26 Temmuz 2015 Pazar

Ülke Meseleleri

Ülke Meseleleri

Merhaba sevgili dostlar. 

Uzun uzadıya, derinlemesine ülkemiz sorunlarına siyaset üstatları dururken benim girmem doğru değil ama naçizane bir vatandaş olarak gözlemlerimi paylaşıp bu konularla alakalı bazı noktalara değinmek istiyorum izninizle.

Derin analizler yazılıyor, birçoklarını da okuyoruz ya da televizyonlarımızdan bu sorunların değerlendirmelerini birçok ağızdan dinliyoruz. Son birkaç haftadır özellikle ramazan bayramı sonrası, Suriye ve güneydoğumuzda bir karmaşa bir hareketlilik baş gösterdi. Koalisyon çalışmalarının devam ettiği ve erken seçimin olacağı yavaş yavaş dillendirilmeye başlandığı bu boşlukta, dış odakların ve amaçları ülkeyi karıştırıp birilerinin ekmeğine halis tereyağını sürmek isteyen eski Türkiye sevdalılarının kol kola girip ülkemizi karıştırma çabalarını duyarlı her vatandaş gibi bende üzülerek izliyorum. Sisli havalarda avlanmaya çıkan kurtlar misali savaşlardan, karmaşadan beslenen güçler, meydanlarda tekrar boy göstermeye başladı ne yazık ki.

Ülkemiz bu sıkıntılarla mücadele ederken, iktidar olmak istemeyen bir parti devlet olmak isteyen bir cemaat gözlerimizin önünde arzı endam ediyor. Bir terslik var bu işte ya cemaat parti olmalı ya parti cemaat.

Doku uyuşmazlığını bile bile yapılan cerrahi müdahalelerin sonu hep kangrenle hep hüsranla sonuçlanmıştır. Muktedir olabilme mantığını iyice süzüp, hükümet kurma çalışmalarında doğru hareket etmek gerek.

Çok kritik bir noktada, adeta ateş çemberinde bulunan ülkemizde iktidar partisi olmak, ülkeyi yönetmek zordur. İktidar olup dışarıda ki baskılara karşı dimdik duracaksın, muhalefetin eleştirilerine muhatap olacaksın, menfaati çakışanlarla kavga edeceksin vs. Boşuna değil Bahçeli’nin muhalefette kalma isteği.

Ülkeyi yönetmek için verilen görevlerin ehil ve hak eden ellerde olması en doğrusu. Zor zamanlarda kim kılıç sallamış? Ganimetlere ilk kim üşüşmüş? İyi bellemek gerek. Kahramanları, yağcıları ve menfaatlerinin ardında top koşturanları iyi görmek gerek.

Acılarla sıkıntılarla zorluklarla tarih boyu hemhal olmuş insanımızın âlicenaplığını günümüzde de görmemizle beraber diğer taraftan herkesin kendi acısında kendi yarasında insanlığı aklına geliyor. Herkesin kendi acısını öncelediğini görüyoruz.

Bir de her fırsatı kendine layık ve hak gören bir mantık var maalesef.  Bir örnek verecek olursam; kendilerini devletin, vatanın sahibi görüp de paralı askerlik fırsatından yararlanan vatandaşlar var. Sizler bari başkalarının fırsatları değerlendirmelerine hoplamayın derim. 

Ramazan ve ardından bayram üzerine bir kaç cümle kurmak istiyorum izninizle.

‘Şehit annelerinin gözyaşları yağarken, bayram gelmiş umurumda mı?’ duyarlılığını yaşamak hassas insanların, dertlerle dertlenebilen insanların düşünebileceği bir olgudur. Ne mutlu ki vatanımda böyle duyarlılıkları olan insanlar var.

‘Şeker bayramı ‘şeker tadında bir bayram’ sözlerini boykot edip, -Ramazan Bayramı- demek en güzeli. En önemlisi de bilim insanlarının fazla şekerin sağlığa zararlı olduğunu dillendirmişlerken.

Birde bayramlarda çalışanlarımız var. İşe girmek için şartlarla hep kavga ederiz işe gireriz, ‘bayramlarda çalışmayalım’ sevdasına düşeriz. Eğer bayramlar için ek bir ücret alacaksak ‘ille ben çalışayım’ kavgasını ederiz. Velhasıl işimiz gücümüz kavga.

Dün yaşandı ve bitti. Bugün ve yarın için neleri doğru yapabiliriz-in kritiğini yapmak ve bu doğrultuda hareket etmek en mantıklısı.

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 29 Temmuz 2015-Yazı No: 57
İrade Gazetesi-Ülke Meseleleri-İlkay Coşkun

16 Temmuz 2015 Perşembe

Sivas’a Dair


Merhaba sevgili dostlar. 
 
Sivas üzerine çok yazıldı çizildi. Sivas hakkında güzellemeler yaparak, bilindik cümleleri tekrarlamak istemiyorum.
 
Sivas merkezde uzun yıllardır yaşayan, Sivas’ın on altı ilçesini de çokça görmüş gezmiş biri olarak tabii ki Sivas hakkında bir şeyler yazma cesaretini buluyorum kendimde. Sivas toprağına giriş yollarını, dağlarını, ovalarını, tarihini gören biri için Sivas’ın zenginliklerini görmemek ahmaklık olsa gerek.
 
Coğrafi ve tabiat şartları, insanların günlük yaşam şekillerini etkileyen en önemli unsur diyebilirim. Tipik iç Anadolu hüviyetini taşıyor Sivas’ımız adeta. Kültürüyle, gelenekleriyle, dini hayatıyla Anadoluluğu yaşayan özel bir şehirdir Sivas. Genelde Anadolu şehirlerinden çok farklılıklar görülmese de özelde her şehrin olduğu gibi Sivas’ın da çok farklı ve özel yönleri vardır.
 
Ulu Camii, Meydan Camii gibi ibadethanelerin çıkışlarında, vakur duruşlu ihtiyar amcaları, dedeleri görmüş, yılların insan bedeninde ki duruşunu hepimiz gözlemlemişizdir. Yaşanmışlıkları, sıkıntıları, dertleri, şehrin yükünü sırtlanmış, çınar misali gözümüzün önünde duruyor bu değerler. 
 
Etli pide fırınlarındaki, pazarlardaki, berberlerdeki, kıraathanelerdeki, çay ocaklarındaki ve sair mekânlardaki içten, yerine göre hararetli paylaşımlara çokça şahit olmuşuzdur. Sivas lokantalarındaki bol kepçeden yenilen yemekler sonrasında, insanların karınları fazlasıyla tok olarak ayrıldıklarını çokça duymuşuzdur özellikle Sivas’ta misafir olan dostlarımızdan. Çay tüketiminde ise Sivas’ımız kaçıncı sırada olduğunu bilmiyorum ama ön sıralarda olduğumuzu tahmin ediyorum.
 
Suyundan toprağından olsa gerek ozanlık, şairlik, âşıklık hali hep olagelmiştir Sivas’ta. Dertler, aşklar, ağır kış şartları yazdırır insana şiirleri. Büyük bir âlimin, ozanın, şairin çevresinden ne çok insan beslenir. Kendine küçük bir dünya kuran insan, farkında olmadan büyük dünyaları yaşar adeta. Tarihi mekânlara sinmiş yaşanmışlıkların izleri kendi halleriyle ne çok dersler verir bizlere. Sessiz yaşamlardan, Yukarı Tekkeden ne çok ibretler akseder biz yaşayanlar için. Şehrin üzerine üfler ölü toprağını her esen yel.
 
Gölova’ya, Gürün’e yüksek bir noktadan bakmak ya da Divriği Ulu Camii de namaz kılmak kaç kişiye ve kimlere nasip oldu acaba?
 
Bazı yüzyıllar vardır şehirlere mührünü vurmuştur. 12. Yüzyılın Sivas’a vurduğu mühür gibi. Sivas’ı kültür şehri yapan Abdulvahabi Gazi, Ahmet Turan Gazi,  Şemsi Sivasi, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak gibi büyük değerler gelip geçmiştir bu topraklardan. Allah hepsinden rahmetini esirgemesin. Yaşadığımız bu yüzyılda bizim neslin bir mührü olacak mı bilemiyorum ama geçen yıllara göre silik bir mühür olur diye düşünüyorum.
 
Muhacir-Ensar birlikteliğinin en iyi yakıştığı bir şehirdir Sivas. Köy danasının değeri olmaz, köy çocuğu efendi olmaz dense de halk arasında, hak edene değer vermek esas olmalıdır. Sivaslıların kendi şehrinden olmayan insanlara daha çok değer verdiği söylenir. Bu genel eğilim Sivaslının âlicenaplığını göstermektedir aslında. Birçok bölgede fazlasıyla yapılan hemşericilik faaliyetlerinin içerisinde olup diğer insanları dışlamak hoş olmayan bir davranış biçimidir. Bu hastalıklı halin Sivas’ımızda daha az olduğu kanaatindeyim.
 
Bir güzel bakış da Sivas’a küsen insan için ‘insan sevdiğine küser mi?’ mantığı çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
 
İnsan yaşadığı şehrin hatta ülkenin kıymetini bilemeyebiliyor. Elinden kayıp gidince kıymetleniyor çoğu değer. Sivas’ımızın değer kaybını en çok bu noktada olduğunu gözlemliyorum. İnsan her yerde insandır, toprak her yerde topraktır yaklaşımındaki düz mantık yerine, şehirlerin tarihini ve kültürünü iyi okumak aynı oranda özümsemek gerekiyor.
 
Şehirlerin büyümesini hep maddi çerçevede, nüfus oranında görmemek gerek. Şehirlere maddi bakış açılarıyla bakmak yerine farklı boyutlarıyla da görebilmek önemlidir. İş, aş ve belediye hizmetlerinin iyi olduğu şehirlerde yaşamak tabii ki her insanın aradığı bir hal olsa gerek. Metropol, büyük şehir maddi çerçeve pencerelerinden bakmak yerine şehrin dinamiklerine, insanlarına, kültürüne bakmak daha elzem bir yaklaşım olacaktır kanımca. Nasıl ki insanoğlu et kemik ve sinirden oluşmuyorsa sadece, şehirlerinde bir ruhu olduğunu da kabul etmek gerekir.
 
Özelde Sivas’ımız genelde ülkemiz ve bütün Müslüman âlemi için kültürümüze, tarihimize ve geleceğimize sahip çıkmamız gerekmektedir. Bunun için sağlam irade ve şuur gerek. Kültür şehri, sultan şehir gibi benzetmelerinin içerisini tam doldurmak en önemli görevlerimizden biri olmalıdır.
 
Sivas’ın dünü yaşandı bitti. Bu gün ve yarın için neler doğru yapılabilirin kritiğini yapmak ve bu doğrultuda hareket etmek en mantıklısı gibi geliyor bana.
 
Kalın sağlıcakla.

 
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 22 Temmuz 2015-Yazı No: 56
İrade Gazetesi - Sivas'a Dair - İlkay Coşkun
 

12 Temmuz 2015 Pazar

Eski ve Yeni Türkiye Mevzusu

Eski ve Yeni Türkiye Mevzusu

Merhaba sevgili dostlar. 

Eski Türkiye sevdalıları, ‘eskiden her şey yolundaydı, her şey tıkırında ve doğruydu’ derken ‘eski Türkiye, menfaatlerime daha çok uygundu’ demiyorlar mı sizce?

Zaman gelecek yeni Türkiye diyenlerin yeni Türkiye’si de eskiyecek, bunu bilerek hareket etmekte fayda var.

Yeni Türkiye’de de hastalıklı birçok hal devam ediyor maalesef. Etliye sütlüye karışmayan hep güçlünün yanında olan mantalite, yeni Türkiye’de de devam ediyor. İnsanın zaafları, güçlü olma isteği, savaşları hep devam edecek gibi.

Eski Türkiye’den günümüz Türkiye’sine devrolan birde mahalle baskısı suçlaması var. Sadece dindarlara atfedilen mahalle baskısının diğer çevrelerde olmadığını ve daha az olduğunu kim inkâr edebilir ki? Eski Türkiye’de, iki başörtülü çocuk ilahi okur,  laik sistem için tehdit olurdu dhkp-c gibi örgütler kendimi bildim bileli yıkarlar yakarlar ama sistem için çok da sorun olmazdı. Faili meçhul cinayetlere, Fadime Şahin’lere hiç değinmek istemiyorum. Kendileri çalmışlar kendileri oynamışlar. Bizlerde uyutulmuşuz velhasıl. Boşuna üzülüp boşuna ağlamışız yıllarca.

Zamanla kulların kanunları hep değişiyor değişmeye mahkûm. Allah'ın kanunları hep aynı yerinde kalıyor. Bunu bilmek ve bu doğrultuda hareket etmek gerekiyor. Mesela, Arabistan’a gidilmeden de ülkemizin okullarında başörtülü öğrenciler okumaya başladı. Ülkemize birçokların korkulu rüyası şeriat gelmedi. Meclise başörtülü milletvekilleri girince ülke batmadı. Bu durumları rahmetli Demirel dünya gözüyle gördü. Keşke rahmetli Ecevit’te görebilseydi.

 Yeni Türkiye’mizde cemaat ve devlet çatışması içerisinde kaldık. Bu sorun için bir örnek vermek istiyorum izninizle. Sezai Karakoç’u çok insan sever sayar ama bu insanların birçoğu onun düşüncesine yakın olan Yüce Diriliş Partisine oy vermeyi düşünmez nedense. Aynen bunun gibi, cemaat cemaatken, parti partiyken insanlar için değerlidir. Taş yerinde ağırdır anlayacağınız. Devleti yönetmek, cemaat yönetmeye benzemez. Cemaatte amaç ve yöntemler çok daha keskindir. Devleti yönetmek ise daha karmaşık ve zor bir iştir. İkisi bir şekil de olsa bir araya geldi mi bugün yaşanılan sorunlar kaçınılmazdı.

Günümüzün en önemli sıkıntılarından birisi rahatlık olsa gerek. İşi para ile ilgili olanları saymaz isek sadece para, alışveriş, yeme içme, eğlenme ve giyinme gözüyle dünyaya bakanları çok itici bulmuşumdur her daim. Çağdaş kölelik ise günümüzün en önemli sorunlarından biri olmaya başladı ne yazık ki. Bu sorunu çözüm için topyekûn özverili çaba içinde bulunmamız gerekmektedir. Özgürlüklerin kıymetini bilmek gerekiyor kaybedilmeden. Sağlığımız gibi. Başkalarının tahakkümü, yönetimi altında yaşıyorsan yarı açık hapishanedesin demektir. Kendi hayatını yaşama özgürlüğün varsa, mutluluğun önemli bir kısmını elde etmişin demektir.

Beş bin yıldır var olan saban ve kağnıyı görüp de internet, bilgisayar ve uzay çağını yaşayan bir nesil olarak avantajlı mıyız değil miyiz bir türlü çözemedim.

Velhasıl insanoğlu tüm hızla yoluna devam ediyor. İlerleme çabasıyla kendini paralıyor ama şunu bilmek gerek ki yarın öleceğini bilmek bu gün ölmeyi göze almak demektir. Hiçbir ilerleme ölüm gerçeğinin önüne geçemiyor.

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 15 Temmuz 2015-Yazı No: 55
İrade Gazetesi-Eski ve Yeni Türkiye-İlkay Coşkun

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Çuvaldızla İğne Meselesi

Çuvaldızla İğne Meselesi
 
Merhaba sevgili dostlar. 
 
Ülkemizde insanımız genel manada iki yol üzerinde ilerlerler. Cenaze seremonisi gibi ritüeller dışında, İslam dininin yaşantımızda olmasını istemeyen bir güruh ve dini hassasiyetleri olan diğer kesim. Dindar insanla dini hassasiyeti olmayanların mücadelesi, eskiden olduğu gibi bugünde yarında devam edecektir.
 
Devlet Bahçeli ne kadarda, ‘Türkün siyahı, beyazı, mavisi olmaz’  dese de ben olduğuna inanıyorum ne yazık ki. Ceplerine biraz para girdi mi kendini beyaz Türk zanneden o kadar çok insan var ki. Aynı mahallede, aynı apartmanda oturan hatta aynı işi yapan bu tipler kendinden olmayanları alt statüde görürler. Bu ayırımı yapabilecek aklı nereden buldularsa.
 
İnsanların sınıf oluşturma merakı ve çabasına harcadığı emek, keşke daha iyi daha güzel alanlara olsa.
 
Birde sistem içindeki düzenin, menfaat adamları vardır. Kraldan çok kralcı olmamak gerek. Birilerinin sırtıyla gelip, menfaatleri doğrultusunda, başka yerlere yaranmayı amaç edinir bu tipler. Çok yazık çok.
 
Düşmanlık iyi bir şey değil. Hiç kimseye düşman olmayalım ama düşman olmada da bir sıralama olmalı diye düşünüyorum. Araplara özellikle İran’a düşman olduğumuz kadar ABD’ye, Avrupa’ya da düşman mıyız acaba? Birçokları bu soruyu kendine sormalı. Aslında Bu soruyu ülkece kendimize sormamız gerekiyor.
 
Birde özel günlerimiz var tabii ki. 14 Şubatı allayıp pullayıp Müslüman mahallesinde salyangoz gibi satıyorlar. Evliliğe değil de sevgili bulmaya özendiriyorlar gençleri bu gibi günlerle. Yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü vs hep Müslümanlıkla alakası olmayan kutlama etkinlikleri. Bir nevi alışveriş piyasasını canlandırma etkinliği diyebiliriz bu günlere. Biz kökenli, dünyanın kutladığı bir gün olsa keşke diyesi geliyor insanın.
 
Gün geçtikçe insanoğlunun işi gücü azalıyor. Can sıkıntısı çekmeye başlayan birey kendini yemeye, giyinmeye, eğlenceye ve olur olmaz uğraşlara vuruyor. Velhasıl insanoğlu çok yönlü ve değişken bir varlık. Bu gün doğru gördüğü bir hareketi yarın yanlış görülebiliyor. Ne çok şaşıyor insan.
 
Her türlü olumsuzluklara rağmen, dertlerle dertlenenlerin yaşadıkları bir yerdir bizim vatanımız. İnsanımızı insanlık âleminin bir tık önünde görüyorum olumlu anlamda. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim bir konu; İki milyonu aşkın Suriyeli kardeşimizin sorumluluğunun üzerimizde olması, Doğu Türkistan ilgisizliğini doğurmamalı diye düşünüyorum. Allah o kardeşlerimize de yar ve yardımcı olsun.
 
Velhasıl her şeyin, her güzel şeyin devamı ölüme dayanıyor ister istemez. Ölümler olsa da yaşayanlar için hayat mücadelesi devam ediyor bir şekilde. Ölümün o soğuk yüzünden kaçamıyor insan. Yüzyıl da olsa bir neslin devri kapanıyor. Yakın zamanda yaşanılan Kenan Evren ve Süleyman Demirel örneğinde ve birçoklarında olduğu gibi.
 
Ölüm alabilene ne çok dersler veriyor aslında.
 
İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 08 Temmuz 2015-Yazı No: 54
İrade Gazetesi-İlkay Coşkun-08.07.2015