Özellikle düşman algısının merkezine
Müslümanların oturtulduğu günümüz dünyasında daha geniş anlamda Müslümanların
beka sorunu var demektir. Yerine göre merkezde (Türkiye), yerine göre silahlarını
deneme arenası olarak (Suriye, Afganistan), yerine göre finansör (Suudi
Arabistan), yerine göre yedekte (İran), yerine göre gaz almada (Mısır) gibi
roller biçilen biz Müslümanlar, daha çok ölümlerle, savaşlarla, karışıklıklarla
ve açlıkla karşı karşıya kalıyoruz maalesef. Zaman zaman bize biçilen roller
değişse de özünde aynı sinsi planların piyonu konumundayız. Bunu bir başka
cihette sahip olduğumuz enerji kaynakları, yer altı zenginlikleri, coğrafi
zenginlikler boyutuyla da ele almak gerekiyor.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı süreciyle beraber
1948 yılında yakın coğrafyamızda, kutsal topraklarımızın yanı başında kurulan
İsrail’i emziren ABD’nin ve emperyalist güçlerin amaç ve emelleri en vahşi haliyle
hayatiyetini sürdürüyor. Üç adım saldıran, gasp eden ve devamında tepkilerin
gazını almak için iki adım geri çekilen şeytani anlayış her zaman hep bir adım olarak
yoluna devam ediyor maalesef.
Özellikle Orta Doğu’da yeni devletçiklerin
kurulma planları ve çalışmaları, Suriye’de ki savaşı çıkarıp akabinde onu bahane
edip Pkk/Pyd, Daeş, Fetö gibi örgütleri kullanarak amaçlarına aracı yapma çalışmaları
hayatiyetini sürdürürken, Türkiye’nin beka sorunu yok demek ya yaşananları
okuyamamaktan ya da bu oyunları yok sayarak emperyalist güçlerin maşalığını yapma
şeklinde izah edilebilir.
ABD’nin kendi güvenlik hattını kendinden çok
uzak bir nokta olan Orta Doğu’ya konuşlandırması ve savaşarak varlığını ve
zenginliğini devam ettirme çabasına mukavemet göstermemek olmaz. Madem ki
düşman hattında biz varız, görevlerimizi iyi yapıp savaşmak ve var olma
gereklerimizi, stratejimizi birlik ve beraberliğimizi muhafaza ederek sağlamak
zorundayız. Özellikle son birkaç asırdır
ezilmişliğimizden, yıpranmışlığımızdan kurtulup sadece savunma yapan değil bir
fiil plan yapan, strateji uygulayan, gerekirse saldıran konuma gelebilmeliyiz ya
da gelmek zorundayız artık.
Örneğin Mısır’da emperyalist güçlerin isteği
doğrultusunda darbe yapıldı. Mısır’ın zenginliklerinden büyük paylar alındı ve alınmaya
devam ediyor. Mısır’a yönelik emperyalist tehdidin azalmış gözükmesi
yanıltmasın bizleri. Bunun bedelini yoksulluk ve açlık olarak ödemeye devam edecekler.
Şeytanın dümenine girmek bizi daha güvende ve güçlü yapmaz hiçbir zaman.
Bir insan birçok yönüyle kötüleşmişse,
şeytanlaşmışsa o kişiye şeytanın musallat olmasına gerek yok. Şeytan zaten kendisidir
artık. İyi kötü, haklı haksız
mücadelelerin hüküm sürdüğü dünya tarlasında sadece güçlünün kazanma yanlışlığıyla,
devletlerin tasallutuyla ve savaşları yöneten beyinleri de içine alan büyükçe
bir stratejiyle ve hengâmeyle mücadele etmemiz gerekiyor. Başka da bir şansımız
ve alternatifimiz yok.
Dünya üzerinde senaryoları yazan, oyunları
icra eden, oyuncuları icat eden, sufleyi veren, yapan, yöneten vs. hep
biliniyor. Gerçekte alışkanlıklar bütünü olan insanoğlunun planlarını,
kurnazlıklarını zamanında ve doğru sezinleyerek çokta büyütmeden önlemleri
almak gerekiyor. Yad ellere dikenimizi, dost ellere çiçeğimizi, gülümüzü
göstermemiz gerekiyor. Nasıl ki Suriye kaynayan kazanı kapak tutmuyorsa biz
Türkiye’nin ve İslam âleminin kaynamaması için çok uyanık olmak zorundayız. Kazanımızı
sadece zenginlik, birlik ve paylaşma üzerine kaynatmalıyız.
Kalın sağlıcakla.
İlkay
Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder