla şair, başkalarının düzeni içerisinde yaşatılan, dayatılan güncel olaylara eleştirel bakışını da yansıtmış satırlarına.

Kitabın ilk şiiri olan ‘Aşk’a Çağrı’ ödüle layık görülmüş bir çalışmadır.

tohumun topraktaki düşü benimkisi/anne sözü dökülür kırık bir testiden/gök oyalı taze bir gelin/bilinçaltım yanardöner yamarım durmadan/sahi/nerde benim lalelerim/laleler tekrar açar mı parmak uçlarımdan/  dizelerinin ardından;

veranda da gece olurum/ biletler kesilir kapanır senle panjur/ aşk iksire bulanır/ düşer ay ışığından gözlerimize/ eylül’ü beklemek niye/ diyerek kaybedilen zamanları sorgular bu güzel çalışmasında şair.
Akılay ve Manas’ın aşkını destanlaştırmıştır şair. Mor İklimlerde yaşatılmaya çalışılan bir sevdadır Akılay ve Manas’ın aşkı.

Adını bilmedikleri renkteki çiçek/ düşmüştü mor iklime/ lanetten uzak/ mor yüreklerine/  adeta saflıkla ve aynı zamanda bilinmezliklerle yaşanan büyük aşkı betimlemiş şair mor iklim şiirinde.
Yöresel kültürlerde yaşatılan kelimelerden de örnekler sunulur bizlere. Örneğin, ‘Pedaliza’ şiirinde, kelebeğin kısacık ömründe yaşamaya çalıştığı aşkı imler satırlara.

gülümse pedaliza/karanlık odaların ışık oyunlarında/hevesin çizilsin gölgenle…
pedaliza, pusudaki örümceğin kucağında/ aşk sandığı ateşte ufalanır/ vedalarla dolu ve mağrur
Geç Mevsim şiirinde;

geniş alnına doluşur derin çizikler/vicdanla dağlanır yürek göze/ harcanan yılların kayıpları elde…

ağır bir sis gibi abanır/ geçer mevsimler önünden/ mısralarıyla sonbahar gibi geç zamanları imler şair.
‘Sarmaşıklı Veranda’ şiirinde;
seni mor güllerin diyarından koparmıştım/ kaç zaman oldu, kaç zaman geçti bilinmez/ uzak iklimlerin derin yalnızlığı/ bırakır her bir anıyı üşüyen yanlarıma/ efsunlanan bedenin esir artık yüreğimde/

Sicim gibi boşalır göğün yırtığından yağmurum/gri bulantı sonrası denizden çıkarılan/miryana çığlığında koparıldı misina/yamalı arzular suskuya bürünse de/semada sallamalıydım güneşi rüzgârınla diyerek duygu yoğunluğuyla seslendirir mısraları.
gün çözüldüğünde/ bilemedim başıma örülen ağların/ kaç örümceğin işi olduğunu… ‘Sarıya İnat’ şiirinin, etkili bir sesleniş olduğuna inandığım giriş bölümü.

her yalan masum gözükse de/ söylenmişin üstünü kim neden örter ki? diyerek belki de sorgular bir çok yaşanmışlıkları. Ve tüm olumsuzluklara rağmen inatla sarılır hayata ve aşkın kırmızısına.

güz sabıkalıdır/ güz sancılıdır/orda sürersin ihanetin izini/ ama yine onda ararsın aşkın kırmızısını/ sarısına inat/  der ve noktayı koyar şair.
 ‘Limon Çiçeğinin Nazı’ şiirinde;

 leyli bir bakış eritirdi içimin buzunu/ yüzüm kızarır, yürek atışta/ incir çekirdeğiyle dizilen ismindi/ uzak iklimlerin leylaksız haziranlarında/ mısralarıyla baharı bir bir işlemiştir şiirinde şair.
Her şairin bir eylül şiiri vardır. “Seni Yazmalıydım Eylül” kitaptaki en beğendiğim şiir. Nesir tarzında yazılmış bir çalışma. Eylülde yaşanılmış birçok tema içerikli, renkli bir şiir.  Ardından eylüle sunulan içten bir özür.  Şöyle ki,

seni, sen varken/ seni severken yazmalıydım/ hiç bahar yaşamamış yüreklerde açan/ güllerin kokusunda yazmalıydım/  diyerek seslenir eylüle.

Bilinç kardeş postallar altında ezildi geçen zamanında/ şimdilerde iradeyi milliyetin tavan yaptığı/ borsada ki bilinçse ilginç-der ve devam eder şair.

Acılarla yoğruldu kimileri/ onlarla girdim hüznün girdabına/ seçimlerin erkene alınmasıyla sevindim/ sevindim benim vekilim vekil olduğunu hatırlayacak diye/ mısralarıyla seçmenlerini unutan tüm siyasilere bir gönderme yapar şair.

anlayacağın seni sen varken yazmalıydım/ toplayabildiğim tüm özürler sana eylül/ diyerek, geç kalınmışlığın ezikliğiyle sonlandırır satırlarını.

Hatırlat bana ezberimi/ yüzleşelim artık/ belanın mevkisinde/ yeşile susamış kalbimi kim görmüş?/ 

 ‘Çıkmaz Sokak’ şiirinde şair birçok şeyi sorgular adeta.

‘Ah Petunya’ da ise;
zaman su misali/ dolar kum saati gerçeğime.

zaman kavramının ne kadar değerli olduğunun altını çizer şair.

Haz dolu gülüşlerin sürgününde/ cam kırıklarıyla çizilir kaderim/

diyerek şartların zorluğuna rağmen sonuca sabırla gidilebilineceğinin ipuçlarını verir bizlere.

huzurum var senli günlerin/ sessiz çığlığında/ avuç ayam da anıların izi/ gözaltımda aşkın sızısı gizli/

Hatırşinaslılığı işler mısralara şair.

‘Yonca’ şiiri yüzümüzü gülümsetir. Bilinen tüm fallarla mutlu sona ulaşılmaya çalışılan minyatür, aynı zamanda keyifli bir çalışma.

‘Düz Hesap Aşk’ şiirinde;
İkametgâhındı sevda kaynağımın başı/ arıdan ödünç alınan polenleri yükleyip/ kaf dağının ardından yol alan/ yolcuydun sevdanın ardı sıra


Sevda teslimiyetim sana yâr/ ve/ nefesim bir ömür mesainde…..Düz hesap/ aşk hakim iklimimde/ diyen şair günümüzde yitirilen duyguları samimi bir seslenişle hatırlatmaya çalışır.

 
‘Bir Göz Dokudum’ şiirinde;

Fırtına sonrası/ haykırıştadır martı/ sevişmeyi bırakan dalgaların/ sokulur koynuna hoyratça/….. sancılı yağmurlar sonrası/ gökkuşağı firfiri yağlı boya/ ağrıyan hep bir yerim hiç’lendi şimdi/ sisli bakış sağanağında/ Gökyüzü ve tabiat bu duygularla taşınır satırlara.

‘Mor iklim’ şiir kitabıyla şair; aşkı, sevdayı, umudu, geç kalınmışlıkları satırlarına yansıtırken bazen dayatmalar karşısındaki duruşunu, eleştirilerini şiir diliyle sunmuş okurlara.

Şiirimize yeni bir soluk katan, bazen içine düştüğümüz mor iklimlerden çıkışın ipuçlarını bizlerle paylaşan, en önemlisi şartlar ne olursa olsun her durumda sevme kavramını hatırlatan sevgili eşim Vildan Poyraz Coşkun’a başarılar dilerim.

İlkay Coşkun /15.10.2014 - Yazı No: 16


8 Ekim 2014 Çarşamba

Eylül ve Gül Hakkında

Eylül ve Gül Hakkında

‘Eylül ve Gül’  Şair Orhan Karahan’ın ikinci şiir kitabı. 2013 yılında ikinci baskısını Antik Yayınlarından yaptı. Kitabın ilk baskısı Mayıs 2003 tarihinde yapılmış. 67 şiirden oluşan kitap ikinci baskısında 95 sayfada yer almış. Su misali akan mısralar bir çırpıda okutuyor kendisini.
Şiirlerin tamamına yakınında, karşısında birisiyle konuşuyormuş gibi, birisine hitap ediyormuşçasına bir his uyandırıyor şair bizlere.
 
‘Ben seni saklama savaşındayım gözlerimde’   gibi.
Şair ve edebiyatçı çevrelerinde, özellikle İkinci Yeni şiiriyle birlikte şöyle bir algı oluştu. Gür sesli okunabilen, akılda kalabilen, kalıcı diyebileceğimiz pek şiir yazılmıyor savı. Bu ne derece doğru bir tespit açıkçası tam olarak bilemiyorum. Bu anlamda, ‘Eylül ve Gül’ü değerlendirecek olursam, şiirlerin tamamına yakını gür sesi içeren mısraları barındırıyor. Kalıcılık ve kitap içerisinde öne çıkan şiir olarak da ‘Sokaklar Bırakıyorum’ u    örnek verebilirim.
 
Birçok şiirinde şair, ‘Eylül ve Gül’ imgesiyle birlikte ‘Şehir’ imgesini de öncelemiş. ‘Çatısı olmayan bu kentin kıyısındayım/ ölü ozanlar halaya durmuş dağlarda…/ kuşlar uçmalı, bu kentin çatısında, kuşlar.’   gibi.
Destekleyici yan imgeler olarak, ‘ Caddeler, sokaklar, İstanbul, Ankara, Karadeniz, mevsimler, yağmur, sis, sigara, duman’  temaları öne çıkmaktadır.
 
Şiirlerinden belli başlı seçme mısralardaki seçme imgelerden örnekler verecek olursam;
 
-- ‘Bıçak gibi girdi aramıza eylül’ 
-- ‘ Ben ceplerimde yarım bir ıslık/ dudağımda fiyakalı bir intiharla birlikteyim’
-- ‘Aynalarda şair eskisi bir yüz/ gülüşlerimde sisler var’   
-- ‘ Sen hangi baharın hangi ıslak yağmurusun’   
-- ‘ Ben seni saklama savaşındayım gözlerimde’   
-- ‘ Şimdi karlar yanıyor buzlanmış gecelerimde’  
-- ‘ Sarışın bir sonbaharın peşinden terk ettim o şehri’  
--  ‘ Kuytu bir karanlığın kollarında şehir’
-- ‘ Ve bir ceset gibi soğuk hava/ Ve bir ceset gibi gülümsüyorum hayata.’  gibi
Toplumsal içerikli şiirlerine de yer vermiş şair. ‘baba nasihati’, ‘hoşcakal yarın’, ‘töredir’, ‘gülümse’ gibi şiirler bunlardan birkaçı.
Attila İlhan’a nazire şiiri, gerek yapı, gerek göndermeler babından ilgi uyandıran bir çalışma. Attila İlhan’ın 12 şiir kitabına ayrıca dikkat çekmektedir şair.
Şiirle zamanın buluşmasının güzel olacağını düşündüğümdendir ki,  şiirleri okurken, sonlarında yerine göre yılın, ayın hatta günün belirtilmesini aramaktayım.

Şairimizin ‘eylül ve yağmur’ imgelerini,  şiirlerinin içerisinde ustalıkla işlemesi dikkate değer bir başka unsur.
Vasiyetname şiirinde şair, ebedi dünyasının adresini de bizlere veriyor adeta. ‘Olursa sonbahar olsun, olmazsa hiç/ Bu kentin en yüksek yeri olsun’  diyerekten.
Şair arkadaşım Orhan Karahan’ı güzel şiirlerinden dolayı kutlar,  başarılar dilerim.
Kitabın son şiiriyle yazımı sonlandırmak istiyorum.
Dörtte dört
Bu kentin dudakları kalacak hep aklımda
Ve saçları. Anneannemin masallarındaki gibi
Terk ettim özlediklerim için özleyeceklerimi,
Bir eylül, bir yağmur için!
Gerek şiir kitabı kapağı, gerek içeriği okuyucuyu olarak beni oldukça etkiledi. Ve son olarak sonbahara, eylüle yolculuğa buyurun diyorum.
 
 
İlkay Coşkun / 08.10.2014 / Yazı No: 15

2 Ekim 2014 Perşembe

Büyük Müsün Derdin Var!

Büyük Müsün Derdin Var!

Ne çabuk büyüdük. Ne ciddi insanlar olduk çıktık. Ütülü elbiseli, kravatlı beyler ve şık hanımlar.

Kurduğumuz hayalleri gördüğümüz rüyaları unuttuk adeta. Onların yerine hiç ilgisi olmayan bir düzende bulduk kendimizi. Şimdiki çocuklar nasıl da çabuk büyüyorlar. Onların bizler gibi küçük ama dünyalarını dolduran hayalleri yok. Üstleri bizim gibi kirli değil. Çoğu ne toprakla, nede çamurla oynuyorlar.

Kalabalıklar içerisinde kaybolduk adeta. Çok şey dinliyoruz ama kendimizi dinlemez, dinleyemez olduk. Dünyamızda her şey var ve bizler o var olanların peşinde ne çok koşar olduk. Makinelerle yarışır olduk. Bizle hep var olanı yani o saf hayallerimizle beslediğimiz, içimizdeki çocuğu bu yüzden ihmal ettik. Çocuğumuz oldu ama nedense çocukluğumuzdaki gibi büyütemedik onları. Yarınlarının endişesiyle önce okul dedik iş dedik ve anı unuttuk, yaşatamadık onlara. Bu sitemim öncelikle kendime, sana, ona velhasıl hepimize. Beyler, bayanlar unutmayın, bizlerde bir zamanlar çocuktuk.

Mutluluk bu ya sevgiyi çoğaltmak, olanı paylaşmak, anı doya doya yaşamak.

Ah ne güzel olurdu, ıslık çalarak tarlalarda dolaşmak. Paçalar toz, çamur içinde ama kimin umurunda. Ah ne güzel olurdu, zig zaglar çizerek yollarda yürüyebilmek. Sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp, işe gider gibi oyuna gitmek. Biz öyle çeşit çeşit kahvaltı da istemeyelim. Annemizin yaptığı yağlı çörek, yetsin de artsın bize.

Ne güzel yağmurda yağmış. Etrafa yayılan koku buram buram toprağın kokusu. Annemizin kızmaları kulaklarımızda, “Üstünü başını kirletme” uyarısı, büyüklerde ne çok kızıyor ama erik, kayısı ağaçları da bizi bekliyor, haydi tırmanmaya. Çimlerin üzerinde güreş tutarken, kızlarda bizi seyreder. Sıkılınca da top ya da ip oynarız. Çelik çomak da oynarız başka bir gün. Birde akan derede yüzdük mü, akşamı etmişiz demektir.

Ne olur ki en kötüsü üstümüz başımız yırtılır, ayakta, kolda, yüzde birkaç çizik. Ne olur ki akşam kulaklarımız çekilse. Ne olur ki bir öğün yemek cezamız olsa.
İşte böyle dostlar…

Ha unutmadan, sapadan atım da vay benim.
ali, ayşe, hayun, ayteen hadiii, geçin ayabaya.
Sopadan atım yola çıkıyooooo…

İlkay Coşkun / 01.10.2014 / Yazı No: 14

İrade Gazetesi - Büyüm Müsün Derdin Var - İlkay Coşkun