Selamlar
dostlar.
“Mecnun
söğüt, Leyla’nın toprağında yetişir” (Şeyh Galip)
Şeyh
Galip’in güzel bir sözü ile yazıma başlamak istiyorum.
Millet
olarak bir handikabımız var. Kendimizi
beğeniriz ama birçok konuda özellikle bulunduğumuz konumdan da pek memnun
olmayız.
Diğer
milletler ile sık sık kendimizi kıyaslarız, ülkemizi kıyaslarız. Gelin biraz
fikir jimnastiği yapalım. Olumlu ve olumsuz yönlerimizi ele alalım birlikte.
İmparatorluk
kurmuş bir ecdadın torunlarıyız biz. İmparatorluk kurmak, belli bir kültür
birikimi ve sağlam toplum yapısı gerektirir. Bilimi gerektirir, askeri gücü
gerektirir. Ne mutlu ki 600-700 yıl Osmanlı İmparatorluğuyla dünyaya
hükmetmişiz. Her fani gibi, imparatorluklarda zamanı gelir güç kaybeder ve
yıkılabilir. Gücün en önemli faktörü insandır. Bu noktada Hz Mevlana gibi,
Yunus gibi manevi önderlerin etkisini, gücünü hiçbir zaman göz ardı etmemek
gerekir.
Türk
milleti olarak zeki bir millet olduğumuz aşikâr. Ayrıca İslamiyet’in verdiği
güzel hasletler ışığında vakıf medeniyetini kurmuş bir milletiz. Yardımlaşmayı,
paylaşmayı, “komşusu açken, kendisi tok olan bizden değildir” hadisi şerifini
özümsemiş bir milletiz. Cami önlerinde sadaka taşları geleneğini, ramazanlarda
iftar sonrasında fakirlere ikram edilen diş kirası geleneğini oluşturmuş ve yaşatmış
bir milletiz.
Savaş
durumlarında tek vücut olan bir milletiz ama barış zamanlarında nedense toplum
olarak birbirimize düşeriz. Bir
araştırmaya göre, Türk milletinin çok kitap ve gazete okumadığı söyleniyor. Diğer
bir araştırmaya göre ise bunun tam tersi. Şöyle ki, aynı kitabı 20-30 kişinin dönüşümlü
okuması, bir kahvede ki gazeteyi onlarca kişinin okuması, İstatistiklerin çokta
gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Bu duruma ekonomik anlamda, zekilik
anlamında, paylaşım anlamında baktığımızda milletimizin güzel hasletlerini
görürüz.
Yurtdışından
izne gelen gurbetçi dostlarımız, milletimizin artılarını ve eksilerini çok daha
iyi görüyorlar. Gurbetçi bir ağabeyimiz anlatmıştı; “Avrupa’da tabiat güzelliği
çok fazla. Uçakla gidiş gelişlerde Türkiye topraklarına girişte, misk gibi,
güzel kokular gelir. Avrupa topraklarında bu güzel kokular yoktur. Bunun da
sebebi, Türkiye’mizde okunan Kuran’ı Kerim, hatimler, velilerin, Allah
dostlarının çok olmasıdır” demişti. O vakit bu sözlerden çok etkilenmiştim ve bir
nevi doğruluğuna inanmıştım. Şartlar ne olursa olsun batmıyoruz, tükenmiyoruz.
Allah, bu manevi liderlerin, sevgili kullarının eli, yüzü, gözü, duaları hürmetine
bizlere yardım ediyor, koruyor sanırım.
Piyango
gişelerinde mikrofon uzatıldığında, insanlar hep başkalarına yardım etmeği
düşündüğünden bahseder. Ne kadar samimi olduklarını bilemem ama bu da
milletimizin kendisi kadar başkalarını da düşündüğünün bir göstergesi değil
midir sizce? Geçen yıllarda, Amerikalı
ünlü bir görme engelli, müzik sanatçısına sordular. “kazandığınız paralarla
engellilere yardım edecek misiniz diye? Onunda çok manidar bir cevabı vardı.
“Ben vergimi veriyorum, yardım etmek benim işim değil” demişti. Bu örnek,
toplumun kültürleri arasında çok farklar olduğunun sadece bir örneği. Bizim
milletimiz sanmıyorum ki böyle bir cevap versin.
Bir hikâye
anlatılır. Dünyanın en zengin adamlarından biri olan Bill Gates’in bilgisayar
firmasında çalışan, bin üzerinde bilgisayar mühendisi vardır. Bunların
içerisinde bizim Türk mühendislerden de çalışanlar vardır. Mühendisler,
bilgisayar programını bitirdikten sonra, çalışanlardan program hatalarını
bulmaları istenir. Programda hata bulanlara çok yüksek ücretler teklif ederler.
Bizim Türk mühendisin, arkadaşlarına bir teklifi olur. “Bu programları biz
yapıyoruz. Programı hatalı yapalım, nasıl olsa hatayı düzeltiriz, ikinci bir
ücret alırız” der. Belki bu hikâyedir, doğru değildir. Bilemiyorum ama hikâyeyi
kötü bir zekâ örneği olarak verebiliriz. Avrupa’da yaşayan gurbetçi
dostlarımızın karşılaştığı, bizlere ilettikleri olumlu veya olumsuz cereyan
eden birçok zekâ örneklerini duyarız hepimiz.
Zenginliği
olan, fakat zenginliğimizin yeni yeni farkına varan milletiz. Bir o kadar da
kıymeti bilinmeyen varlıkların da sahibiyiz. Ne büyük nimettir ki durmadan akan
ırmaklarımız var. Yer altı zenginliklerimize şimdilerde sahip çıkıyoruz.
Örneğin,
Kızılırmak’ın sahibi olsa, Kızılırmak kirletilebilir mi? Ormanlarımızın ve birçok
zenginliğimizin sahibi olsa, bu varlıklar zarar görür mü? Bu varlıklar devletin
olduğunda sahipsiz gibi ama farkında değil miyiz ki devlet bizim. Bizim olan
şey nasıl oluyor da sahipsiz? Hiç bunu düşündünüz mü? Ne acıdır ki zarar eden
bu varlıklar bizlerden birilerinin ya da elin oğlunun elinde nasıl oluyor da
kara geçebiliyor? Oturup bunu da düşünelim lütfen!
Buna
da şükür. Bu şekilde de olsa halkımızın zenginleşmesi, ülkemizin zenginlemesi
demektir. İş demektir, aş demektir. Vatanımızın içinde çalışan, etrafındakilere
işveren insanımızın evinin, toprağının, arabasının olması hepimizi mutlu
etmelidir. Artık bu zenginliklere birçok
insanımız kavuşmaya başladı. Zamanında yanlış politikalar yüzünden kendi zenginliklerimizi
değerlendiremediğimizden, insanlarımızı elalemin topraklarına yolcu ettik.
Onları Avrupalıların ayak işlerine mahkûm ettik. İlk iki kuşaktan sonrakiler
oralarda söz sahibi olacakları işlere imza attılar. Bu da insanımızın zorluklar
karşısında ki dayanıklılığının bir göstergesidir.
Zenginliklerimizin
farkındalığında olup, çok daha akıllı ve azimli bir şekilde çalışmamız dileği
ile.
İlkay Coşkun
01.04.2015
Sivas İrade Gazetesi – Yazı No: 40
İrade Gazetesi - Zenginlik - İlkay Coşkun - 01.04.2015
01.04.2015
Sivas İrade Gazetesi – Yazı No: 40
İrade Gazetesi - Zenginlik - İlkay Coşkun - 01.04.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder