28 Şubat 2016 Pazar

Beraberlik ve Birlik

Beraberlik ve Birlik

ABD ve batı bizi her gün
sırtımızdan vursa da
biz yine de
“Araplar bizi arkamızdan vurdu”
deyip durduk tarih boyunca
hep düşmanlarımızla öpüşüp
dost olabileceklerimize
döndük sırtımızı

Merhaba sevgili dostlar.
Bir öz eleştiriyle yazıma başlamak istedim. İnsanoğlu çok değişken olabilen bir varlık. Kendi mayasında bulunan hasletler zaman ve şartlara göre evrilip çok değişken haller alabiliyor. Akıl, fikir ve şuur evrelerinde yol alması gereken insan, menfaatleri doğrultusunda acımasız da olabiliyor. Bunun için vicdanını tatmin edici bahaneleri de hep buluyor.

Bu aralar “ihanet içerisinde olan ne çok insanımız varmış” cümlesini ne çok kurmaktayız. Fikir, görüş, farklı parti ayrışmaları elbette ki olacaktır ama “Benim partim iktidar değilse ülke batsın” gibi bir ruh halinde olanların ruh sağlıklarından şüpheleniyorum.“Benden olmayan bir reisicumhur başta ise her şey kötüdür” gibi çok farklı versiyonlarda ki hastalıklı düşünceler maalesef ki toplumumuzun içerisinde yaşam bulmaktadır.  

Böl parçala, zayıflat ve yönet mantığında olan Amerika ve batı maalesef ki amaçlarına ulaşma yönünde çok yol kat ediyorlar. Toplumlarda ki milliyetçilik damarlarını da kötü emellerine alet ediyorlar. Bu durum nedense çoğu zaman Müslüman âleminin aleyhine oluyor. Dünya üzerinde ki Müslümanlar hep bu oyunun kuşatması altındalar. Dünya üzerinde hangi ülke saf kendi ırkından oluşuyor ki. Başta Amerika onlarca devletçiğe bölünmesi gerekmiyor mu bu mantıkla.

Önce canlı olma sonrasında insan olma ve son olarak ümmet olma birlikteliği gelir. Milliyetçilik daha sonrasında gelir. Türk olmamız önemlidir tabii de daha geniş çerçevede Müslüman olmamız daha da önem arz eder. Eğer Müslüman Türk isek daha anlamlı daha kıymetli, kuvvetli bir durumdur. Karşılaşmalarımda önce selamımızı veririz, devamında da merhabalaşırız. İlki Müslümanlığımızdan, merhabalaşmamızda Türklüğümüzden ve kültürümüzden gelir.

Biz Türkler ve biz Kürtler aynı dine mensubuz ve birlikte kurduk bu ülkeyi. Hiç birimiz diğerimizin yanında azınlık değiliz. Vatanımızın bir bölümünde kargaşanın, savaşın, ölümün üst seviyelere çıktığı günümüzde Allah’tan kuvvetli tek başına bir iktidar partisi var ülkemizde. Ülkemizin zayıf halini kollayan çevremizde o kadar çok aç çakal var ki. Bunları görmemiz farkında olmamız ve daha da önemlisi uyanık olmamız gerekiyor. Bu zamanda biz Müslümanlar, biz Türkler, biz Kürtler daha akıllı olmalıyız.

Olmayacak bir rüya... Diyelim ki Kürtler ayrıldı ve bir ülke kurdular. Ne olacak düşünün bir. Başta Amerika olmak üzere güç müsveddesi gayri Müslim ülkelerinin kuklası, kuyruğu olmayacaklar mı?
Dindar Kürt kardeşim! Doğu ve Güney Doğumuzu büyük Ermenistan’a katma fikrine ne dersiniz?
Vatanımızda yaşayan zengin Kürt kardeşlerimiz nasıl bakarlar bu olaya? Cennet ülkemizde aynı anda dört mevsimi yaşamak varken bir mevsimle yetinme gayretleri neden?
Dünya üzerinde ki bağımsızlıkları hepten ellerinden gitmeyecek mi? Kaynakları, zenginlikleri batılı ülkelere akmayacak mı? Dünya üzerinde iki yüz ülke varsa, iki yüz bir olacak, başka ne değişecek?
Ve bunun gibi onlarca soru ama Müslümanlar daha da güç kaybedecekler dünya üzerin de. Kargaşa hali daha da devam edecek ve bunun gibi birçok sıkıntı ve sorunla karşı karşıya kalınacak.

Ülkemizde, birçok Müslüman topluluk var. Onların da içinden ayrılma talebi olanlar çıkarsa ne olacak? Ben inanıyorum ki bu ülkede yaşayan iş güç, mevki sahibi Kürt vatandaşların hiç biri bu ülkenin bölünmesini istemiyor. Bunun çabasında olanlar apaçık dış güçlerin oynattığı kuklalar. Onlar biz Kürt’üz diyorlar ama arkalarını dönüp kıs kıs gülüyorlar. İşte bunların bu gülmelerini gerçek Kürt kardeşlerimiz tarafından görülmesi bu aşamada önem arz ediyor.

Atamız Osmanlı imparatorluğunu kurdu ise bunu birlik beraberlikle sağladı. Bırakın Müslüman âlemini gayri Müslim topluluklara dahi kucağını açtı. Ey sağduyulu dindar Kürt kardeşlerimiz! bırakın bu bölünme hayallerini. Özellikle sizler destek vermeyiniz bölünmeyi düşleyen düşüncelere.

İnternette çok hoş bir yazı okudum. Şöyle: “ Biz kardeşler olarak seksen metre kare Toki arsası için kavga etmiş, dövüşmüş bir milletin çocuklarıyız, kaldı ki ülkemizin koskoca bir bölümünün kavgasını vermeyelim” türünden bir yazı idi.

Güzel bir karikatür gördüm. Uçurumun kenarında Türk ve Kürt karşı karşıyalar. Kürt, Türk’ün ayağına silah sıkıyor ama bu mermi kendisinin de uçurumdan düşmesine sebep olacağını bilmeyecek kadar zavallı. Yaşananlar çok güzel karikatürize edilmiş değil mi?

Nasıl ki her zemherinin çiğdemlerle, kardelenlerle, nevruzlarla karşılayan bir baharı vardır. Müslüman âleminin çektiği bu zulümlerin, sıkıntıların sonrasında bir bahar olacaktır inşallah. Çetin geçen hamilelik ve doğum sonrası ve ardından gelen güzelliklere benzer güzellikler olacaktır. Bir musibet bin nasihate karşılık gelir ya hani. Bu sıkıntılarımız biz Müslümanlara büyük dersler verir inşallah. Dost edindiklerimizi gözden geçirip gerçek Müslüman dostluklarına ulaşırız inşallah. Saflarımızı sıklaştıralım. Gerçek manada Müslüman ümmeti olalım. Dualarımızın,  gayretimizin bu yönde olması temennisiyle.

Birlik olalım, iri olalım, diri olalım ve sağlıcakla kalalım.


İlkay Coşkun
İrade Gazetesi / 2 Mart 2016 - Yazı No: 88
İrade Gazetesi-Birlik ve Beraberlik-02.03.2016-İlkay Coşkun


 

16 Şubat 2016 Salı

Dağlar mı insan mı engel?

Dağlar mı İnsan mı Engel?

eğerleri berkitilen atların
dağ yollarında rahvanız
acılar kaç odalı
kaç odada biz varız

kızıl elmamız bizim
yüzyıllardır dağlardır
bilmezler ki savaşları
hep atlar kazanır
hızlı koşanlar ancak anlar

Dağlar ne çok şarkıya güfte olmuştur. Gurbet kelimesinin geçtiği cümlelerde dağlar kelimesi kaçınılmaz olmuştur hep. Azametle birlikte uzaklığı da imler dağlar. “bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılır”, “dağlar seni delik deşik delerim” “dağlar dağlar kurban olam yol ver gidem” ve daha niceleri dilimize dolanmıştır. Efkârlandığımızda hemen akla düşer dillendiririz.  Dağlar ne çok göç hikâyesine şahitlik etmiştir Anadolu da.

Dağlarla atlar her zaman yan yana anılır olmuştur çoğu zaman. Kıratlar için dağlar yol olmuş, mesken olmuştur tarih boyu.”Kıratımı şu karşıki dağlara sürmeli” diyen Köroğlu misali, dağlar dertle birlikte umut olmuştur. Özellikle göçebe toplumlar için dağlar ayrı bir öneme sahiptir. Toplumları yüzyıllar boyu düşman istilasından korumuştur, gizlemiştir dağlar.

Karlı kış günlerinde karın beyazlığı ile parlayan dağlar veyahut sisin pusun altında kalmış hiç görünmeyen dağlar, insanı ne çok etkiler. Yüzyıllar boyunca ne çok insana ne çok medeniyetlere kucağını açmıştır. Bağrından süzdüğü doğal sularıyla canlıları faydalandırmıştır.

Açık havada Erciyes dağına yolculuk beni her zaman heyecanlandırmıştır. Yaz günlerinde yüz kilometre uzaklıktaki köyümden Erciyes’i seyretmek bana türlü türlü duygular hissettirmiş, birçoklarında kalem kullandırmıştır. Koca bir şehri kollarıyla çevreleyip şehri kendisine yaslandırması orda yaşayanlar için daima güvence olmuştur. Koruyucu ve kollayıcı kişiler için “dağ gibi adam” diye boşuna dememişlerdir.

Tecer Dağının çevresinde birçok köy, oranın rızkını yemeye devam etmektedir. Yağdonduran’dan tırmanışın yazıda bir güzel, kışı da başka bir güzeldir. Kızıl Dağa tırmanış ve aynı şekilde iniş kaç insanı kavuşturmuştur yıllar yılı. Geminbeli ve Karabayır gibi geçitler Allah’ın yarattığı güzelliklere ne çok şahitlik etmiştir. Yanı başımızdaki Yıldız Dağı yıllar boyunca birçok misyonu yerine getirdikten sonra şimdi de kış turizmine hizmet vererek ayrı bir görev üstlenmiştir.

Dağlarıyla ünlü şehirlerimiz vardır. Bu şehirler dağların dibine kuruludur. Bursa gibi Kayseri gibi Amasya gibi Afyon gibi ve daha niceleri. Bunlardan en önemlisi korunaklı olması dolayısıyla birçok şehzadenin eğitim yeri olan Amasya şehrimizdir.

--
* koca dağı vadi zarifçe yarar
tarihi kral mezarları sarar
gözler Ferhat ile Şirin’i arar
şimal yıldızı ol gül şen AMASYA

* zirvesini gizleyen Uludağ
zamana dolan musiki, medrese önlerinden dökülür
yokuş yokuş yolları, kim bilir kaç insanı taşıdı
Nilüfer Mudanya uzun uzadıya Bursa
--
--
Dağ imgesini şiirlerimde daha çok gurbet, hüzün ve acılarla kullandığımın farkına vardım şimdi. Dağ benzetmesini, imgesini kullandığım bazı şiirlerimden bölümler paylaşmak istiyorum izninizle.
--
* aktı kar, paktı kar, yağdı kar
maske üstüne maske, dağdı kar
--
* zirvesine tırmandığım ulu şefkatin
dağ oldu kapısında günahlarım
--
* parıldayan fosfor
seveni sevene taşır
engin ovalar
dik yamaçlı dağlar
sevdaları yâre aşır
--
* ömür azalıyor demem
boşuna değil
kışa hazırlık zamanı
geçelim artık yazı
her aşk can yakıyor
her aşık vuruyor dağa
--
* aynı acıda aynı sancıda
yaramız dağ gibiydi
--
* gelir dağdan su
sudan balık
balıktan umut
umut dağ gibi gelir
--
* bizim dağlarımızdan yayılır taze kekik ve nane kokuları
henüz kabuk bağlamamış yaralar taşırken bağrımızda
--
* karnı acıyan dağların, kamburunu atar sırtından bir bir
en çok da sana güvenir sevdalın, kara gözlerin gülümsesin
--
Dağlar acı yüklüdür hasret yüklüdür ama ilham yüklüdür de. Ve öyle kalsın isteriz. İsteriz ki kötülükleri taşıyan eşkıyaların sığınağı olmasın. Ölümlere gebe olmasın isteriz.

Birlik ve beraberlik içinde, sağlıcakla kalınız.

Bir Dağ, Bin Ah!

kıştan sonra yaz gelir
bahara ayaz gelir
vuslatı bağlar, yayar acıyı
güneş bırakmaz düze, dağlar
buz keser, kavurur bedeni
-
gözyaşlarına sarılır ölüm
çıkmaz yol çaresizliğe
bir dağ gömer yüreğe
yana düşer kol kırılır
-
kahpece uygulanır sinsi plan
soluk bırakmaz nefesimde
cehaleti yaşatırken ağalar
bedduaları eksiltmez zaman
ağlar yaralar

-eşkıyalığın da bir şerefi olmalı-
-
en çaresiz yanlarımdan vurur
nefret tohumu eker yarınıma
savaş meydanlarından saçılır gün/ahım
kendi kitabına da uymaz soysuz eşkıya

feryadım yürek dağlar
yetiştirir nefrete bedelleri
avucuma düşürür kor
yanar ellerim

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi/ 24 Şubat 2016 - Yazı No: 87
İrade Gazetesi-Dağlar mı Engel-İlkay Coşkun-24.02.2016

12 Şubat 2016 Cuma

Tüketim Çağında AŞK

Tüketim Çağında AŞK

aşkı pazarlıyorlar hep
defalarca şiirlerde, kitaplarda
ve daha bilmem nerelerde
                   
aşkı sadece yaşayanlar biliyor
hüzünlerde, ateşlerde

Merhaba sevgili dostlar

Kitapçı raflarında satışa sunulmuş, kapaklarında bolca aşk kelimesinin geçtiği, aşkı anlattığı için çok satan kitaplar sosyal bir yaraya merhem oluyor mu? İnsanları aşk konusunda eğitiyor mu bilmem ama ciddi bir pazarlama metası oldukları kesin. Başkasının yaşadığı aşklardan, başkasının aşka dair fetvalarından, şiirlerinden bu denli para kazanmayı, pirim yapmayı gayri ahlaki buluyorum. Aşkı anlatan tarihi romanlar, aşkı anlatan hikâyeler, şiirler, metinler kitap evlerinin başköşelerine kurulmuş durumda. Ayrıca çokça satan kişisel gelişim kitapları içerisinde de aşk teması olanları önemli bir yer tutmaktadır.

Kimi toplumlar kimi insanlar yaşantılarıyla destanlaşırlar, kimileri de yaşanmış destanları yazarlar. Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem, Ferhat ile Şirin ve nicelerinden sonra aşkı yazan ve pazarlayan olduk. Efsanelerin, yaşanmış aşk hikâyelerin yazılı metinler üzerinden nesiller boyu aktarılmasına karşı değilim. Buna kim karşı olabilir ki. Hz Mevlana’nın Mesnevisinde geçen aşk ve sevgi metinlerini alarak bunlardan yüz binler satıp isim yapmak ve büyük paralar kazanma işini anlayamıyorum. Mesnevinin tercümesini ve şerhini yapan, ömrünü bu işe adamış olan merhum Abdülbaki Gölpınarlı bu işten kaç kuruş kazanmıştır düşünmek lazım.

Türkçemizde, “tribünlere oynamak” diye bir deyim yer buldu son zamanlarda. Yazar okur arasındaki iletişimde okurun belli zaaflarından faydalanmak, okuru sürü psikolojisi içerisine sokmak, okuru adeta yolunacak bir kaz durumunda görmek ne kadar gayri adil, ne kadar gayri vicdani bir durumdur.

Özellikle lise ve üniversite gençliği en önemli müşteri kitlesi olarak görülmekte ve oyunlar daha çok bunlar üzerine oynanmaktadır. Yazım kalitesini çok da yakalayamasalar da aşk ve gençlik üzerinden popülaritesini artırmaktalar ve bu alan üzerinden beslenmekteler. Bu yolu ve yöntemi seçmiş yazarlar için önemli bir kitleyi oluşturur bu gençler. Ne kadar da kalıcı bir durum değilse de bu alan hep aktif tutulmaktadır.

Kitapevleri sadece parayı, geliri, satışı öncelememeleri gerekir. Kaliteyi, güzeli, edebi olanı, emeği, faydalı olanı gözetmeleri de gerekir. Satış için öne çıkarılan kitaplarda, rafların düzenlemesinde, okura tavsiyelerde, satış fiyatları gibi birçok konuda okurlara karşı sorumlulukları vardır.

Aşk üzerine yazılan kitaplar çoğu tanınmış yazarların yerine piyasaya empoze edilmek istenen yazarlarla sunulur. İşin komik tarafı bu eserlerin, acemi sayılabilecek bu yeni yetme yazarların değil de onların adına mahir editörler tarafından kaleme alınıp pazarlanmasıdır. Bu hoş olmayan pazarlama şeklini bir alicengiz oyunu olarak görüyorum.

Yaşadığımız kapitalist dünya tüketime endeksli, kullanıp atmaya şartlandırmış örneklerle dolu. Bu acımasız kullanma hali, aşk dâhil birçok değerimizin içini boşaltıp, kullanıp atmaya alet ediyor bizi. Dededen kalan tarihi konağı birkaç daire karşılığı müteahhit de peşkeş çeken bir evlat veyahut torunun, başkalarının aşkları üzerinden büyük paralar kazanan bir yazarın ne farkı var Allah aşkına.

Biz şair ve yazarlar, dikkat çeksin diye kitap kapaklarımızda, yazı başlıklarımızda, hatta ve hatta yazı içeriklerimizde bu oyuna, bu metaya alet olmuyoruz mu?

Kim ne derse desin aşk ve sevgi çok değerlidir. Aşk ve sevgi yoksunluğunda bu değerler daha çok anlaşılır. Sevmenin çok kıymet taşıdığı günümüzde, aşkı elde etmek daha da zor olsa gerek. Her şeyin kalitesi arttıkça fiyatı artmıyor mu?

Aşk ocaktan yani yürekten çıkınca her tarafa yayılıyor.  Kitaplarda, dergilerde, medyada, filmlerde ve birçok yerde yerini buluyor. Ya kaybetmenin acısıyla sürekli aranıyor ya da para eden iyi bir meta olmasından dolayı çokça satılıyor.

Benim eleştirim aşkı metalaştıranlara, aşkı pazarlayanlara, aşktan menfaat temin edenlere yöneliktir. Aşkın tılsımına, aşkın gücüne hepimiz inanırız. Aşkla yapılan işler hep güzel olur.

Hayat
tanışma, buluşma, konuşma kadar basit
savaşmak kadar zor
sevmek gibi güzel
aşk gibi özeldir çoğu zaman  

Sevgiyle, aşkla ve sağlıcakla kalın.


İlkay Coşkun
İrade Gazetesi/ 17 Şubat 2016 - Yazı No: 86
İrade Gazetesi-Tüketim Çağında AŞK-İlkay Coşkun-17.02.2016
 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Kibir Üzerine

Kibir Üzerine

Merhaba sevgili dostlar.

Günümüzde bireyselliğin daha ön plana çıkmasıyla birlikte kişideki kibir hali daha fazla belirginleşmeye, su yüzüne çıkmaya başladı. Henüz yaşını başını almamış genç insanlarda dahi bu nahoş hali gözlemleyebiliyoruz. Tevazudan uzak insanların varlığına şahit oluyoruz çoğu zaman. İmkanlar, çevre, eğitim, inanç zayıflığı gibi faktörler kibri tetikleyen en önemli unsurlardır.

Bu kibir halini birçok alanda gözlemliyoruz. Örneğin, insan işinde ne kadar mahir olursa olsun, karşısındakini üstünlük kompleksiyle dinlememesi, paralel hatta zaman zaman alçak gönüllü ruh haliyle dinleyebilmesi ne kadar önemli. Yoksa karşısındaki insanla arasında setler oluşturur ister istemez.

İmkanları artan birtakım insanların tevazu hasletleri ivme kazansa da genelde birçokları ne yazık ki şımarıyorlar. Kimi insan gururda motivasyon arıyor kimi insan tevazu ile büyüyor çoğu zaman.

Kibir eylemi, en çok konuşma eylemi ile kendisini gösteriyor kişide. Kibir yüklü insan, kibriyle birlikte çok konuşuyorsa, karşısında ki insana ne kadar uzaktır aslında. Bu durumda insan iki eylemle tepkisini koyar. Kimi zaman kendisini yetersiz görüp susar, kimi zamanda “susma” eyleminin kıymetini karşıdakine göstermeye çalışır görselliğiyle.

Kibir halini toplumun birçok katmanında gördüğümüz gibi, sanat çevrelerinde, yazan çizen insanların içinde de çokça şahit oluyoruz. Kibir libasını giyinenler hiç beklenmedik insanlardan, hiç beklenmedik çevrelerden bile çıkabiliyor. Sürekli “kalite” kelimesinin geçtiği cümleler kuran ve cüssesinden büyük laflar eden bir insan profili düşünün lütfen. Bu insan ya entelektüel çevrelerin veyahut elit mahallelerin kıymetli bir ferdi ya da benlik duygusunu çok geliştirip kibriyle süsleyen bir ukaladan başkası değildir bence. Kibir, kibirdir, başka kelimelerle, başka sıfatlarla hiç kimse yumuşatmaya, dönüştürmeye çalışmasın. Genelde ünlü sanatçılar için kullanılan kapris nitelemesi basbayağı kibir değil midir sizce?

Uç nokta bir bakış açısı ama çok kibirli insan görünce, bunlara karşı neler yapılabilir türünden fikirlerde geliştirebiliyor. Mesela, kişisel gelişim dersleri ile tavan yaptırılan benliklere karşı aşağılama seansları düzenlenmeli ki insan benliği üzerindeki denge biraz olsun sağlanabilsin türünden komedileri dahi düşünebiliyor insan.

Kibirli bir şekilde acımasız eleştiriler sarf eden insanların çoğunluğuna dikkat edin bir. Aşağıdakilerden ziyade yukarıdaki insanlara bakmaktan kaynaklandığını görürsünüz apaçık.

Benlik duygularını fazla besleyen insanlar, bilinmeyen diğer tarafta nasıl karşılanırlar bilmem ama ölümleriyle bütün Türkiye'nin yollara döküleceğini zannediyorlar oysa cenazeleri biraz kalabalık oluyor sadece. Ayrıca, gururlu ve mağrur yaşayan insanın ölüm anında ezik olacağı kuvvetle muhtemeldir.

Kibir, kibir sahiplerini ateşlemesinden öte yanıp küle döndürür. Kibrini dizginleyip derviş sukutuna ulaşanlar kendilerini ve çevrelerini korurlar daima.

Ne kadarda olsa ölüm her yaşta olanları seçerek alıyor olsa da belli bir yaştan sonra toplayarak yoluna devam ediyor. Biz orta yaş insanların birçoğu otuz yıl sonra bu dünyada olmayacağız. Ne olursak olalım kibirli, gururlu, kendini beğenmiş ruh halini taşımamızın ne bir anlamı ne bir gereği vardır.

Kibirden uzak güzel günler diliyorum. Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
İrade Gazetesi, 10 Şubat 2016 - Yazı No: 85
İrade Gazetesi-Kibir Üzerine-İlkay Coşkun-10.02.2016