Merhaba
dostlar. Bu hafta boykot meselesine değinmek istiyorum. Boykot mevzusunu kesinlikle
yabancı düşmanlığı şekline sokmamak gerekir. Bizim dışımızdaki gelişmeleri
reddetmek yerine önemli olan ülke insanının beyin gücünü iyi kullanması, elinden
gelenin en iyisini üretmesidir. Bu şekilde maddi ve manevi yönden güçlü olup
caydırıcı gücünü daha etkin hale getirebilir. Bu durum bütün Müslüman ülkeler için
geçerlidir.
Gözlemlerime
dayanarak şunu söyleyebilirim ki, boykot konusunda bilgi eksikliği var. Hangi
ürün hangi ülkeye aittir? Çok ortaklı büyük şirketler hangi ülkelerin kontrolü
altında gibi soruların cevapları ne yazık ki tam olarak bilinmiyor. Ülke ile
birlikte, ürüne sahip olan şirket sahibinin milliyeti de önemli. Normal
vatandaşın çok ayrıntılı bilmesi elbette ki mümkün değil ve bilmesine de gerek
yok. Genel anlamda çok büyük sermayeli firmaları, gıda sektöründe, temizlik
sektöründe elektronik sektöründe bilmek bile yeterli. Tükettiğimiz gıda ürünlerinin
içeriklerini sağlığımız açısından bilmemiz ne kadar önemliyse, temizlik, elektronik gibi malzemelerde de
benzer hassasiyeti göstermeliyiz.
Çocukken
yerli malı haftasını kutlardık okullarda. Bir günde olsa yerli yiyeceklerden
ziyafetler çekerdik kendimize. Belli yaşlara gelmiş bizlerin zihninde yerli
malı etkinliğinin bir anlamı, bir değeri vardı. Bu faaliyetleri kendi öz
değerlerimizin var olduğunu göstermesi bakımından doğru ve gerekli buluyorum. Çocuklarımızı,
yabancı özentisinden kurtarıp, kendi benlikleriyle, kimlikleriyle, değerleriyle
bir dünya kurma yönünde yetiştirmeliyiz.
Yıllar
önce bir yerde okumuştum. Hollanda’ya bir Türk gider. Çok tanınmış bir Hollanda
peynirini almak ister. Hollanda’da gittiği şehirde aradığı peyniri bir türlü bulamaz.
Merak eder satıcılara sorar. Onlarda der ki, ‘Söylediğiniz peynir çeşidi
Hollanda’nın dünyaca tanınmış bir ürünü. Nasıl olsa o peynir dünya çapında
satılıyor, onu satmak yerine, kendi yöremizin peynirini satıyoruz’ şeklinde
cevap verirler. Bu yaklaşım beni çok etkilemişti. Kendi ülkesinde bile
insanların bu şekilde hassas düşünmesi ne kadarda anlamlı ve önemli.
İsveç’te
otel odalarının lavabolarında ‘Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın,
yandaki kutuya atın, bir tek jilette dahi olsa İsveç çelik sanayine katkınız
olsun’ şeklinde yazı yazdığını duymuştum.
Buda beni çok etkilemişti. İşte bizlerde bu duyarlılığı yakalamamız
gerekiyor.
İlk
önce ülke olarak kendi ürünlerimize, kendi mallarımıza gerekli özeni ve değeri
vermeliyiz. Kaliteyi artırarak, müşteri memnuniyetini yakalarsak eğer bir
başkasının malını boykot etme gibi gereksiz işlerle uğraşmayız. Yoksa pazar
boşluğunun olduğu her yerde memnun olsak da, olmasak da birileri bu boşluğu
dolduracaktır. Dünyanın hiçbir ürün kaliteyi yakalamadan başka bir ülkede pazar
payını kapamaz. Bizlerin yapmış olduğu, sadece başka bir ülke ile sıkıntılı
duruma düştükten sonra, ürünlerini boykot etme çabası yeterli değildir. Tüketiciler olarak yerli üreticimizi kaliteye zorlamamız
gerekir. Asıl önemli olan hayatımızın tamamına bu hassasiyeti yaymaktır. En azından
kullandığımız ürünlerde, kaliteyi yakalamış olan kendi ürünlerimiz yönünde
tercih kullanmalıyız. Örneğin, genel anlamda kaliteyi yakalamış olan birçok
yöresel kendi peynirimiz varken, ithal bir peyniri tüketmemek gerekir diye
düşünüyorum.
Küresel
dünyadaki sermaye akışında, ülkemizi her şeyden soyutlayıp, demir perde ülkesi
olalım demiyorum. Çok uluslu şirketler elbette olacak. Yabancı sermaye
ülkemizde elbette olacak. Ama ülkemizde sadece tüketici pozisyonda olmayalım.
Mesela, kola sektöründe, neden pazarın yüzde doksanı yabancı kola firmalarının
elinde olsun ki? Neden pazarın yüzde
doksanı bizim Türk firmaların elinde olmasın. Bu bağlamda şöyle bir karşı çıkış
var. ‘Kolanın Türkiye’de fabrikaları var. Üç bin kişiye iş alanı sağlıyor’
türünden söylemler var. Böylede olsa, kolanın Türkiye’den kazandığı devasa
paraları da görmezden gelemeyiz. Paranın bir kısmı bize dönse de, her şeye
rağmen pazarın çoğunu yabancı firmalara bırakmamamız gerekir.
Bizde
teknolojisi olmayan, üretemediğimiz ürünleri dışarıdan elbette ki ithal etmek
durumundayız. Çay üretiminde ise bunun tam tersini yaşıyoruz. Dünyada ön
sıradayız, elbette ki dünya, çayı bizden alacak. Bunlarda sıkıntı yok ama bizim
yapabileceğimiz işlerde neden başkalarına bağımlı olalım ki? Mesela temizlik
ürünlerinde, alternatif Türk markaları da mevcut. Boykottan önce ‘Yabancı marka
ürünleri çamaşırları daha iyi yıkamasının önüne geçmek gerekiyor. Buda yerli
ürünlerin belli kaliteyi yakalamasıyla gerçekleşir. Aksi takdirde patlak veren
her olayın başlangıcında boykot yapılır, olaylar biraz unutulmaya yüz
tuttuğunda bizler o ürünleri kullanmaya devam ederiz. Yine tekrarlıyorum ki bu
bir çözüm olmadı ve olmayacaktır. Bu noktada Türk üreticisinin üzerine çok yük
düşmektedir. Biz tüketicilerinde, gerçekten kaliteyi yakalamış ürünlerimize
sahip çıkmak en büyük vatandaşlık görevi olmalı.
Bir
anekdot aktarmak istiyorum size. Geçenlerde bir yemek davetine katıldım.
Ellinin üzerinde misafir vardı. Tahmin ettiğiniz üzere masalarda ithal marka içecekler
çoğunluktaydı. Davette bulunanlar içecekleri tam içmeseler dahi, bütün
içeceklerin kapakları açıldı nedense. Bu noktada içilmeyen içecekler tüketilmiş
gibi oldu ve sonraki taleplerin önü de açıldı aslında. Bu gibi küçük detayları
kaçırdığımızda bir arpa yol alamayız ülke olarak. Biz elimizden geleni
yaptıktan sonra belki de boykota fazla gerek kalmayacaktır.
Daha
duyarlı, daha milli olmamız temennisiyle. Sağlık ve huzur dilerim.
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 06.08.2014 / Yazı No:6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder