23 Ağustos 2014 Cumartesi

Çalışmak mı Boykot mu?

Çalışmak mı Boykot mu? - İlkay Coşkun

Merhaba dostlar. Bu hafta boykot meselesine değinmek istiyorum. Boykot mevzusunu kesinlikle yabancı düşmanlığı şekline sokmamak gerekir. Bizim dışımızdaki gelişmeleri reddetmek yerine önemli olan ülke insanının beyin gücünü iyi kullanması, elinden gelenin en iyisini üretmesidir. Bu şekilde maddi ve manevi yönden güçlü olup caydırıcı gücünü daha etkin hale getirebilir.  Bu durum bütün Müslüman ülkeler için geçerlidir.
Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, boykot konusunda bilgi eksikliği var. Hangi ürün hangi ülkeye aittir? Çok ortaklı büyük şirketler hangi ülkelerin kontrolü altında gibi soruların cevapları ne yazık ki tam olarak bilinmiyor. Ülke ile birlikte, ürüne sahip olan şirket sahibinin milliyeti de önemli. Normal vatandaşın çok ayrıntılı bilmesi elbette ki mümkün değil ve bilmesine de gerek yok. Genel anlamda çok büyük sermayeli firmaları, gıda sektöründe, temizlik sektöründe elektronik sektöründe bilmek bile yeterli. Tükettiğimiz gıda ürünlerinin içeriklerini sağlığımız açısından bilmemiz ne kadar önemliyse,  temizlik, elektronik gibi malzemelerde de benzer hassasiyeti göstermeliyiz.
Çocukken yerli malı haftasını kutlardık okullarda. Bir günde olsa yerli yiyeceklerden ziyafetler çekerdik kendimize. Belli yaşlara gelmiş bizlerin zihninde yerli malı etkinliğinin bir anlamı, bir değeri vardı. Bu faaliyetleri kendi öz değerlerimizin var olduğunu göstermesi bakımından doğru ve gerekli buluyorum. Çocuklarımızı, yabancı özentisinden kurtarıp, kendi benlikleriyle, kimlikleriyle, değerleriyle bir dünya kurma yönünde yetiştirmeliyiz.
Yıllar önce bir yerde okumuştum. Hollanda’ya bir Türk gider. Çok tanınmış bir Hollanda peynirini almak ister. Hollanda’da gittiği şehirde aradığı peyniri bir türlü bulamaz. Merak eder satıcılara sorar. Onlarda der ki, ‘Söylediğiniz peynir çeşidi Hollanda’nın dünyaca tanınmış bir ürünü. Nasıl olsa o peynir dünya çapında satılıyor, onu satmak yerine, kendi yöremizin peynirini satıyoruz’ şeklinde cevap verirler. Bu yaklaşım beni çok etkilemişti. Kendi ülkesinde bile insanların bu şekilde hassas düşünmesi ne kadarda anlamlı ve önemli.
İsveç’te otel odalarının lavabolarında ‘Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yandaki kutuya atın, bir tek jilette dahi olsa İsveç çelik sanayine katkınız olsun’ şeklinde yazı yazdığını duymuştum.  Buda beni çok etkilemişti. İşte bizlerde bu duyarlılığı yakalamamız gerekiyor.
İlk önce ülke olarak kendi ürünlerimize, kendi mallarımıza gerekli özeni ve değeri vermeliyiz. Kaliteyi artırarak, müşteri memnuniyetini yakalarsak eğer bir başkasının malını boykot etme gibi gereksiz işlerle uğraşmayız. Yoksa pazar boşluğunun olduğu her yerde memnun olsak da, olmasak da birileri bu boşluğu dolduracaktır. Dünyanın hiçbir ürün kaliteyi yakalamadan başka bir ülkede pazar payını kapamaz. Bizlerin yapmış olduğu, sadece başka bir ülke ile sıkıntılı duruma düştükten sonra, ürünlerini boykot etme çabası yeterli değildir.  Tüketiciler olarak yerli üreticimizi kaliteye zorlamamız gerekir. Asıl önemli olan hayatımızın tamamına bu hassasiyeti yaymaktır. En azından kullandığımız ürünlerde, kaliteyi yakalamış olan kendi ürünlerimiz yönünde tercih kullanmalıyız. Örneğin, genel anlamda kaliteyi yakalamış olan birçok yöresel kendi peynirimiz varken, ithal bir peyniri tüketmemek gerekir diye düşünüyorum.
Küresel dünyadaki sermaye akışında, ülkemizi her şeyden soyutlayıp, demir perde ülkesi olalım demiyorum. Çok uluslu şirketler elbette olacak. Yabancı sermaye ülkemizde elbette olacak. Ama ülkemizde sadece tüketici pozisyonda olmayalım. Mesela, kola sektöründe, neden pazarın yüzde doksanı yabancı kola firmalarının elinde olsun ki?  Neden pazarın yüzde doksanı bizim Türk firmaların elinde olmasın. Bu bağlamda şöyle bir karşı çıkış var. ‘Kolanın Türkiye’de fabrikaları var. Üç bin kişiye iş alanı sağlıyor’ türünden söylemler var. Böylede olsa, kolanın Türkiye’den kazandığı devasa paraları da görmezden gelemeyiz. Paranın bir kısmı bize dönse de, her şeye rağmen pazarın çoğunu yabancı firmalara bırakmamamız gerekir.
Bizde teknolojisi olmayan, üretemediğimiz ürünleri dışarıdan elbette ki ithal etmek durumundayız. Çay üretiminde ise bunun tam tersini yaşıyoruz. Dünyada ön sıradayız, elbette ki dünya, çayı bizden alacak. Bunlarda sıkıntı yok ama bizim yapabileceğimiz işlerde neden başkalarına bağımlı olalım ki? Mesela temizlik ürünlerinde, alternatif Türk markaları da mevcut. Boykottan önce ‘Yabancı marka ürünleri çamaşırları daha iyi yıkamasının önüne geçmek gerekiyor. Buda yerli ürünlerin belli kaliteyi yakalamasıyla gerçekleşir. Aksi takdirde patlak veren her olayın başlangıcında boykot yapılır, olaylar biraz unutulmaya yüz tuttuğunda bizler o ürünleri kullanmaya devam ederiz. Yine tekrarlıyorum ki bu bir çözüm olmadı ve olmayacaktır. Bu noktada Türk üreticisinin üzerine çok yük düşmektedir. Biz tüketicilerinde, gerçekten kaliteyi yakalamış ürünlerimize sahip çıkmak en büyük vatandaşlık görevi olmalı.
Bir anekdot aktarmak istiyorum size. Geçenlerde bir yemek davetine katıldım. Ellinin üzerinde misafir vardı. Tahmin ettiğiniz üzere masalarda ithal marka içecekler çoğunluktaydı. Davette bulunanlar içecekleri tam içmeseler dahi, bütün içeceklerin kapakları açıldı nedense. Bu noktada içilmeyen içecekler tüketilmiş gibi oldu ve sonraki taleplerin önü de açıldı aslında. Bu gibi küçük detayları kaçırdığımızda bir arpa yol alamayız ülke olarak. Biz elimizden geleni yaptıktan sonra belki de boykota fazla gerek kalmayacaktır.
Daha duyarlı, daha milli olmamız temennisiyle. Sağlık ve huzur dilerim.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 06.08.2014 / Yazı No:6

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder