Merhaba
sevgili dostlar.
Sivas
üzerine çok yazıldı çizildi. Sivas hakkında güzellemeler yaparak, bilindik
cümleleri tekrarlamak istemiyorum.
Sivas
merkezde uzun yıllardır yaşayan, Sivas’ın on altı ilçesini de çokça görmüş
gezmiş biri olarak tabii ki Sivas hakkında bir şeyler yazma cesaretini
buluyorum kendimde. Sivas toprağına giriş yollarını, dağlarını, ovalarını,
tarihini gören biri için Sivas’ın zenginliklerini görmemek ahmaklık olsa gerek.
Coğrafi
ve tabiat şartları, insanların günlük yaşam şekillerini etkileyen en önemli
unsur diyebilirim. Tipik iç Anadolu hüviyetini taşıyor Sivas’ımız adeta.
Kültürüyle, gelenekleriyle, dini hayatıyla Anadoluluğu yaşayan özel bir şehirdir
Sivas. Genelde Anadolu şehirlerinden çok farklılıklar görülmese de özelde her
şehrin olduğu gibi Sivas’ın da çok farklı ve özel yönleri vardır.
Ulu
Camii, Meydan Camii gibi ibadethanelerin çıkışlarında, vakur duruşlu ihtiyar
amcaları, dedeleri görmüş, yılların insan bedeninde ki duruşunu hepimiz
gözlemlemişizdir. Yaşanmışlıkları, sıkıntıları, dertleri, şehrin yükünü
sırtlanmış, çınar misali gözümüzün önünde duruyor bu değerler.
Etli
pide fırınlarındaki, pazarlardaki, berberlerdeki, kıraathanelerdeki, çay
ocaklarındaki ve sair mekânlardaki içten, yerine göre hararetli paylaşımlara
çokça şahit olmuşuzdur. Sivas lokantalarındaki bol kepçeden yenilen yemekler sonrasında,
insanların karınları fazlasıyla tok olarak ayrıldıklarını çokça duymuşuzdur özellikle
Sivas’ta misafir olan dostlarımızdan. Çay tüketiminde ise Sivas’ımız kaçıncı
sırada olduğunu bilmiyorum ama ön sıralarda olduğumuzu tahmin ediyorum.
Suyundan
toprağından olsa gerek ozanlık, şairlik, âşıklık hali hep olagelmiştir
Sivas’ta. Dertler, aşklar, ağır kış şartları yazdırır insana şiirleri. Büyük
bir âlimin, ozanın, şairin çevresinden ne çok insan beslenir. Kendine küçük bir
dünya kuran insan, farkında olmadan büyük dünyaları yaşar adeta. Tarihi
mekânlara sinmiş yaşanmışlıkların izleri kendi halleriyle ne çok dersler verir
bizlere. Sessiz yaşamlardan, Yukarı Tekkeden ne çok ibretler akseder biz
yaşayanlar için. Şehrin üzerine üfler ölü toprağını her esen yel.
Gölova’ya,
Gürün’e yüksek bir noktadan bakmak ya da Divriği Ulu Camii de namaz kılmak kaç
kişiye ve kimlere nasip oldu acaba?
Bazı
yüzyıllar vardır şehirlere mührünü vurmuştur. 12. Yüzyılın Sivas’a vurduğu
mühür gibi. Sivas’ı kültür şehri yapan Abdulvahabi Gazi, Ahmet Turan Gazi, Şemsi Sivasi, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak gibi
büyük değerler gelip geçmiştir bu topraklardan. Allah hepsinden rahmetini esirgemesin.
Yaşadığımız bu yüzyılda bizim neslin bir mührü olacak mı bilemiyorum ama geçen
yıllara göre silik bir mühür olur diye düşünüyorum.
Muhacir-Ensar
birlikteliğinin en iyi yakıştığı bir şehirdir Sivas. Köy danasının değeri olmaz,
köy çocuğu efendi olmaz dense de halk arasında, hak edene değer vermek esas
olmalıdır. Sivaslıların kendi şehrinden olmayan insanlara daha çok değer
verdiği söylenir. Bu genel eğilim Sivaslının âlicenaplığını göstermektedir aslında.
Birçok bölgede fazlasıyla yapılan hemşericilik faaliyetlerinin içerisinde olup
diğer insanları dışlamak hoş olmayan bir davranış biçimidir. Bu hastalıklı
halin Sivas’ımızda daha az olduğu kanaatindeyim.
Bir
güzel bakış da Sivas’a küsen insan için ‘insan
sevdiğine küser mi?’ mantığı çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
İnsan
yaşadığı şehrin hatta ülkenin kıymetini bilemeyebiliyor. Elinden kayıp gidince
kıymetleniyor çoğu değer. Sivas’ımızın değer kaybını en çok bu noktada olduğunu
gözlemliyorum. İnsan her yerde insandır, toprak her yerde topraktır
yaklaşımındaki düz mantık yerine, şehirlerin tarihini ve kültürünü iyi okumak
aynı oranda özümsemek gerekiyor.
Şehirlerin
büyümesini hep maddi çerçevede, nüfus oranında görmemek gerek. Şehirlere maddi
bakış açılarıyla bakmak yerine farklı boyutlarıyla da görebilmek önemlidir. İş,
aş ve belediye hizmetlerinin iyi olduğu şehirlerde yaşamak tabii ki her insanın
aradığı bir hal olsa gerek. Metropol, büyük şehir maddi çerçeve pencerelerinden
bakmak yerine şehrin dinamiklerine, insanlarına, kültürüne bakmak daha elzem
bir yaklaşım olacaktır kanımca. Nasıl ki insanoğlu et kemik ve sinirden
oluşmuyorsa sadece, şehirlerinde bir ruhu olduğunu da kabul etmek gerekir.
Özelde
Sivas’ımız genelde ülkemiz ve bütün Müslüman âlemi için kültürümüze, tarihimize
ve geleceğimize sahip çıkmamız gerekmektedir. Bunun için sağlam irade ve şuur
gerek. Kültür şehri, sultan şehir gibi benzetmelerinin içerisini tam doldurmak
en önemli görevlerimizden biri olmalıdır.
Sivas’ın
dünü yaşandı bitti. Bu gün ve yarın için
neler doğru yapılabilirin kritiğini yapmak ve bu doğrultuda hareket etmek
en mantıklısı gibi geliyor bana.
Kalın
sağlıcakla.
İlkay Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder