Yatılı Okul Yılları (Meteoroloji Meslek Lisesi)
Lise yılları, çocukluktan gençliğe geçişle beraber daha çok ergenlik dönemini içine alan dört yıllık geniş bir zaman dilimi. Hele yatılı okunduğu zaman dolu dolu vakitleri içerir. Bu yıllar aynı zamanda mücadeleyi de içinde barındırır. Gerek derslerdeki zorlanmalar, gerekse de üniversiteye giriş yılının olması itibariyle bu yılların önemi oldukça fazladır.
Lise yıllarımda yaşadığım detayları hiç unutmuyorum. Bazı lise arkadaşlarım o yıllardaki yaşadıklarını bu gün yaşıyormuş gibi anlatmaları beni hayrete düşürmüştür bir taraftan.
"Liseyi kazandı" belgesinin elime geçmesini, babamla Ankara’ya ilk yolculuğumuzu, okul kaydımın yapılmasını ve o yıllarda Ankara’da yakın kimsemizin olmamasından dolayı veli olarak çok uzak bir köylümüzün velim olmasını iyi hatırlıyorum. Yatılı okula girişle birlikte zorunlu dört yıllık hizmet için gerekli olan imzaların ve kefillerin bulunması gibi meşakkatli ama bir o kadarda heyecanlı bir çabanın sonunda okul kaydımın yapılması ise hatırladığım diğer detaylar.
İlk heyecanlar, gri pantolonlar, mavi gömlekler, üç yüzü aşkın öğrencinin tek tip giyinmesi, terzilerin ölçülerimizi alması bu gün gibi hatırımda. Azda olsa maaşımız bile vardı okulda. Her ay, çantayla görevlinin gıcır gıcır harçlıklarımızı dağıtmasını ise çok iyi hatırlıyorum. Sabahları askeri içtima gibi avluda toplanmamız, okul müdürümüzün uzun uzun nasihatleri, yaramazlık yapanların kusurlarının ifşa edilmesi, saç kontrolleri, giysi kontrolleri derken tam bir seremoni idi yaşadıklarımız.
Tellerle çevrili idi bahçemiz. Üst katta yatakhaneler, alt katta sınıflar ve sosyal bazı mekânlar, spor salonu, konferans salonu vs. mekânların olduğu yan binalar vardı. Okulu çevreleyen tel örgülü duvarlarda gösterdiğimiz cambazlıkların, yiğitliklerin çok hikâyeleri kalmıştır hafızamda. Hatta tel örgülere karşı ün yapmış öğrenciler bile vardı. Dışarı kaçışlarımız, yoklamalarımız, nöbetçi hocalarla, nöbetçi arkadaşlarımızla mücadelelerimiz vs. nice curcunalarımız kaldı aklımda.
Teneffüslerde, akşam dersten sonraki zamanlarda okul bahçemizde volta atardık. Döne döne geniş okul bahçesini bilmem kaç kez sohbet ederek turlamışızdır. Önümüzden geçen zengin arkadaşlarımızın tank gibi yürüyen koca koca pahalı ayakkabılarını dilimize dolayarak sohbetler ederdik. Ana tema okul, ders, anılar, kızlar vs. olurdu herhalde.
Üst sınıflara geçtikçe sigara içenler çoğalırdı. Sigara içenlerin, hocalarla köşe kapmacaları, zaman zaman yapılan sigara aramaları, özellikle tuvaletlerde sigara içenleri yakalamalar ve arkasından yaşananlar. Ben hiç sigara içmediğim için bu anlamda pek sıkıntı yaşamadım. Belki sigara içilen ortamda bulunmam nedeniyle ufak tefek sıkıntılar olmadı değil. Bu anlamda okul bahçesinin bazı kör noktalarında sigara içenler ve hafiye hocalarımızın kovalamacaları her zaman oluyordu. Çarşı izninde öğretmelerimizin sigara içenleri görmeleri ve bunun sonucunda yaşananlarsa trajikomik olaylar. Sigara ile beraber çıplak kadın resimlerinin olduğu dergiler ve açık saçık filmler oynatan sinema kaçamakları yapanların muhabbetleri. Ortada dolanan muhbirlerinse "ben seni gördüm" muhabbetleri o yıllarda hep yapılırdı.
Milli takımımız ve spor kulüplerimiz o yıllarda dışarıda yeni yeni başarılar kazanmaya başlamışlardı. Heyecanlı bir şekilde topluca maçları televizyonda izlerdik. Eğer yendiysek, okul tel örgülerine yönelir en azından bir kısmımız okulun dışına atardık kendimizi. Nöbetçi hocalarının bizleri zapt etmede gösterdikleri gayreti gözlemlerdim hep. Meşhur televizyon dizilerimiz ve televizyonu kapma noktasındaki kavgalarımız hep olurdu. "Hayat Ağacı" isminde yabancı bir televizyon dizimiz vardı mesela. Pazar günleri klasik müzik dinlemek isteyen arkadaşla çok mücadelemiz olmuştur çok zamanlar.
Sabah bir, akşam iki ders etüdümüz vardı. Genelde üst sınıftan öğrenci arkadaşlar sınıfın başında durur, nöbetçi hoca koridorlarda fink atarken ders çalışmamız sağlanırdı. Bu etütlerdeki gizli sohbetler, çizgi roman okumalar, ders çalışıyor numaraları, uyumalar ve başka nice kaytarmalar vardı hepimizde. Pür dikkat ders çalışan arkadaşlarımız her zaman olmuştu tabi. Onların hakkını yememek lazım şimdi.
Bu kadar hareketli, ele avuca sığmayan erkek lisesinde dayak olayı da çok yaygındı. O yıllarda dayak ciddi ciddi okullarda eğitimin bir parçasıydı ve çok yaygın bir araçtı. Dayak olayı daha çok müdür yardımcıları tarafından uygulanırdı. Nöbetçi öğretmenlerin bir kısmı, bazı öğretmenler, okul müdürü de dâhil dayağa başvurmaları çok olurdu. Pedagoglar dayak mevzusuna nasıl yaklaşırlar bilmem ama o yıllarda dayak bir realiteydi eğitim kurumlarında. Osmanlı tokadı başta olmak üzere, ele, tırnaklara vurulan sopalar en çok tercih edilenlerdi. 5-10 kez dayak yemişliğim vardır. Yaşın yanında kuruda yanar misali. Daha çok gürültü yapılan mekânlarda bulunmam sebebiyle sıra dayağına çekildiğim zamanlar çok olmuştur. Özellikle dayağa çok başvuran hocalarıma karşı kalp kırgınlığım şu anda dâhil her zaman olmuştur ve devam etmektedir. Dayak olayına girmeyen hocalarımı sevgi ile anarım her zaman.
Enerjik, ele avuca gelmeyen biz gençler için yemek, yemekhane her zaman önemlidir. Sabahları kahvaltıda ağzı, dili kavuran metal bardaklarda ikinci bardak çayı içebilmek için çok çaba sarf ederdik. Sekiz kişilik masalara on-on iki bardak gelen demlikler konulurdu. Sekiz kişilik margarin yağı, reçel, bal, peynir, zeytin günlere göre paylaştırılırdı görevli öğrenciler tarafından. Bu paylaştırmalar zaman zaman çok da adil olmazdı. Sekiz kişilik masada ikişer kişi beraber kahvaltı yapardı. Yanınızda olan arkadaşınız kahvaltıda yemekleri seçerek yemesi birçoklarına yarardı. Öğlen ve akşam yemeklerinde sırayla alınır ve istediğimiz yere otururduk. En güzel günümüz rosto, tavuk, köfte gibi daha çok et yemeklerinin verildiği günlerdi. Bazı zamanlar kalan yemekleri sonlarda tekrar alırdık. Ekmek arasına koydurduğumuz yemekleri, köfte vs, daha sonra yemek için sınıftaki küçük kişisel dolabımıza koyardık.
Ankara Hipodromunda Kenan Evren selamlamaları ve asker gibi öğrenci yürüyüşlerimiz olurdu. Darbeci Kenan Evren karşısında isteklice yürürdük her 19 Mayıslarda.
Ankara’da yaşayıp da Gençlik Parkı serüveni olmayan insan yok gibidir o yıllarda. Hafta sonları Gençlik Parkına gidip de son paramızı lunaparkta harcadığımızdan, bir saati aşkın Keçiören okul yolunu yürüdüğümüz çok olmuştur.
Kız öğrencilerinden tamamen arındırılmış erkek lisesini yatılı okumanın avantajı ve dezavantajları fazlasıyla vardır muhakkak. Kız arkadaş edinme dürtüsünü dört yıl süresince hep yaşadık.
Öğretmenlerimizin tamamına yakınının lakapları vardı. Birçoğunun taklitleri vardı. Öğrencilerinde bir kısmının en azından takma isimleri vardı. Bana ‘Arafat’ derlerdi mesela. Yaser Arafat o yıllarda çok meşhurdu. Zaman zaman yaptığım felsefi konuşmalardan dolayı mı yoksa azda olsa çalışkan olmamdan mı bilmiyorum ama bu isimle anılırdım.
Okulda mekânların bile orijinal isimleri vardı. Eksibir (-1) mesela. Girişin bir altında olan bir yer. Orada banyo yapardık, elbiselerimiz yıkanır ve ütülenirdi. Bu orijinal ismi kim bulmuş bilmem ama orayı biz hep böyle nitelendirirdik.
Okulda çok başarılı arkadaşlar vardı. Benim en iyi derecem dönem beşinciliği idi. Her dönemden üç öğrenciyi 15 tatilinde Uludağ’a götürürlerdi ödül olarak. Beşinci sırada olduğum sene bende Uludağ’a kayak için gönderildim. Üçüncü sırada ki arkadaşım, onbeş tatilde memleketindeki kız arkadaşını görebilmek için Uludağ’a gitmekten vazgeçti. Dördüncü sıradaki arkadaşımda Uludağ’da namaz kılamayacağını düşünerek vazgeçmişti. Bu şekilde beşinci sıradaki bana Uludağ’a gitme nasip oldu.
Namaz demişken bir gün sabah namazına kalkmak istediğimi üst sınıftaki ağabeylerimden birisine söyledim. Namaza kalkmak isteyenleri belirlemek adına, yattığım ranzanın ayağına bir havlu doladılar. Sabah namazı kılmak için kalkmaya başladım bu vesileyle. Üst sınıflardan dini bütün ağabeyler gelip kaldırıyorlardı bu işaretli havluya bakarak. Uyku çok tatlı. Bir gün beş gün derken ben usandım sabah namazına kalkmaya. Bir gün namaza kalkmamayı kafama koydum. Ama ne mümkün beni kaldırmaya gelen ağabeye, "tamam kalkıyorum" diyorum ama beş dakika sonra aynı ağabey tekrar yanımda bitiyor kaldırmak için. 3-4 kere gelince çok kızdım kalkmayacağımı söyledim, ikide bir gelmemesini söyledim. Gündüz bu yaptığımdan dolayı özrümü diledim tabii ki.
Ramazanların, yılbaşlarının, diğer özel günlerin ayrı ayrı yeri vardır yatılı okul yıllarında. Hesap makinesinin yeni yeni yaygınlaştığı o yıllarda, okul mescidinde namaz kılan arkadaşım tespih kullanmak yerine hesap makinesinde bir bir ilerleyerek otuz üçü buluyordu. Tespihini böyle çekiyordu. Buda hatırımda kalan anekdotlardan.
Bunun gibi daha nice anılar, nice yaşanmışlıklar. Liseyi yatılı okuyanlara bu yazdıklarım hiç yabancı gelmeyecektir. Bunlar benim gibi mülayim, sus pus bir öğrencinin yaşadıkları. Haşarı, yaramaz bir öğrencinin yaşadıklarını siz düşünün artık. Ama her şeye rağmen güzel yıllardı velhasıl. Arkadaşlarla o günleri zaman zaman yâd ettiğimiz, buluştuğumuz zamanlar oluyor.
Bizim nesil, her türlü olumsuzluklara rağmen küçük şeylerle mutlu olabilen, küçük imkânlarla hayallerini büyütebilen bir nesildi ne mutlu ki.
İlkay Coşkun