Resmi kurumların dışında, bağımsız olarak işlerini yürüten,
sosyal, kültürel, çevresel, sendikal, hukuki gibi alanlarda faaliyetler yürüten
yasal dernekler, vakıflar, odalar, barolar kısaca sivil örgütlenmeler olarak
tanımlayabiliriz. Bir toplumda bu tür birlikteliklerin olması o toplumda
demokrasinin ve demokratik uygulamaların yaygın olduğunun da bir göstergesidir.
Resmi birlikteliklerin yanında bunun gibi gönüllülüğe dayalı
sivil birlikteliklerinin de bir toplumun gelişmesine olan katkısı aşikâr.
Örneğin yasal olan işçi ve memur sendikalarında çalışanların lehine çalışmalar
yapmak çalışanın hakkını korumak bu anlamda çaba göstermek elbette ki
değerlidir.
Hiçbir sivil toplum örgütüne üye olmadan bu birliktelikleri
gereksiz ve faydasız görmek ise bir o kadar anlamsızdır. Ülkemizde ki sivil
toplum örgütlerini güçlendirmek ve ideal hale getirmek istiyorsak bir yerden
başlamalıyız. Eğer ki sivil toplum örgütlenmelerinde yanlış giden işler varsa
devletimizin denetim mekanizmasına açık olması ve denetlenmesi beklenir. Bunun
yanında bu kurumları eleştirenlerinde bir bakıma toplumun bu örgütlerini boş
boş eleştirmek yerine mücadele edebilmek için üye olunabilir, yönetime
girilebilir ve yanlış giden işlerin düzeltilmesine örgüt içinde katkı
verilebilir.
Bu gerekliliği ifade ettikten sonra sivil toplum
örgütlenmelerinde eleştireceğim tarafları bu yazımda dile getirmek istiyorum.
Sivil toplum örgütlenmelerinde yer alan şahısların bu görevlerini kendilerini
göstermek için basamak olarak kullandıkları genel bir kanı. Bu şahısların her
ne kadar kendilerine yeni görev veriliyor masumiyetinde lanse etseler de,
kerametin bulundukları makamda olduğunu ve bu makamda iken ki taleplerin,
arzuların ve çabaların sonucu olduğu gözüküyor. Bu çarpık durumu sivil toplum
örgütü çalışmalarından çok siyasete yakınlıklarında ve çarşaf çarşaf verilen
pozlarda görmek pekâlâ mümkün. Kendi sivil toplum örgütüne binlerce hatta
milyonlarca üyenin olması üzerinden güç devşirme cihetine gidiliyor maalesef. Çevremizde
emek vermeden, cefa çekmeden “aşığı cuk
aturan” insanlarla doluveriyor maalesef. Bir insanın sanki elinde sihirli
değnek varmış gibi aynı anda birçok derneğe başkan veya yönetici olması gibi
bir talihsizliği yaşıyoruz maalesef. Bir insan nasıl olur da birçok yerde
verimli ve başarılı olabiliyor. Özel bir yetenek sanırım. Bunları görünce
insanın, öküzün altında buzağı arayası geliyor.
STK yönetiminin ilgili branşıyla ilgisiz insanların yer olması
bu alanın başka amaçlar ve basamak olarak kullanılmasına daha çok zemin
hazırlıyor. Bu durum tabela derneği olmak gibi bir sonucu doğuruyor. İster
istemez ilgisiz insanlar asli dernek faaliyetlerini yapmayıp bu alanda kaynak
israfına yol açıyor. “Tribünlere oynamak”
tabirinin içini dolduruluyor sadece. Çevreyle, işçi ile memur ile ilgilenmesi gereken
bir STK asli görevini yapmayıp bu makamı hem işgal ediyor hem de kendisine daha
üst görevler için basamak yapıyor. Sivil toplum örgütünde esas faydalı
olabilecek insanlar dışarıda kalıp, faydası olmayacak insanlarla içini doldurma
gafletine en azından bu yöneticileri seçenlerin düşmemesi gerekiyor. Her ne
kadar “bal tutan parmağını yalar”
mantığı olsa da tamamen bu alanları bu amaçlar için kullanmak bizleri ileri
değil farklı mecralara götürür maalesef.
Hele hele ilgisiz bir şekilde erkek egemen mantığında kadını
yok saymak veya bunun tersi feminist bakış açısıyla erkeği görmemek sivil
toplum örgütlerinin yapabileceği kötü ırkçı yaklaşımlar arasında yerini alıyor
sadece. Bu konu dâhilinde uç ve başka bir konu başlığı bir örnek.
Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar’ın ifadesiyle, “günlük politikalarla uğraşmayıp yaptığımız
iş ne ise ona yönelmemiz ve politikayı profesyonel siyasetçilere bırakmamız
daha doğru olacaktır”. Bilime, ilime, kültüre, sanata ve üretime yönelmemiz
bizi madden ve manen daha zengin yapacaktır.
Yönetimi sadece üstten alta doğru jakoben anlayışlarla değil
de alttaki vatandaştan, bireylerden, sivil toplum örgütlerinden üste doğru
olması da gelişmiş bir toplumun özelliklerinden olduğu unutulmamalıdır.
Bu örneklemeler üzerine başka bir zeyl düşecek olursam;
Toplumumuzda yaptığı işle kendini kanıtlamış, tebarüz etmiş
insanlar her alanda yetişmeli. Özellikle sivil toplum mensupluğu bir basamak ve
dönemsel bir rol olarak kendilerine biçilmemeli.
Bir bilgenin, “sorular
sormak bütün cevapları bilmekten daha iyidir” sözünde olduğu gibi soran,
sorgulayan bir toplum daha iyiyi ve güzeli bulacaktır elbet. Bunun için de her
türden olumsuzluğa rağmen sivil toplum örgütleri demokratik, özgür bir toplumun
olmazsa olmazıdır.
Kalın sağlıcakla.
İlkay Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder