28 Mart 2015 Cumartesi

Zenginliğimizin farkındayız artık

zenginliğimizin farkındayız artık…

Selamlar dostlar.
“Mecnun söğüt, Leyla’nın toprağında yetişir” (Şeyh Galip)                              
Şeyh Galip’in güzel bir sözü ile yazıma başlamak istiyorum.
Millet olarak bir handikabımız var.  Kendimizi beğeniriz ama birçok konuda özellikle bulunduğumuz konumdan da pek memnun olmayız.

Diğer milletler ile sık sık kendimizi kıyaslarız, ülkemizi kıyaslarız. Gelin biraz fikir jimnastiği yapalım. Olumlu ve olumsuz yönlerimizi ele alalım birlikte.
İmparatorluk kurmuş bir ecdadın torunlarıyız biz. İmparatorluk kurmak, belli bir kültür birikimi ve sağlam toplum yapısı gerektirir. Bilimi gerektirir, askeri gücü gerektirir. Ne mutlu ki 600-700 yıl Osmanlı İmparatorluğuyla dünyaya hükmetmişiz. Her fani gibi, imparatorluklarda zamanı gelir güç kaybeder ve yıkılabilir. Gücün en önemli faktörü insandır. Bu noktada Hz Mevlana gibi, Yunus gibi manevi önderlerin etkisini, gücünü hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir.
Türk milleti olarak zeki bir millet olduğumuz aşikâr. Ayrıca İslamiyet’in verdiği güzel hasletler ışığında vakıf medeniyetini kurmuş bir milletiz. Yardımlaşmayı, paylaşmayı, “komşusu açken, kendisi tok olan bizden değildir” hadisi şerifini özümsemiş bir milletiz. Cami önlerinde sadaka taşları geleneğini, ramazanlarda iftar sonrasında fakirlere ikram edilen diş kirası geleneğini oluşturmuş ve yaşatmış bir milletiz.
Savaş durumlarında tek vücut olan bir milletiz ama barış zamanlarında nedense toplum olarak birbirimize düşeriz.  Bir araştırmaya göre, Türk milletinin çok kitap ve gazete okumadığı söyleniyor. Diğer bir araştırmaya göre ise bunun tam tersi. Şöyle ki, aynı kitabı 20-30 kişinin dönüşümlü okuması, bir kahvede ki gazeteyi onlarca kişinin okuması, İstatistiklerin çokta gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Bu duruma ekonomik anlamda, zekilik anlamında, paylaşım anlamında baktığımızda milletimizin güzel hasletlerini görürüz.
Yurtdışından izne gelen gurbetçi dostlarımız, milletimizin artılarını ve eksilerini çok daha iyi görüyorlar. Gurbetçi bir ağabeyimiz anlatmıştı; “Avrupa’da tabiat güzelliği çok fazla. Uçakla gidiş gelişlerde Türkiye topraklarına girişte, misk gibi, güzel kokular gelir. Avrupa topraklarında bu güzel kokular yoktur. Bunun da sebebi, Türkiye’mizde okunan Kuran’ı Kerim, hatimler, velilerin, Allah dostlarının çok olmasıdır” demişti. O vakit bu sözlerden çok etkilenmiştim ve bir nevi doğruluğuna inanmıştım. Şartlar ne olursa olsun batmıyoruz, tükenmiyoruz. Allah, bu manevi liderlerin, sevgili kullarının eli, yüzü, gözü, duaları hürmetine bizlere yardım ediyor, koruyor sanırım.
Piyango gişelerinde mikrofon uzatıldığında, insanlar hep başkalarına yardım etmeği düşündüğünden bahseder. Ne kadar samimi olduklarını bilemem ama bu da milletimizin kendisi kadar başkalarını da düşündüğünün bir göstergesi değil midir sizce?  Geçen yıllarda, Amerikalı ünlü bir görme engelli, müzik sanatçısına sordular. “kazandığınız paralarla engellilere yardım edecek misiniz diye? Onunda çok manidar bir cevabı vardı. “Ben vergimi veriyorum, yardım etmek benim işim değil” demişti. Bu örnek, toplumun kültürleri arasında çok farklar olduğunun sadece bir örneği. Bizim milletimiz sanmıyorum ki böyle bir cevap versin.
Bir hikâye anlatılır. Dünyanın en zengin adamlarından biri olan Bill Gates’in bilgisayar firmasında çalışan, bin üzerinde bilgisayar mühendisi vardır. Bunların içerisinde bizim Türk mühendislerden de çalışanlar vardır. Mühendisler, bilgisayar programını bitirdikten sonra, çalışanlardan program hatalarını bulmaları istenir. Programda hata bulanlara çok yüksek ücretler teklif ederler. Bizim Türk mühendisin, arkadaşlarına bir teklifi olur. “Bu programları biz yapıyoruz. Programı hatalı yapalım, nasıl olsa hatayı düzeltiriz, ikinci bir ücret alırız” der. Belki bu hikâyedir, doğru değildir. Bilemiyorum ama hikâyeyi kötü bir zekâ örneği olarak verebiliriz. Avrupa’da yaşayan gurbetçi dostlarımızın karşılaştığı, bizlere ilettikleri olumlu veya olumsuz cereyan eden birçok zekâ örneklerini duyarız hepimiz.
Zenginliği olan, fakat zenginliğimizin yeni yeni farkına varan milletiz. Bir o kadar da kıymeti bilinmeyen varlıkların da sahibiyiz. Ne büyük nimettir ki durmadan akan ırmaklarımız var. Yer altı zenginliklerimize şimdilerde sahip çıkıyoruz.
Örneğin, Kızılırmak’ın sahibi olsa, Kızılırmak kirletilebilir mi? Ormanlarımızın ve birçok zenginliğimizin sahibi olsa, bu varlıklar zarar görür mü? Bu varlıklar devletin olduğunda sahipsiz gibi ama farkında değil miyiz ki devlet bizim. Bizim olan şey nasıl oluyor da sahipsiz? Hiç bunu düşündünüz mü? Ne acıdır ki zarar eden bu varlıklar bizlerden birilerinin ya da elin oğlunun elinde nasıl oluyor da kara geçebiliyor? Oturup bunu da düşünelim lütfen!
Buna da şükür. Bu şekilde de olsa halkımızın zenginleşmesi, ülkemizin zenginlemesi demektir. İş demektir, aş demektir. Vatanımızın içinde çalışan, etrafındakilere işveren insanımızın evinin, toprağının, arabasının olması hepimizi mutlu etmelidir.  Artık bu zenginliklere birçok insanımız kavuşmaya başladı. Zamanında yanlış politikalar yüzünden kendi zenginliklerimizi değerlendiremediğimizden, insanlarımızı elalemin topraklarına yolcu ettik. Onları Avrupalıların ayak işlerine mahkûm ettik. İlk iki kuşaktan sonrakiler oralarda söz sahibi olacakları işlere imza attılar. Bu da insanımızın zorluklar karşısında ki dayanıklılığının bir göstergesidir.
Zenginliklerimizin farkındalığında olup, çok daha akıllı ve azimli bir şekilde çalışmamız dileği ile.
 
İlkay Coşkun
01.04.2015
Sivas İrade Gazetesi – Yazı No: 40
İrade Gazetesi - Zenginlik - İlkay Coşkun - 01.04.2015
 

22 Mart 2015 Pazar

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ardından

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ardından

     O bir başkan
     O bir lider
     O bir vatansever
     O bir Türk evladı
     O bir beyefendi
     O bir şair yürek
     ve en önemlisi de adam gibi adam tanımına uyan bir kişilik Muhsin Yazıcıoğlu.
O elim kazanın bir gün öncesinde yani 24.03.2009 tarihinde şair arkadaşlarımdan Yusuf Bal ve Bekir Alim Bey’lerle birlikte, Sivas İstasyon caddesinde bulunan partinin seçim bürosuna gittik. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun da şair olarak şiirlerinin bulunduğu, tarafımızdan hazırlanan Sivaslı Şairler Güldeste şiir kitabını, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu Bey’e hediye etmek istiyorduk. Büroda, Sayın Muhsin Bey’le görüşme imkanı bulamadık. Kendisinin bir mahallede seçim çalışması yaptığını söylediklerinde, bize ikram edilen çayı bile içmeden arabamızla ilgili mahallenin yolunu tuttuk. Adı geçen mahalleye ulaştığımızda, Muhsin Bey’in parti konvoyuna katılarak şehre doğru yola çıktık. Şair arkadaşlarla “parti konvoyuna girmekte nasip oldu bize” diyerek gülüştük. Uzun bir süre konvoyla hareket ettik.

Asıl amacımız parti il merkezine gelerek elimizde bulunan on adet kitabı bir yetkiliye teslim edebilmekti. Parti il merkezine geldiğimizde, Muhsin Başkanın konvoyu da il merkezine ulaşmıştı. Muhsin Bey’e yaklaşarak kendisine güldeste kitabımızı hediye etmek istediğimizi söyledik. “ Buyurun beraber yukarı çıkalım, bir çayımızı için” diyerek sıcak bir şekilde davet etti. Birlikte parti il merkez binasına çıktık. Muhsin Bey akşam namazını yan odada kılıp geleceğini ve bizimde onu beklememizi söyledi.

Muhsin Bey, namazı kıldıktan sonra kendisiyle baş başa görüştük. Kitapları kendisine hediye ettik. Her zamanki kibar haliyle teşekkür etti bize. Kitabı inceledi. Kendi şiirlerinin bulunduğu sayfayı açtı. Bizde kitaptan hiçbir maddi beklenti içinde olmadığımızı, kitapların satışından elde edilecek tüm gelirin İşitme Engelliler Derneğine bağışlanacağını ifade ettik. Hazırladığımız cd kaydında kendisinin şiirlerinin de seslendirildiğini ilettik. Hasan Sağındık Bey’in, Muhsin Bey’in, şiirine yaptığı şiir klipini yayınlamamızın güzel olacağını düşünerek izin aldık. “ Hiçbir sakıncası yok, ayrıca Hasan Bey bizim kardeşimiz problem çıkmaz ” cümlesiyle bize gerekli izinleri vermiş oldu.

Sayın Muhsin Bey, kitap için elinden gelebilecek desteği vereceğini söyledi ve elini cebine atarak elli beş lira çıkardı. On beş lirasını çaycıya vereceğini söyleyerek kalan kırk lirayı bize uzattı. Uzatılan parayı alıp almama noktasında anlık bir tereddüt yaşadık. Para almak gibi bir niyetimiz hiç yoktu. Parayı uzatınca almak zorunda kaldık. Kendisine teşekkür ederek vedalaştık.

Gönüllerin başkanından, çileli bir ömrün cesur yüreğinden dört onluktan oluşan kırk lirayı elinden almak bizim için bir hediyeydi. Güldeste kitabı vesilesiyle de kendisiyle tanışıp, yüz yüze görüşmek ayrı bir mutluluk oldu bizim için. Ve bize verdiği onlukları da ömür boyu saklayacağımız bir anıya dönüştü bizim için.

Ne mutlu ki bu güzel insanla on beş dakikada olsa sohbet etme imkânımız oldu. Sandıkta ona verilen oylar az olsa da sevenlerinin gönüllerinde her zaman “Gönüllerin Başkanı” olarak yaşayacaktır.

Ve yüz yüze görüşmemizden bir gün sonra o güzel insan, beş arkadaşıyla birlikte hakka yürüdü. Allahın rahmeti üzerlerine olsun.

Cenazelerin kaldırılmasından bir süre sonra, merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun ''Üşüyorum'', ''Anama Mektup'', ''Gül'' ve ''Gül ve Sabır'' adlı şiirleri ile Sivaslı 57 şairin yazdığı şiirlerin bulunduğu, ''Sivaslı Şairler Antolojisi-Güldeste'' kitap ve şiirlerin kaydedildiği CD, Sivas Fasıl Heyeti Aşıklar Şairler ve Halk Oyunları Derneği'nde düzenlenen programla tanıtımı yapıldı. Şairlerimizin, Merhum Yazıcıoğlu ve üzücü kaza ile ilgili yazdıkları şiirleri okuduğu programda, duygu dolu anlar yaşandı.

Güldeste Şiir Kitabımızın ve CD sinin 2009 yılında elde ettiğimiz gelir olan dokuz bin TL’yi İşitme Engellileri Derneğine teslim ettik. İşitme Engelli Dostlarda bu parayla kendilerine küçük bir büro satın aldılar.

25 Mart 2009 günü, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ebediyete yolculuklarının üzerinden altı yıl geçti. Allah gani gani rahmet eylesin. Sevenlerine sabırlar diliyorum. Haftaya buluşma temennisiyle sağlık ve huzur dilerim.

İlkay Coşkun
25.03.2015
Sivas İrade Gazetesi – Yazı No: 39
İrade Gazetesi-Muhsin Yazıcıoğlu'nun ardından-25.03.2015

15 Mart 2015 Pazar

Çanakkale Şehidime Mektup

Çanakkale Şehidime Mektup

vatan, bayrak, din, iman       
vazgeçilmezlerimiz
bu uğurda toprağa
düştü binlerce askerlerimiz
 
On beşinde, on altısında, on yedisinde, kısaca baharında Mehmed’im. Yıl 2015. Sen şehit olalı yüz yıl oldu. Yüzler, çehreler değişti o biçim. Köprülerden çok sular aktı. Mezarı bile olmayan Mehmed’im. Cephede, yokluklarla verdiğin savaşta ki gürleyişinin üzerinden bir asır geçti. Sizleri tanıyan nesiller, birinci nesil torunların belki de kalmadı.
 
elinde al bayrağın, dilinde Allah Allah sesleri
Çanakkale’de, Yemen’de, Kore’de, bilmem daha nerde
koynunda hasretinin resmi, yüreğinde sıla özlemi
dillere destan, hem şehit, hem gazi aslan Mehmed’im
 
Her sene 18 Martta Anzakların uğrak yeri oldu şehidimin şehitliği. Kanıyla yoğrulmuş topraklarda şafak ayinleri yapmayı adet edindiler. Kardeşlik adına, barış adına, sarhoş, ayyaş görüntüler vermeye başladılar senin şehit olduğun vatan toprağında. Olayın bu yönü iç burkuyor.
 
Diğer yönü; Anzakların her sene ülkemize ayin yapmak için gelseler dahi, tarih bilgisi zayıf olan, balık hafıza ile dolaşan yeni neslimize, Çanakkale gerçeğini hatırlatıyorlar. Yoksa önemli olan bu savaş bu günde, bu kadar canlı anılmazdı. Bu açıdan Anzaklara bir teşekkür etmemiz gerekiyor. Gençlerimize Çanakkale’yi diri tutturdukları için. Onlar binlerce kilometreden geliyorlar, ‘hadi bizde turlarla da olsa Çanakkale’ye gidelim’ düşüncesini oluşturdukları için.
 
bizler için dağları mesken tuttun
hainlere göğsünü siper ettin
yedi düvelde, din-i İslamı şahlandırıp,
Türk’ü, İslami taçlandırdın, ey Türk askeri
 
Kurt, kuzundan yavru doğurdu Mehmed’im
Kurt, kuzu kardeş oldu Mehmed’im
 
Kimilerimiz, İngilizlerin, Anzakların aynalarından dünyaya bakmaya başladı.
Kimilerimizde, zengin Ermeni yağlı keteleri yemeye başladılar.
Evleri, son model arabaları, telefonları oldu birçoklarının.
 
Basitliklerle hemhal birçokları. Ama her türlü olumsuzluklara rağmen, vatanın, dinin kıymetini bilen nesillerin de var Mehmed’im.
 
yüreğimdeki ağıt, Türkün kanı
gazilerim şenlendirir vatanı
gözünü kırpmaz feda eder canı
şerefime değer katandır, şehit
 
Efsane oldu, Koca Seyid, Hüseyin Avni, Şehitler Alayı, Kınalı Hasan, Yahya Çavuş ve daha niceleri.
 
Tanrı Dağı kadar Türküz, Osmanlıyız, Selçukluyuz dedik
Hira Dağı kadar Müslümanız dedik
İdealleri, ülküleri her şeye rağmen yaşatmaya çalışmaktayız
sen savaşı kazandın, bizde kazanmaya çalışıyoruz şehidim
Sen hak ettin övgüleri, sen rahat uyu Mehmed’im
şanlı, şerefli, kahraman Mehmed’im 
şanlı, şerefli, kahraman ŞEHİDİM  
Çanakkale savaşının 100. yılını idrak ettiğimiz şu günlerde, vatanımız, ülkemiz için verilen bunca bedelin kıymetini daha iyi bilmemiz temennisiyle. Bir şiirimle yazımı sonlandırmak istiyorum.
 
Şehit Anası
ah anam, ah!
ciğer parem, hayatın bütün yükü sırtında
soğuk betonlar yürüyor üzerine
çoğalan geceler çekiyor hasretini
lodos uğultusu vurmuş pencerene
avuçlarında sakladığın gözlerin çiğ
bir hıçkırık dağlanmış yüreğinde
göz kapaklarına gizlendi sonbahar hüznü
şehidinin özlemi, ılgıt ılgıt sinene akıyor
duyguları,  mezar mermeri üşümelerinde gizli
hayalinde bir kahraman asker bekliyor
yüreğini dağlayan, ne mermiler yağıyor
içindeki bozgun capcanlı, dörtnala
öfke dolu savaşa, silaha ve namerde
bir ışık var özgürlüğe, barışa ve sevgiye
biraz güneş çalalım kalan yazdan,  karanlığa
ateş düştüğü yeri yakmışken, en acısından
kış, dolu dizgin gelmişken bütün zemherisiyle
gökyüzünü,  karanlık kuytu kızıllık kaplamışken
bir buselik sevgi sunalım şehidimin anasına
dağ üzgün, ova üzgün, analar üzgün
yalnızlığın soğuk kanatları, sinelerde kalan
umutları yitirmez yine zahit gönüller
anaya bir evlat, bir ışık olalım
elde kalan şehidimin gururu
toprağa düşmüş aslanımın mekan-ı cenneti
bedeli ödenmiş vatanımın kurbanı
geleceğimizin solmayacak umudu
bütün evlatlar kurban olsun bu vatana
ne güneşler battı, ne güneşler doğacak
kınalı kuzun gönüllerde, efsanen dillerde
bir şehit var binlerce evladın dimdik gerisinde
göğsünü bu vatana siper yapmakta
ağlama yiğit anam, sen ağlama!
 
İlkay Coşkun
Sivas İrade Gazetesi

7 Mart 2015 Cumartesi

Ladesçi

Ladesçi

Merhaba dostlar,

Bu hafta Prof Dr. Üstün Dökmen’in ‘Ladesçi’ isimli, yaşamın içinden bir romanına değinmek istiyorum. Salt kitabı tanıtmak yerine, kitabın içerisinden anekdot sözleri, kitabın can alıcı satırlarını sizlerle paylaşayım istiyorum. Bu kitabı bir süre önce okumuştum. Bu eserin özellikle gençlerin, kitap okumaya heveslenmeleri noktasında katkı sağlayacağını düşünmekteyim. İyi okumalar.
*  Ufkunuzun neresi olacağını başkalarının kalemine bırakmayın. Siz çizin ancak elinizde kurşun kalem bulunsun. Gerektiğinde silip daha ilerisini çizebilmek için ve yelkenleriniz için rüzgâr beklemeyin, bulutu ve rüzgârı da siz çizin.
*  Yalan söylemek beni insan yapar, hiç yalan söylememek ise üstün insan yapar.
*  Enver Paşa’nın babası gururla dermiş ki, “ben harama hiç uçkur çözmedim”
Bir dostu, paşanın babasına; “keşke helale de hiç uçkur çözmeseydin, sevabınız daha büyük olurdu” demiş. Enver Paşa, keyfi bir kararla Birinci Dünya Savaşına sokmuş devleti, Çanakkale‘de kıyıma sebep olmuş. Doksan bin canı Sarıkamış’ta dondurmuş ve sonuçta imparatorluğu kuşa çevirip Sevr’e teslim etmiştir.
*  Batıda elli bin tablo incelenmiş, yüzde kırk sahte çıkmış. Rönesans’ta bile bazı ünlü ressamlar, öğrencilerine yaptırdıkları tablolara kendi imzalarını atmışlar.
*  Dünyada bütün ülkelerde birer milli savunma bakanlığı var, bir tane milli saldırma bakanlığı yok. Bu hesaba göre hiç savaş olmamalı.
*  Eğer perhizdeyseniz, canınızın çektiğini yiyemezsiniz ama menüye bakmanın bir sakıncası yoktur.
*  Tarlakuşunun peşine tilki düşünce, yuvasını bulamasın diye, sakat taklidi yapıp düşe kalka kaçar. Tilkiyi yuvasından yeteri kadar uzaklaştırdığında pır diye uçup gidermiş havada.
*  Yapabilecekleri işlere odaklananlar, ufuklarının ötesine ulaşırlar. Yalnızca amaçlarına, örneğin paraya, üne odaklananlar, kendilerine sürekli bir ufuk arayıp dururlar.
*  Karanlık hırsızlığın sebebi değil, dostudur. Karanlık doğurmaz, doğurur. (Freud)                     
*  İnsanı yoldan çıkaran yol değil ayaklarıdır.
*  Eskiler eşek koyarlarmış kervanların önüne, tehlikeyi görsün diye.
*  Beni öldürmeyen acı güçlendirir. (Nietsche)                     
*  Doğumunuzdan siz sorumlu değilsiniz ama ölümünüzden siz sorumlu olacaksınız.
*  Öyle zengin bir sofradır ki yaşam, acılardan sonra tatlıları beklemeli insan.
*  İlim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder. (İbn-i Sina)                     
*  Gazetede bir araştırma;
    Halkın gözünde statüsü en yüksek meslek öğretmenlik, statüsü en düşük meslek ise politikacılıktır. Ama çık sokağa sor yüz kişiye, milletvekili olmak garantiyse, hemen hepsi yüreğine taş basıp politikacı olmaya katlanır. Buna karşılık öğretmen olmak isteyen çok azdır.
*  Kanuni, iki oğlunu ve altı torununu idam ettirmiştir.
*  Erzurumlu dadaşın biri, şehirlerarası yolda çay içmek için inmiş otobüsten mola yerinde. Çaya giderken bir tek kendi otobüsü varmış Dadaş Turizm diye. Çay içip de dönünce birde görmüş ki üzerinde Dadaş Turizm yazılı altı otobüs yan yana. Kendi otobüsünün plakasına bakmadığı için otobüsünü bulamamış. Tam o sırada da otobüsler kalkmaya hazırlanıyormuş, dadaş telaşla otobüslerden birine binip şoförün yanında durmuş, yüzünü yolculara çevirip
“ Dadaş hele bir bakın bakayım, ben bu otobüsün yolcusu muyum? demiş :)
……………………..

Üstün Dökmen
Sistem Yayıncılık 
Basım Tarihi: Ocak 2006
248 Sayfa

İlkay Coşkun
11.03.2015

2 Mart 2015 Pazartesi

Sonsuzluğa Yürüyüş

Sonsuzluğa Yürüyüş
Gün gelir zamanı durdurmak ister insan. Çaresizce “keşke” der. Keşke yoktur. Keşke şeytanın en sevdiği kelimedir. “muradı böyle” vardır. “Takdir-i İlahi” vardır. “Kaza-i Mutlak” vardır. Bilmedikleri kendi kader çizgisinde yol alır insanlar ve yazılanlar yaşanır aslında.

25 Mart 2009’dan bir gün önce tanışma ve görüşme imkanı bulduğumuz insanı, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu, bir gün sonra kaybedeceğimizi nereden bilebilirdik ki?

Bir gün sonrasını, sadece bir gün sonrasını göremiyor işte insan.
“Ruh bir saniyedir. Püf dedi mi bir soluktuk gidiverir. Bunun da nereden geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde seni yakalayacağı belli değil”. Böyle demişti rahmetli Yazıcıoğlu. O, veli bakışıyla adeta önceden bizleri teselli ediyordu. Sivas’ımıza, Türkiye’mize, ailelerinin ocaklarına kor düştü. Herkes için hiç umulmadık bir zamandı aslında. Beyazlar kaplıydı tabiat ama zifiri karanlıktı her yer.

Merhumun dimağlarda bıraktığı hatıra, mert bir insan portresiydi. Her zihniyette insanın duygularının birleştiği noktada, hüzne yol aldı benliğimiz.

Ölüm adres vermiyor, zamanı saptırmıyor. Faniliğin, ölümün en soğuk yüzünü şamar gibi vuruyor geride kalan bizlere. Düşen helikopter aranmaya başlar başlamaz, dualarla birlikte, duygular da yoğunlaştı. Tedirginlik, korku, endişe içinde nice sevenini şairleştirdi. Şairler kendilerini tutamayıp kalemlerine sarıldılar. Şiirler yazıldı ardından. Bu şiirler de bir nebze de olsa umut oldu kalanlarına, sevenlerine.

Birkaç gün sonrasında helikoptere ve cenazelere ulaşılmasıyla birlikte, şairlerimizin kalemleri umut değil ağıt olup çağladı. Belki de bu Anadolu’nun yaşadığı en büyük ağıtlardan biriydi. Kalemlerin mürekkeplerinden satırlara dökülen son zamanların en büyük ağıtı, ilk günlerde duygusal yoğunluğu fazla olan şiirlerdi bunlar. İlerleyen zamanlarda milletimizin vakur duruşu ve ağır başlılığı sergileyen ama hüzünlü sayısız şiirler yazıldı.

Mart 2009 ayında helikopter kazasında sonsuzluğa yürüyen, Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na, Erhan Üstündağ’a, Yüksel Yancı’ya, Murat Çetinkaya’ya, İsmail Güneş’e ve Kaya İstektepe’ye tekrar Allahtan rahmet diliyorum.

Sonsuzluğa Yürüyüş kitabında şiirleri yer alan şairler;

Zeki, Tombul, Temel Ata, Murat Koçak, Bestami Yazgan,Bilal Karaman, Buket Doğan, Mustafa Özke, Nilüfer Gökdemir Gür, Ömer Tombul, Ertekin Çolak, Tarık Torun, Ümit Zeki Soyuduru, Aslan Baykara, Nevim Karahan, Ömer Ekinci Micingirt, Mustafa Avcu, Abdullah Genç, Ali Hakan Düz, Mehmet Karakoç, Engin Namlı, Hasan İlter, İsa Kahraman, Gazi Hüseyin Kılbaş, Arap Kurt, Atilla Yavuz Er, Mehmet Gözükara, Erhan Çerkezoğlu, Uğur Benek, Bekirce, Hepaslan, Ahmedi, Ceyhuni, Ahmet Akkoyun, Harika Ufuk, Sadettin Tombulca, Mustafa Aslan, İsmail Bingöl, Mustafa Yaprakçı, Orhan Karahan, Musa Tektaş, Âşık Kul Nuri, Necati Koçkesen, Sergül Vural, Mehmet Karakoç, Orhan Kızlarkayası, Hasan Uğur, Ömer Celep, Rabia Barış, Refik Kutlu, Sabahattin Subaşı, Ali Akça, Ziya Duran, Gürsoy Solmaz, Dursun Tamnan, Lütfü Çamdalı, Alparslan Cansu, İbrahim Yılmaz, Özlem Olgaç, Yavuz Şimşek, Nihat Malkoç, Ozan Çavuşoğlu, A.Zeki Öğüt, İbrahim Akdağ, Abdullah Erol, Mustafa Boyraz, Ali Ak, Bayram Bölücek, Bekir Alim, Bülent Uygun, Celalettin Tokmak, Çiğdem Çimen, Emin Şanlı, Erol Başçı, Fatih Ulaş, Fatma Pınarbaşı, Fikri Oğuztürk, Ü.Gülsüm Ceran, Halil Topcu, Hüseyin Uzel, Osman Bulut, Sivaslı Ayşenur,İbrahim Türkhan, Kadir Durak, İlkay Coşkun, Ahmet K, Kenan Bilgaç, Kenan Tunç, Lütfü Şahzuvaroğlu, Zeki Karasu, Mahir Başpınar, Mahir Toksoy, Mehmet Ali İlbaş, Mehmet Ali Kalkan, Mehmet Erköseoğlu, Mehmet Güneş, Günay Bozkuş, Mehmet Köşe, Mehmet Sıtkı Gedikli, Ahmet Keçebaş, Meryem Zemerot, Metin Hanlıoğlu, Mithat Doğruyol, Miyaser Gülşen, Ceyhuni, Nesrin Sürmen, Orhan Kızlarkayası, Nevin Kılıç, Salim Gülbahçe, Sevim Aslanalp, Aşık Seyfi, Seyit Kılıç, Şükran Beşışık, Şükrani, Ülkü Kaynak, Ümran Dağaşan Özlük, Sabiha Serin, Veysel Kızlarkayası, Yalçın Topçu, Zafer Direniş, Zeynep Kabasakal, Yusuf Bal, Dağ Gülü, Murat Kavas, Mustafa Tonbul, Sadi Mert, Meddahi, Enver Artuç, Ahmet Acar, Kelami, Beyza Saydam, Mustafa Saydam.

Şair dostlarımıza güzel şiirlerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Selam ve saygılarımı sunuyorum.

Yayına Hazırlayanlar
Seçici Kurul

Doç Dr. Alim Yıldız
İlkay Coşkun
Yusuf Bal

Bilal Karaman
Orhan Karahan
Mustafa Saydam
-------

İlkay Coşkun
04.03.2015
Sivas İrade Gazetesi / Yazı No: 36
İrade Gazetesi-Sonsuzluğa Yürüyüş-04.03.2015/Çarşamba