28 Mart 2015 Cumartesi

Zenginliğimizin farkındayız artık

zenginliğimizin farkındayız artık…

Selamlar dostlar.
“Mecnun söğüt, Leyla’nın toprağında yetişir” (Şeyh Galip)                              
Şeyh Galip’in güzel bir sözü ile yazıma başlamak istiyorum.
Millet olarak bir handikabımız var.  Kendimizi beğeniriz ama birçok konuda özellikle bulunduğumuz konumdan da pek memnun olmayız.

Diğer milletler ile sık sık kendimizi kıyaslarız, ülkemizi kıyaslarız. Gelin biraz fikir jimnastiği yapalım. Olumlu ve olumsuz yönlerimizi ele alalım birlikte.
İmparatorluk kurmuş bir ecdadın torunlarıyız biz. İmparatorluk kurmak, belli bir kültür birikimi ve sağlam toplum yapısı gerektirir. Bilimi gerektirir, askeri gücü gerektirir. Ne mutlu ki 600-700 yıl Osmanlı İmparatorluğuyla dünyaya hükmetmişiz. Her fani gibi, imparatorluklarda zamanı gelir güç kaybeder ve yıkılabilir. Gücün en önemli faktörü insandır. Bu noktada Hz Mevlana gibi, Yunus gibi manevi önderlerin etkisini, gücünü hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir.
Türk milleti olarak zeki bir millet olduğumuz aşikâr. Ayrıca İslamiyet’in verdiği güzel hasletler ışığında vakıf medeniyetini kurmuş bir milletiz. Yardımlaşmayı, paylaşmayı, “komşusu açken, kendisi tok olan bizden değildir” hadisi şerifini özümsemiş bir milletiz. Cami önlerinde sadaka taşları geleneğini, ramazanlarda iftar sonrasında fakirlere ikram edilen diş kirası geleneğini oluşturmuş ve yaşatmış bir milletiz.
Savaş durumlarında tek vücut olan bir milletiz ama barış zamanlarında nedense toplum olarak birbirimize düşeriz.  Bir araştırmaya göre, Türk milletinin çok kitap ve gazete okumadığı söyleniyor. Diğer bir araştırmaya göre ise bunun tam tersi. Şöyle ki, aynı kitabı 20-30 kişinin dönüşümlü okuması, bir kahvede ki gazeteyi onlarca kişinin okuması, İstatistiklerin çokta gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Bu duruma ekonomik anlamda, zekilik anlamında, paylaşım anlamında baktığımızda milletimizin güzel hasletlerini görürüz.
Yurtdışından izne gelen gurbetçi dostlarımız, milletimizin artılarını ve eksilerini çok daha iyi görüyorlar. Gurbetçi bir ağabeyimiz anlatmıştı; “Avrupa’da tabiat güzelliği çok fazla. Uçakla gidiş gelişlerde Türkiye topraklarına girişte, misk gibi, güzel kokular gelir. Avrupa topraklarında bu güzel kokular yoktur. Bunun da sebebi, Türkiye’mizde okunan Kuran’ı Kerim, hatimler, velilerin, Allah dostlarının çok olmasıdır” demişti. O vakit bu sözlerden çok etkilenmiştim ve bir nevi doğruluğuna inanmıştım. Şartlar ne olursa olsun batmıyoruz, tükenmiyoruz. Allah, bu manevi liderlerin, sevgili kullarının eli, yüzü, gözü, duaları hürmetine bizlere yardım ediyor, koruyor sanırım.
Piyango gişelerinde mikrofon uzatıldığında, insanlar hep başkalarına yardım etmeği düşündüğünden bahseder. Ne kadar samimi olduklarını bilemem ama bu da milletimizin kendisi kadar başkalarını da düşündüğünün bir göstergesi değil midir sizce?  Geçen yıllarda, Amerikalı ünlü bir görme engelli, müzik sanatçısına sordular. “kazandığınız paralarla engellilere yardım edecek misiniz diye? Onunda çok manidar bir cevabı vardı. “Ben vergimi veriyorum, yardım etmek benim işim değil” demişti. Bu örnek, toplumun kültürleri arasında çok farklar olduğunun sadece bir örneği. Bizim milletimiz sanmıyorum ki böyle bir cevap versin.
Bir hikâye anlatılır. Dünyanın en zengin adamlarından biri olan Bill Gates’in bilgisayar firmasında çalışan, bin üzerinde bilgisayar mühendisi vardır. Bunların içerisinde bizim Türk mühendislerden de çalışanlar vardır. Mühendisler, bilgisayar programını bitirdikten sonra, çalışanlardan program hatalarını bulmaları istenir. Programda hata bulanlara çok yüksek ücretler teklif ederler. Bizim Türk mühendisin, arkadaşlarına bir teklifi olur. “Bu programları biz yapıyoruz. Programı hatalı yapalım, nasıl olsa hatayı düzeltiriz, ikinci bir ücret alırız” der. Belki bu hikâyedir, doğru değildir. Bilemiyorum ama hikâyeyi kötü bir zekâ örneği olarak verebiliriz. Avrupa’da yaşayan gurbetçi dostlarımızın karşılaştığı, bizlere ilettikleri olumlu veya olumsuz cereyan eden birçok zekâ örneklerini duyarız hepimiz.
Zenginliği olan, fakat zenginliğimizin yeni yeni farkına varan milletiz. Bir o kadar da kıymeti bilinmeyen varlıkların da sahibiyiz. Ne büyük nimettir ki durmadan akan ırmaklarımız var. Yer altı zenginliklerimize şimdilerde sahip çıkıyoruz.
Örneğin, Kızılırmak’ın sahibi olsa, Kızılırmak kirletilebilir mi? Ormanlarımızın ve birçok zenginliğimizin sahibi olsa, bu varlıklar zarar görür mü? Bu varlıklar devletin olduğunda sahipsiz gibi ama farkında değil miyiz ki devlet bizim. Bizim olan şey nasıl oluyor da sahipsiz? Hiç bunu düşündünüz mü? Ne acıdır ki zarar eden bu varlıklar bizlerden birilerinin ya da elin oğlunun elinde nasıl oluyor da kara geçebiliyor? Oturup bunu da düşünelim lütfen!
Buna da şükür. Bu şekilde de olsa halkımızın zenginleşmesi, ülkemizin zenginlemesi demektir. İş demektir, aş demektir. Vatanımızın içinde çalışan, etrafındakilere işveren insanımızın evinin, toprağının, arabasının olması hepimizi mutlu etmelidir.  Artık bu zenginliklere birçok insanımız kavuşmaya başladı. Zamanında yanlış politikalar yüzünden kendi zenginliklerimizi değerlendiremediğimizden, insanlarımızı elalemin topraklarına yolcu ettik. Onları Avrupalıların ayak işlerine mahkûm ettik. İlk iki kuşaktan sonrakiler oralarda söz sahibi olacakları işlere imza attılar. Bu da insanımızın zorluklar karşısında ki dayanıklılığının bir göstergesidir.
Zenginliklerimizin farkındalığında olup, çok daha akıllı ve azimli bir şekilde çalışmamız dileği ile.
 
İlkay Coşkun
01.04.2015
Sivas İrade Gazetesi – Yazı No: 40
İrade Gazetesi - Zenginlik - İlkay Coşkun - 01.04.2015
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder