Engelli Olmak
10-16 Mayıs tarihleri arası engeliler
haftasıdır. Bu tarihlerin dışında, engelli kardeşlerimizi hatırlamak adına 3
Aralık günü de dünya engelliler günü kabul edilmiştir.
Deveye sormuşlar “neden boynun eğri”
o da cevaben “nerem doğru ki” demiş. Düzensizlik, kalitesizlik bütün
kurumlarımıza, hayatımıza sirayet etmiş durumda. Son yıllarda toplum olarak
duyarlılıklarımız artmış olmasına rağmen yine de rastgele ve kaba yaşıyoruz.
Değerlerimizin birçoğunu kaybetme noktasına gelmişiz. Ayrıntıları kaçırıyoruz,
göz ardı ediyoruz.
Milletimizin yüzde 13’ü, yani 8,5
milyonu engelli. Diğer kalan hepimiz
engelli adayıyız. Aileleri, yakınları derken, engelli kardeşlerimizin sorunları
toplumumuzun genelini ilgilendirmektedir.
Sorunları iki başlık altında ele
alabiliriz. Birincisi engelli kardeşlerimizin genel sorunları ve engelli
kardeşlerimizin özel sorunları olarak. Engelli kardeşlerimizin dâhil olduğu
birçok dernek, vakıf adı altında birliktelik var. Böyle parçalı bir yapıda
olmak güç kaybettiriyor ve kaynak israfına sebebiyet vermektedir. Doğru olan
birlikten güç doğar bilinciyle hareket etmeleri. Birlikte hareket etmenin
ehemmiyetini göz ardı etmemeleri gerekiyor.
Engelli kardeşlerimiz, üretmek
istiyor, çalışmak istiyor. Sosyal hayatta yer almak ve var olmak istiyor. Tüm
bunlar tabii ki gerekli şartların, uygun ortamın sağlanmasıyla olacaktır. Özel
sektörde ve devlet sektöründe en az yüzde 3-4 oranında engelli çalıştırma
zorunluluğu olmasına rağmen, bu kuralın ülkemizde tam olarak uygulandığını düşünmüyorum.
Bir toplumun gelişmişliği,
engellilerin, kimsesizlerin, yaşlıların, emeklilerin yaşam standardının
kalitesiyle ölçülüyor. Başımızı ellerimizin arasına koyup düşünmemiz gerekir.
Toplum olarak, engelli kardeşlerimize karşı önyargılı davranışlardan kaçınarak
ciddi, kalıcı atılımlarda bulunmalıyız. Yapılanları tümüyle yok sayamayız fakat
yeterli derecede değil. Engelli kardeşlerimiz eğitimleri için gerekli ortamlar
elbirliği ile oluşturulmalı, aksaklıklar en kısa zamanda giderilmelidir.
Aileler daha fazla bilinçlendirilip engelli bireylerini toplumdan gizleme,
soyutlama yönüne gitmeleri engellenmelidir. Bu sorunu tabii ki eğitimle
aşabiliriz. Engelli ve ailelerini sosyal hayata adapte etmeliyiz. Büyüklü,
küçüklü projeler geliştirmeliyiz.
Sokaklarımız, kaldırımlarımız, toplu
taşıma araçlarımız, iş yerlerimiz, hastanelerimiz vs. engelli vatandaşlarımızın
hayatını zorlaştırmadan, engelli kardeşlerimizin kullanımına uygun planlarda
yapılmasına özen gösterilmelidir. Bu anlamda belediyelere, mülki idareye, devletimize
kısacası hepimize görevler düşmektedir. Bazı belediyelerimizin örnek
çalışmaları yurt geneline yayılmalıdır.
Bir gurup gönüllü, uzman
kardeşlerimiz tarafından, işitme engellilerin eğitimlerine yönelik dünya
çapında bir eğitim projesi hazırlandı. Maalesef bürokrasi önüne geçti ve
projenin gerçek yerini ve değerini bulması engellendi.
2009 yılında engelli kardeşlerimizle
birlikte bir projede yer aldım. Bir grup şair arkadaşla birlikte, Güldeste şiir
kitabını hazırladık. O zamanın parasıyla ciddi bir meblağ sayılabilecek kitap
gelirinin tamamını Sivas İşitme Engelliler Derneğine bağışladık. Onlarda
kendilerine sosyal bir tesis satın aldılar. İnşallah başka projelerde de
birlikte olma fırsatımız olur. Son olarak da Sivas işitme Engelli Derneği
çatısı altında düzenlenen 25 Mart 2015 tarihindeki şiir dinletisi ve onlar
adına oluşturulan hatıra ormanı projesinde yer aldık.
Birlik ve beraberlikten güç doğar. Engelli
kardeşlerimize yönelik ortak projeler geliştirdiğimizde çok daha faydalı
olabileceğimizi düşünüyorum. Hem maddi hem de manevi yönlerden
yapabileceklerimiz vardır muhakkak. Pastalı, kekli gün yapan kadınlarımız,
neden pastalarını, keklerini alıp da engelli kardeşlerimizin bürolarına, sosyal
tesislerine götürüp ikram ederek engelli kardeşlerimizle iletişim kurmaya
çalışmazlar. Duyarlı, emektar insanlara çok ihtiyacımız var. Bu noktada engelli
kardeşlerimizle birlikte olduğumuzu, yalnız olmadıklarını onlara
hissettirmeliyiz. Aslında bu gibi projelerde hareket eden kadınlarımız oldukça
fazla. O gönlü güzel insanlara, toplum olarak minnettarlığımız var fakat
sayılarının iki ya da üç katına çıkmasını, eksiklerin daha çabuk giderilmesi
noktasında önemsiyorum. Güzel bir öykü ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Selam
ve muhabbetlerimi sunarım.
-
Anadolu’nun küçük bir köyünde bir
çocuğun gözleri, ateşli bir hastalık sonucu görmemeye başlar. Baba bir gün
diğer çocukların artık oğluyla oynamamaya başladıklarını fark eder. Oğluna bir
çalgı aleti alır. Çocuk onunla tıngır mıngır vakit geçirir. Bir süre sonra gerçekten
bir şeyler çalmaya başlar. Bir gün yakınları köyden bir adam, çocuğun yetenekli
olduğunu düşünerek ona ders vermeye başlar. Çocuk yeteneğini daha çok
geliştirir. Çocuk çok zeki, yaratıcı ve hazır cevaptır aynı zamanda. Sazı kırılınca bir gün gurbette ki bir
dostundan saz siparişi verir. Dostu fiyatına “yüz elli lira” der. Garibanın
cebinde sadece elli lirası vardır.”Bu elliyi al, yüzüne tüküreyim” der. Şaka
öğle hoşuna gider ki satıcı yüz lirayı almaz.
O kör çocuğun adı Veysel’dir.
Gizli dertlerimi sana anlattım / çalıştım sesimi sesine kattım / bebe
gibi kollarımda yaylattım / hayali hatır et, beni unutma -- bahçede dut iken
bilmezdin sazı / bülbül konar mıydı dalına bazı / hangi kuştan aldın sen bu
avazı / söyle doğrusunu gel inkâr etme
Anne, baba olarak yapmamız gereken
şey çocuğun eline o sazı vermektir. Bırakın gerisini o yapsın. Siz onun
yeteneğini keşfetmesine olanak tanıyın ve mücadele gücü kazandırın. Gerisini
ona bırakın dostlar.
…
İlkay Coşkun
20.05.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder