19 Şubat 2019 Salı

Erdemin Gücü

Erdemin Gücü

Geçenlerde bir batı Afrika ülkesini konu alan bir belgesel izledim ve insanların canla başla hayat mücadelesine, yaşadıkları imkânsızlıklara ve zorluklara şahit oldum. Yaşadığımız bu çağda insan hem üzülüyor hem de bu özverili insanları zorlayan şartları gördüğümde hayretler içerisinde kaldım. 

Modern çağ olarak adlandırılan günümüzde bencillik, bireysellik, faydacılık gibi kapitalist yaklaşımlarla birçok değer yozlaştırılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor adeta. Büyük balık küçük balığı yer mantığında çevreyi hep büyük balıklar işgal ediyor türünden bir görüntü sergileniyor. Atalarımızın geçmişte hayatın her alanına taşıdıkları, uyguladıkları adabı muaşeret öğretilerinin bu günkü devamı olabilecek şekliyle -değerler eğitimi- eğitim müfredatında yerini alması boşuna değil.

Ömrünü tabiata adayanların varlığını biliyoruz. Dağı taşı hiçbir karşılık beklemeden ağaçlandıran, ağaçlara meyve aşılayan insanlar memleketimizde yaşıyorlar. Kim bilir ne kadar huzurlu, mutlu ve vicdan sahibidirler. Dedi-kodu ile uğraşmazlar. Sadece işlerine odaklanmışlardır. Hastanede eşini kaybeden adamın ömrünün sonuna kadar aynı hastane önünde her gün belli saatlerde bedava su dağıttığını, bu işi yılmadan usanmadan ömrünün sonuna kadar ifa ettiğini şehrimizin yazarlarının yazdıklarından okumuştum. Bu konuyu başkaca birçok örnekle serimlemek pekâlâ mümkün.
 
Toplu taşıma araçlarında yaşlı ve engellilere yer vermeyen olumsuz örnekler üzerinden de bu konunun ehemmiyeti kendini hissettiriyor. Bundandır ki okul eğitimlerinde öğrencilere sistematik kavrayışın altyapısından daha çok şeyin verilmesini beklemek boşuna değil. ‘Mısır, Nil’in hediyesidir’ diyen Heradot sözündeki olduğu gibi kabuktan daha çok öze yönelmek bizi daha sağlıklı doğru bakış açılarına taşıyacaktır. Akıl, mantık olgularının yanında şuuru daha çok beslemek elzem olacaktır. Perçemleri önüne düşürüp sığaya çekmeli insan kendini. Sabahtan akşama kadar sırtında yük taşıyarak rızkını kazanan hamal, hiçbir şey yapmayan tembel bir kraldan daha değerlidir, farkı görebilenler için.

Günümüzden yaklaşık yüz sene önce Merhum Burhan Felek tarafından yazılmış bir yazıda, ‘insan ümit ile yaşar, dostluklarla ayakta kalır. Zulüm, kötülük, herkesin fenalığını istemek, insanları kötülemek rahatlık yolu değildir. Dünyada her şey iyi değildir ve olamaz’. Bu ifadeler bize gösteriyor ki olumsuzluklar hep vardı ve var olmaya devam ediyor. Kötücül düzenek gizli planlarını hep yapıyor ve uyguluyor. İyilerin var güçleriyle mücadele etmesinden başka da bir çare gözükmüyor.
 
İşinden emekliye ayrılan kimi insanların emeklilik sonrası sosyal projelerde, yardım kuruluşlarında, engelli derneklerinde öyle güzel işler yapanlar çıkıyor ki emekli olmadan ki işlerinden çok daha faydalı olabiliyorlar topluma. Bu da paranın her şey olmadığını gösteriyor. Paradan da öte sağlık ve huzurun öncelenmesinin gerekliliği ortaya çıkıyor bir şekilde.

Yontulacak hep bir köşe bulacaksın kendinde/ Yeni sivrilikler çıkacak karşına/ Sırtında başka başka kamburlar taşıyıp/ Erken denilen elvedaların olacak çoğu zaman.

 Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
25.02.2019 

Yazı No: 14

Ahlak Penceremiz


Ahlak Penceremiz
 
Ahlaki değerler her ne kadar toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiklikler gösterse de insan fıtratına uygun ortak bir ahlak anlayışı da her zaman olagelmiştir. Ahlak, öğretilebilen bir gerçeklik olarak toplumun ve bireylerin önünde duruyor. Hayat felsefesi aile, çevre faktörü ve hayat boyu eğitimle şekillenen bir değer. Bundandır ki ahlak öğretileri eğitimin birincil konusu arasında yer alıyor.
 
Ahlak anlayışlarının şekillenmesinde insan fıtratının yanında din önemli bir araç. Mutlu, huzurlu bir toplumu ve bireyi önceleyen dini anlayış, ahlakın şekillenmesinde önemli bir alan teşkil ediyor. Vicdan, adalet, aşk ve şuur potasında kıvama gelen ruh ve beden, ahlak elbisesini giyinir.
 
Sağlıklı toplumları adalet, hukuk ve ahlak üçlüsü, sacayağı temelinde tahkim olur. ‘Ahlak, millet yapısının temelidir. O olmadan hiç bir şey olmaz’ diyen Nihal Atsız, güçlü ve sağlıklı bir toplumun vazgeçilmezine dikkati çekmiştir. Bu bağlamda toplumların uğraş verdiği en önemli iştiyak noktasını ahlak oluşturmaktadır.
 
Bir toplumda ayıp karşılanan bir hareket başka bir toplumda normal bir olay olarak görülebiliyor. Her ne kadar toplumsal yapıda ki hızlı değişim, ahlakı anlayışlarda da gevşemelere ve değişmelere uğradığı da görülmektedir. Ahlaki çöküş ve kültürel yozlaşma toplumlar üzerindeki önemli hastalıklardandır. Linç ve aforoz kültürü aynı toplum içerisinde, farklı gruplar arasında taban tabana zıt uygulamaları dahi görmek mümkün. Örneğin sanat camiasında yaş farkı birliktelikleri farklı mütalaa edilirken, sıradan vatandaşın yaş farkı evlilikleri apayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak pekala mümkün. Demek oluyor ki aynı toplum içerisinde dahi çeşit çeşit ahlak anlayışları hüküm sürebilmektedir. Başka bir boyutta toplumlar üzerinde ataerkil bir tahakküm ve bağımlılık ilişkisi yeni nesilleri, doğru istikamette dahi yol almasında önemli bir engel olduğu da bir gerçeklik olarak yerini alabilmektedir.
 
Modern dünyanın insanı yabancılaştırmasının yanında, birçok şeye kolay ulaşmanın ve iletişimin hızlılığı, ahlaklın örselenmesine sebebiyet verebilmektedir. Bu tür olumsuzluklarla mücadele içerisinde olup tarih boyu cinayet ve zulme maruz kalan insanoğlunun gelecekteki mağduriyetini azaltabilmek pekala mümkün.
 
Her toplumun ahlaki yönden eleştirilip yetersiz görülen noktaları vardır muhakkak. Toplumu bazı olumlu örnekler üzerinden de hatasız gibi göstermek de ayrı bir yanılgıdır. Ama olumlu ecnebi örnekleri üzerinden kimse milletimi insafsız eleştirmeye kalkışmasın. Hamamda tellağa ayıp olmasın diye temizliğini yapıp gidende, bankamatikte işini uzatmayıp tekrar bankamatik kuyruğuna sırayı giren de bu milletin içinde.  Aynen vicdanda ve adalette olduğu gibi ahlakın da toplumsal ve bireysel yanını güzele, doğruya ulaşma yönünde beslemek gerekiyor.
 
Hasılı kelâm, kazanç ve kayıp ikilemini bütün gelgitleriyle yaşayan insanoğlu, olumlu ve olumsuz değerlerinde de sonuçlarını yaşamaktadır.

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
18.02.2019


8 Şubat 2019 Cuma

Hayata Dair

Hayata Dair

acılar susayınca yarasın/ı dağlar
görelim derdimiz nasıl ağlar?

Biz küçükken dünya kocamandı. Gelecekle ilgili hayaller büyüktü. Ne zaman ki büyüdük, küçüldü hayallerimiz. Rüyalarımıza korkular serpildi. Kırpıldı bütün umutlarımız. Ne cüssemiz ne deneyimlerimiz ne de bildiklerimiz bizi biz yaptı. Daha çok günahlarımızla kaldık geri de.

Her ne kadar insanı imkânlar büyütse de alnındaki çizikler, yüreğindeki kırıklar ve göbeğindeki kıvrımlar insana hatıra kalıyor sadece.

İnsanın hayatta takındığı rollerin yanında bir de keyif aldığı özel alanları var. Huzurunu kaçıran bir sürüde problemler. Rollerle daha çok cebelleşmek aşikârken, yaşamayı arzuladığımız hayatta daha çok ben’i yaşar ben’i bulmaya çalışır dururuz. Az veya çok bazı makam ve roller üstleniyor hayatta insan. Daha çok olamadığının kıskancı, olduğunun nankörü oluyor. En çokta ‘biz’ ve ‘ben’ olamayınca hayatın duracağına olan yalancı inanmışlığını körüklüyor.

Kazançlarımızla kayıplarımızı hep iç içe yaşıyoruz hayatta. İnsanın dünya ile simbiyotik ilişkisi, doğrusu ve yanlışı ile devam ediyor. Akıl, vicdan, adalet, kalp, idrak, şuur gibi onlarca olgunun içi doldurulmayı bekliyor. Tabiat, eşya ve canlılar ile ünsiyet peyda eden insanoğlu sosyalleşip hayatını sürdürürken, olumsuz yanlarıyla da mücadele ediyor.  Nietzsche’nin, ‘hayatın ‘niçin’ine cevap bulabilirsek, ‘nasıl’ına çok daha kolay cevap verebiliriz’ sözünde olduğu gibi dünyanın çetrefilliği, soru içinde soruları her dem güncelliğini muhafaza ediyor.

Özellikle Müslüman âleminde bu kadar çok ateş varken, yarası çok dünyaya çiçekler dahi ağlıyor. Sadece kendi canının tatlılığını düşünen, bencilliğini besleyen insanlar öyle çoğaldı ki maalesef.

İyi ile kötünün mücadelesi devam ediyor ister istemez. Modernizmin ve konformizmin istikametinde yolunu alıyor insanlık. Dünya, zevk ve sefa içinde yaşanan yüz yıllık ömrün bir anda tükenmesi kadar kısa, bir o kadar da kulun kula kul olmasını sağlamak için tapınaklar inşa etmesi kadar ucuz olan boş ve zayi bir hayat gerçeği var önümüzde.

Demem o ki her yeni gün, bata çıka tazeliyor kendini. Güneş, kışın sonunda hep baharı doğuruyor. Ardı sıra yeni doğumlar sıralansa da yine de haber veriyor hayat kaçınılmaz sondan. Ama her şeye rağmen hoş bir seda kalmasını diliyoruz. Velhasıl, insan olabilmek zor fakat bir o kadar güzel bir zanaat hatta sanat.

Kimi nefret suçu işledi
Kimi gülü sevdi, biline

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
11.02.2019


Yazı No: 12

1 Şubat 2019 Cuma

Venezuela’nın Düşündürdükleri

VENEZUELA’NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Gözleri savaşta dünyanın
az gülen çok acı duyan çocuklarıyız

Süper denen gücün gayri ahlaki yanlış hamlelerle gücünü kaybetmeye başlamışsa surda gedik açılmış demektir. Son yıllarda Siyonist güçler tamda bu hali yaşıyorlar.  

Hani kimisi de sorabilir, ‘kardeşim biz Türkiye olarak her işimizi hallettikte kala kala Venezuela mı kaldı?’ diyebilir. Böyle bir soruya kısadan cevap vermem gerekirse; imparatorluk mirasını taşıyan bizlerin bütün dünya sorunlarıyla hemhal olmamız hem gereklilik hem şart olarak önümüzde duruyor. Kendi kabuğumuza çekilerek kendimizi koruyamayız. Başka bir taraftan, biz insanların küçük hesaplarının yanında Allah’ın büyük hesabının varlığını da unutmamamız gerekiyor.

Venezuela’da darbe süreci nasıl oldu? Ekonomilerinde ki devasa problemlerine filan değinmeyeceğim burada. Bu tür teknik bilgileri birçok yerden duyuyoruz, öğreniyoruz. Uzaktan uzağa okyanus ötesinden haberler eskiden beri hep gelirdi. Özellikle Hugo Çhavez ismini haber olarak televizyonlarda çok duyardık. 15 Temmuzla beraber iki ülkeye darbe girişimi sonrası daha yakın ve derinlemesine iletişim kanalları açıldı. Venezuela ile aramızda gidip gelmeler arttı. Ülkelerimiz ve halklarımız hakkında karşılıklı bilgi düzeyimiz her geçen gün çoğaldı. Bir taraftan ABD’nin karşısında, Venezuela ile aynı safta yer aldık. Bu yakınlaşmaların çok da tesadüf olduğuna inanmıyorum açıkçası. Özellikle son yıllarda ülkemiz gibi birçok ülke dış politikalarında bütün yumurtaları tek sepete koymama gibi bir yöntemi benimsemeye başladılar. Bu durum şimdi olmasa bile ileri de dünya Siyonist yapısının mukavemetini zayıflatacaktır muhakkak. Venezuela ile ilişkilerimizin bir gerekçesi de bu olsa gerek. Bu yeni durumun olumlu ve olumsuz yansımaları ülkelerimiz yönüyle illaki olacaktır. Ömrümüz elverdiği müddetçe bunu göreceğiz.
 
Başka bir taraftan Saddam, Kaddafi, Kim Jong gibi yaşanılan tecrübeler algılarımızla ne kadar çok oynandığını gösterdi geçmişte. Venezuela darbesiyle açık açık darbeyi destekleyen ABD, Avrupa ülkeleri kısaca Siyonist oligark yapı algıdan ve gizli kapaklı oyunlardan daha farklı bir evreyi devreye soktu. Eskilerin tabiriyle ‘kötü kabağın çekirdeği çok olur’ misali. Birçok ülke Amerika’nın yanında safını aldı maalesef ama karşı blokta her geçen gün güçlenerek kendini göstermeye devam ediyor.

Günümüzde daha çok üçüncü dünya savaşının başlayacağı değerlendirmeleri yapılsa da dünya üzerindeki dengelerin illaki de gözetileceği ve panzehir ilaçlarının da devreye sokulacağı süreçleri de yaşayacağız. Her zaman korkuyla hareket etmektense dengeli bir siyaseti, cesareti ve inisiyatifi de kullanmaktan başka bir çıkar yolumuz yok.

 
Venezuela gibi petrol ve yer altı zenginliği olan ülkeler bu avantajlarının yanında fakirliklerini ve mağduriyetlerini gördükçe, bizim yer altı zenginliklerimizi uzunca bir süre daha uyutmamızın gerekliği daha çok elzem gözüküyor. Önyargılı olmamaya çalışıyorum ama ABD kaybetme arifesindeyse dünyanın kazanamaması işten değil. Her türlü algı operasyonlarına karşı akıl kapasitemizin yetmediği yerlerde Amerika’nın iyi dediğini kötü, kötü dediğini iyi bellememiz bizi daha az hataya düşürecektir.

Son söz olarak;

Dost bağında bülbül

cenk meydanında ebabil olmalı.

Kalın sağlıcakla.

İlkay Coşkun
04.02.2019 

Yazı No: 11